Z kuşağının izlemesi gereken başyapıtlar: American History X

0
10213
american history x
american history x

Düşük oranda spoiler içerir

20’nci yüzyılın son başyapıtları arasında yer alan American History X, ırkçılığın orta sınıf kapitalist sınıf üzerindeki yansımasını toplumsal gerçeklerle yüzleştiren en mükemmel yapım olarak kabul edilebilir.

American History X, 80 kuşağının ergenlik dönemine, tarihin halen kitaplardan ve nadir izlenen belgesellerden öğrenildiği dijital çağın öncesindeki döneme denk geliyordu. Günümüzün giderek öne çıkan toplumsal sorunlarının ilk sancılarını hisseden bir Los Angeles mahallesinde, ABD tarihindeki çatışmaların Nazi ideolojisiyle harmanlandığı karmaşık etkileşimlerin arka planını çok başarılı bir şekilde yansıtıyordu. Çekim süreci de anlatmak istediği hikaye kadar zor geçen film, akılsız öfke ile körüklenen ırkçılığın dayanmaya çalıştığı ideoloji ve mantığı yerle bir ederken, akla getirdiği akılcı sorularla ırkçılığın modern sistemdeki açıklamasını sunuyordu.

American History X, genelde olumlu hisler sunan okyanus kıyısı manzarasını biraz iç karartıcı ve düşündürücü yansıttığı sahne ile başlıyor. Renklerden arınmış bir dünyada dalgalar kıyıya cılız bir şekilde vururken, güneş sanki üstesinden gelemediği bir karanlığı renklendirmeye çalışıyor ama başaramıyor. Devamında, Los Angeles’ın bambaşka bir yüzünü gösteren bazen durgun, bazen hareketli bir hayat mücadelesinin içine giriyoruz: Derek Vinyard’ın hikayesi.

American History X, mükemmel bir kurguya sahip. Eski bir neo-Nazi Frank Meeink’i canlandıran Derek Vinyard (Edward Norton), film boyunca dört farklı insan olarak karşımızda beliriyor. Hikayesi ise utangaç, temiz bir genç ile aşırı gururlu ve gereğinden fazla cesaretli küçük kardeşi (Edward Furlong) tarafından anlatılıyor. Derek’in hikayesi, filmi tam ortadan bölen iki kısımda sunuluyor: Hapishane öncesindeki ve sonrasındaki hayat. Tüm bu süreçte, kalın bir çizgi ile ayrılmış yaşamlar arasında gidip gelen akıllı bir insanın gerçekler karşısında nasıl değiştiğine tanık oluyoruz.

Film, Fight Club (1999) öncesindeki Edward Norton’un sadece bir kez tanık olduğumuz görüntüsünü sergiliyor. American History X için Saving Private Ryan (1998) için önerilen rolü reddeden Norton, 10 kilo alarak son derece yapılı bir vücuda bürünüyor. Kazınmış saçları, Nazi dövmeleri ve öfke ile tamamlanmış görüntüsü Fight Club’daki cılız, saf adamın 180 versiyonu gibi. İlk sahnede, Derek’in ortalama bir dazlaktan farklı olduğunu hissediyoruz. Eli silahlı bir şekilde evin kapısını açarak dışarı fırladığı anın sonrasındaki sahneler, izleyiciyi doğrudan filmin içine çekiyor.

Saf öfke ile kör olan Derek’in hikayesi

Derek’in yaklaşık 3,5 yıl hapse gönderilmesine neden olan olayın ardından küçük kardeşe geçiliyor.

Danny, tarih ödevini Hitler’in “Kavgam” (Mein Kampf) kitabı hakkında yaptığı günün ertesinde filmin odağındaki bir diğer ismin, siyahi okul müdürünün odasına çağrılıyor. Danny’e okuldan atılmaması için son bir şans vereceğini söyleyerek ertesi sabaha kadar yeni bir ödev hazırlamasını istiyor. Uzlaşmacı bir diyaloğun ardından, filmde ırkçılığın ilkel seviyede temsil edildiği bir sahne geliyor. Tuvalette üç siyahi gence meydan okuyan Danny, sadece restleşmeler ile sürüp giden bir öfke kavgasında abisinin yolundan giden çocuk görünümü sergiliyor. Abisinin döndüğü eve gittiğinde ödevinin ilk satırları üzerinde kafasını yoruyor ama bir fikir üretemiyor. Bir süre sonra, başlığı atıyor: American History X.

Gereksiz insan rolünü filmde embesil bir ırkçı olarak oynayan Seth (Ethan Suplee), Derek’in eve döndüğü zaman başından savmak istediği güvelerden birini temsil ediyor. Seth ile beraber filmin bir diğer önemli karakteri de ortaya çıkıyor. Prison Break’ten tanıdığımız, akıl hocası Cameron Alexander’ı oynayan Stacy Keach. Bu noktada birçok geriye dönüşlerden biri yaşanıyor. Filmin ilk yüzleşmesi ve Derek’in lider rolünü gösterdiği sahne ilginçtir ki bir basketbol sahnesi. Maçı kazanan dazlaklar, siyahları ebediyen sahalarından men ediyorlar.

Göğsündeki dev swastika dövmesi ile korkusuzluğu yapmacık olmaktan çok uzak Derek’in. Siyahlara bu kadar açık meydan okuyan gencin hakkındaki soru işaretleri yine bir geçmişe dönüşte cevap buluyor: İtfaiye eri babası, siyahilerin yaşadığı bir mahallede işini yapmaya çalışırken vurularak öldürülmüştür. Beyzbol şapkalı, boynu aşağıdaki saf genç gözyaşları içinde bir yerlerde saklanan öfke tohumlarını dışa vurmaya başlar. Babasının katilleri ile hesaplaşacaktır.

Basketbol duellosunun ardından gelen geçmişe ait sahnelerde, Derek’in akılsız gençlik üzerinde yükselen saf öfke ile dolu “seçkin lider” görüntüsü yansıtılıyor. Manifestosunu yönettiği kitleye etkileyici bir şekilde anlatırken toplumsal sorunlara ayna tutan bir vaiz gibi beliriyor Derek. Tüm karmaşanın ortasında, annesi ailesini tekrar toparlama çabasındadır. Ancak aile yemeği girişimi tam bir facia ile sonuçlanıyor. Bu sahnede dikkat çeken detay, Derek’in Klu Klux Klan ile dalga geçerek zeka ve ideoloji olarak çok daha yukarıda olduğunu söylemesi. Karşımızda düşünen bir insan vardır ama tek taraflı bir bakış açısına saplanmıştır…

American History X, Danny’in içinde sakladığı düşüncelerin dışa vurumuna dönüşür. Bir noktada, aslında ifade verseydi Derek’in ömür boyu hapis alacağını yazar, birkaç saniye sonra bu cümleyi siler. Buradan ilk sahneye geri dönüş yaşanır ve sinema tarihindeki en psikopat cinayet sahnelerinden birine tanık oluruz. Derek, polisler geldiğinde tarifi zor bir gurur ile gülümsemekte, gözlerinin içi parlamaktadır.

Aradan 3,5 yıl geçtikten sonra beynini bir enfeksiyon gibi saran öfke dolu ideolojilerden kurtulan Derek, bir zamanlar içinde olduğu dünyanın çürümüşlüğü ve yolsuzluğunu tüm çıplaklığıyla gören bir insandır. Hapishaneden çıktığı günün gecesi gittiği neo-Nazi partisinde tek bir amacı vardır. Cameron’a artık bu işin içinde olmadığını söylemek. İşler hiç istediği gibi gitmez. Mekandan kaçmayı başarıp ıssız bir sokakta evine dönerken kardeşi Danny üzerine atılır. Ona, “Sana ne oldu?” diye sorar. Derek, hikayesini anlatmaya başlar.

Bir Nazinin dönüşümü

Hayatını ucu açık, körü körüne bir mücadele olarak gören Derek hapishaneye girdiğinde gençlik yıllarındaki saf yüz haline bürünmüştür. Hiç tanımadığı ve nasıl hayatta kalınacağını bilmediği bu ortamda akla gelen ilk yöntemi seçer. Kendisini ifşa ederek diğer neo-Nazilerin çemberine girer. Ancak bir süre sonra kendisini yine büyük bir çelişki içinde bulacaktır.

Çamaşırhaneye verilen Derek’in iş arkadaşı ağzı iyi espri yapan bir siyahidir. Bir yıl boyunca hiç konuşmadan geçen süreçte karşısındaki dazlak ile son derece sakin geçinen beklenmedik karakter, insanların anlaşması için aslında söze bile gerek olmadığını anlatır sanki. Derek, bir gün aşırı gurur dolu ideolojisinin hapishane avlusunda yerlere atıldığını gördüğünde “politika böyle işliyor cevabını” alır. Fazla dürüst ve asil karakteri uyarıları anlamasını engeller.

Öfke ile dolu olduğu gün belki de yapayalnız kaldığını düşünmektedir. Kendisini ziyaret eden annesine katlanamaz, kız arkadaşı ortalarda yoktur ve şimdi de dava arkadaşlarının gerçek yüzünü görmüştür. İşte o anda, tek arkadaşı tam bir senedir çamaşır odasında tek kelime etmediği siyahidir. Espri ustası bir gün Derek’in suskunluğunu kırmayı başarır. Derek bir anda yıllardır etmediği türden muhabbetlerin içine giren sıradan bir adama dönüşüverir. Karşısındaki insanın standart kalıp bir varlık değil, binbir çeşit insandan biri olduğunu anlamaya başlar.

Yaşadığı dönüşüm süreci yine politikanın dikenlerinden uzak kalamaz Derek’in. İronik bir şekilde, neo Nazi “arkadaşlarının” öfkesi o siyahiler ile basketbol oynarken taşar. Ardından, çirkin duş sahnesi gelir. Derek, geçmişte kendisinin, o gün ise Danny’nin hocası olan siyahi okul müdürü onu ziyaret ettiğinde ağlamaktadır. Müdür ona, “Bugüne kadar yaptığın şeyler sana fayda sağladı mı?” diye sorduktan sonra, “Bana yardım et” der. Karşımızda gözü kör bir ırkçıdan gözleri açık bir adama dönüşen Derek çıkar. Gençliğini yiyip bitiren mücadele ve bireysel kavgaların ardından en son haline adım atmak üzeredir. Ona bu süreçte ilk yardım edecek insan da, çamaşırhanedeki arkadaşıdır.

Arada kalan akıllı ve duyarlı insanlar

American History X, duygu sömürüsü yapan ideolojik filmler gibi sıkıcı olmanın ötesine geçerek toplumsal sorunları ciddi şekilde kafasında yormuş herkese önemli cevaplar sunan bir film. Filmin son kısmında Derek’in öfkesinin aslında sadece baba acısından değil ancak öncesinde, onun tarafından ekilmiş ideoloji tohumları ile yeşerdiğini anlıyoruz. Yine bir geriye dönüş sahnesinde (annesinin canlandırmayı arzuladığı bir aile yemeği) Derek babasına iki doktora yapmış siyahi öğretmeninin ne kadar etkileyici bir zekaya sahip olduğunu anlatıyor. Övgülerden yılan babası, konuyu genelden özele çekerek kendi bakış açısından bir değerlendirmede bulunuyor. Sadece siyahi olduğu için iki kişinin “daha yüksek puan alan beyazların” yerine işe alındığını ve aslında bu iki adama şeflik yapmaktan hoşlanmadığını ifade ediyor. Ona göre “eşitlik hocasının anlattığı kadar basit” olamaz. Ona göre olması gereken “en iyinin işi kapmasıdır.” Amerika’yı temsil eden (etmesi gereken) adalet budur.

Diyalog, başta adalet olmak üzere dürüstlük ve çalışkanlık gibi kavramların ırkçılık ile nasıl etkileşim gösterdiğini ve nihayetinde yanlışlara yol açabileceğini harika özetliyor. Kendi doğrularımız olabilir, doğru düşünebiliriz ama bunları sadece kendi bakış açımızla sınırlandırdığımız zaman büyük hatalar yapabiliriz. Derek’in babasının ölümüyle gelen kaçınılmaz öfkesi, işte bu dar bakışın etrafına sağlam duvarlar örüyor ve onu göçmenlere saldıran neo-Nazilerin liderine dönüştürüyor. Onlar, işlerini ellerinden aldıkları için.

Derek, beyaz gücün (white power) tamamen yanlış yorumlanan ve yıllarına mal olan agresif bir dışa vurum olduğunu ağlayarak fark ettikten sonra ailesini içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için son derece kararlı görünüyor. Ancak başına yine bir felaket geliyor.

En kanlı ölüm sahnelerinden biri ile kapanıyor American History X. Derek yine gözyaşları ile karşımıza çıkıyor. Son sahnede, izleyici bu noktadan sonra ne yapardı sorusunu sorabilir kendisine. Ya da hiç gerek duymadan filmin yansıttığı kaçınılmaz karmaşayı en derininden hissedebilir. O karmaşa, fazlasıyla akıllı sorularla ve bireyse-toplumsal mücadele ile üzerine gidilmesi gereken bir konu. Çünkü insan olabilmek, hakikaten basit değil.

Az daha bitmeyen film

David McKenna’nın yazdığı ve Tony Kaye’nin yönettiği film, 1997’de çekilmeye başlanmış olmasına rağmen birçok ülkede 1999 yılında gösterime girdi. Sebebi, filmin senaryosunun Kaye’nin projeden çıkmayı bile düşüneceği noktaya gelmesi. Filmi birçok kez izlemiş birisi olarak bunu anlamak zor değil. Farklı sahnelerin silindiği o kadar çok senaryosunu gördük ki, Kaye’nin yapımcılar ile ne kadar çok tartıştığını anlamak kolay. Filmin sonlarına doğru beliren gereksiz demagoji içerikli sahnelerin çıkarılması en doğru hamle olarak beliriyor (salyalı şirin bebeler ve Derek’in siyahi küçük bir kız ile kısa sohbeti). Bir diğer silinmiş sahnede, Seth Cameron’a “müzikal komedi” çekme hayali olduğunu söylüyor (gereksiz gerizekalı tiplemesinden yola çıkan bir karakter karamala hatası).

Filmde yer alan ağırklıklı orta ve düşük bütçeli oyuncu kadrosu, iki Edward ve Stacy Heath ile çok iyi dengeleniyor. İlginç detay, Joaquin Phoenix’in hiç hoşlanmadığı senaryo nedeniyle Derek rolünü reddetmesi. Dahası, Kaye’nin Norton’un performansından hiç memnun kalmamış olması. Gerçek hayatta bir beyaz güç çetesi liderini temsil eden Tom Metzger’in yansıtıldığı Cameron Alexander rolü için de ilk Marlon Brando düşünülmüş.

Son olarak, filmin sonlarında kullanılan kahvaltı restoranı, The Big Lebowski (1998) ile kullanılan ile aynı. Johnie’s Coffee Shop adlı restoran sadece film çekilmleri için kullanılıyormuş.

Eğer öfkeli Nazi gençliğini konu alan benzer bir filme bakmak isterseniz, sırf Ryan Gosling’in nasıl bir dönüşümden geçtiğine tanık olmak için “The Believer”ı (2001) izleyebilirsiniz.

American History X soundtrack’i Spotify bağlantısı burada.