Doğanın insanlığı nasıl kurtardığı araştırılacak

0
5061
karbon 00011
karbon 00011

Marslı filmiyle hız kazanan ve astronomi dünyasının sosyal medya çalışmalarıyla giderek daha fazla ilgi toplayan uzay-keşfi araştırmaları, dışarıdan bakıldığının aksine çok daha büyük bir önem taşıyor. Stephen Hawking’in üzerine basarak tekrarladığı gibi uzay keşfi artan nüfusu yaymak ve yeni kaynaklar bulmak için değil, tek kurtuluş şansımız olduğu için gerekli.

Hawking’in vermek istediği mesaj, vaktinin dörtte üçünü eğlence sektörünün ürettikleriyle geçiren kitleler için anlaşılması zor olabilir ama aslında oldukça net: Yakın gelecekte güle oynaya çocuk büyüteceğiniz bir Dünya kalmayabilir. Dijital ortamdaki yapay mutluluk ne kadar sınırsız olsa da, gerçek hayatta giderek daralan refah çemberini dengelemeye yetmiyor ve yetmeyecek.

Üçüncü Dünya Savaşı çıkmadan Ay veya Mars’a insan gönderebildiğinden emin olmak isteyen NASA, bir yandan insanlığın ömrünü uzatabilmek için üstüne düşeni yapmaya çalışıyor. En son girişim, insan kaynaklı karbonun doğada nasıl tutulduğunu çok daha iyi anlayabilmek. Böylece, bugün çok daha beter bir noktada olabilecek iklim değişikliğinin doğa tarafından nasıl engellendiği anlaşılmak isteniyor.

NASA’nın tahminine göre, atmosferdeki karbon miktarı son 400 bin yılın en yüksek seviyesine çıkarak 400 milyon başına parçacığa (ppm) ulaşmış durumda. Sanayi devriminden bu yana artmaya devam eden atmosferdeki karbon oranı, her yıl 2 ppm yükselmeye devam ediyor. Doğalgaz üretimi ile ortaya çıkan metan seviyesi ise sanayi devriminden bu yana 2,5 kat artmış durumda.

Planktonlar bile bizim için uğraşıyor

NASA’ya göre bir yandan kuraklığı tetikleyen, bir yandan buzulları eriten iklim değişikliği, bitki örtüsü olmasaydı çok daha beter bir durumda olabilirdi. Karbonu fotosentez esnasında tüketen bitkilerin yanı sıra, ormanlar karbonu gövdelerinde ve köklerinde yıllarca tutan ağaçlarıyla atmosferin temiz kalmasında çok büyük rol oynuyor. Okyanuslar da ormanların yüküne destek olarak tuzlu sularında karbon saklıyor. Hatta bitkisel plankton gibi deniz canlıları ve bitkiler de fotosentez yaparak karbonu dönüştürüyor.

NASA’nın tahminlerine göre, yarısı atmosferde tutulan ve küresel ısınmaya neden olan karbonun diğer yarısı kara ve okyanuslarda hapsediliyor. NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden Lesley Ott, hepimizin idrak etmesi gereken bir şeyi söylüyor: “Kara ve okyanuslar bize çok büyük bir iyilik yapıyor.”

Ancak sorun şu ki bu iyiliğin bir limiti var. Tepemizdeki sıcaklık arttıkça, kara ve deniz ekosistemlerinin karbonu hapsetme yeteneği de daralıyor. Bilim insanları, zamanla atmosferdeki karbonun artıp artmayacağı hakkında kesin bir şey diyemiyor. Çünkü bitki örtüsü ve okyanusların karbon emmeye ne kadar tahammülü kaldı bilinmiyor.

Mercanlar için son şans olabilir

Doğanın karbon tutma mekanizmasının nasıl işlediğini daha iyi anlamak amacıyla, uydulardan toplanan verilerin bir araya getirildiği araştırmalar yapılacak ve kara ile deniz ekosistemleri hakkında modeller hazırlanacak.

NASA’nın geçtiğimiz yıl ateşlediği Orbiting Carbon Observatory-2 uydusu, karbonun en çok atmosfere karıştığı ve en çok emildiği bölgeleri gözlemlemeye başladı. OCO-2 ile elde edilen bilgiler, karbon sürecine ait ilk detaylı modelleri de ortaya çıkardı.

Yapılacak çalışmaların bir diğer ayağı, küresel ısınma nedeniyle yüzde 90’ı mahvolmuş haldeki mercanları ve bitkisel plankton patlamalarını havadan gözlemleyerek iklim değişikliğinden nasıl etkilendiklerini anlamak. Ayrıca, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (UUİ) yapılacak gözlemler bitkiler ve okyanuslardaki değişimleri gösteren ek bilgiler sunacak. Yıllar sürecek gözlem ve analizler sonucunda, doğanın insanlığı nasıl koruduğu daha iyi anlaşılacak ve asıl soruya cevap aranacak: Biz doğayı daha iyi nasıl koruyabiliriz.