Kafa sallamak beyin hasarına neden olabilir

Alman doktorlar, rock konserlerinde şiddetle kafa sallamanın beyin hasarına yol açabileceği düşüncesini doğruladı. Almanya’da şiddetli baş ağrısıyla hastaneye başvuran bir kişinin, Motörhead konserinde rahatsızlandığı anlaşıldı.

Nörologlar, konserlerde şiddetli bir şekilde öne-arkaya sallamanın beyin rahatsızlığına neden olduğunu kesinleştirdi. Almanya’nın Hannover Tıp Okulu’ndan nörolog Dr. Ariyan Pirayesh, Ocak 2013’te kendisine başvuran bir hastada kafa sallamaktan dolayı oluşan subdural hematom tespit etti.

Adı açıklanmayan 50 yaşındaki hastanın, iki hafta önce oğluyla İngiliz heavy metal grubu Motörhead’in konserine gittiği ve konser boyunca kafasını salladığı, baş ağrılarının da konserden sonra başladığı anlaşıldı. Bilgisayarlı tomografi (CT) taraması sonucunda, hastanın beyin yüzeyinde kan biriktiği görüldü.

Dr. Pirayesh ve ekibi, altı gün süren tedavide, hastanın kafatasında bir delik açarak ilk önce oluşan pıhtıyı aldı, ardında da biriken kanı boşalttı. Tedavinini ardından sağlığına kavuşan hastanın kontrol amaçlı taramalarında, iyi huylu bir kist tespit edildi. Dr. Pirayesh, kistin subdural hematom rahatsızlığını kolaylaştırmış olabileceğini ancak benzer rahatsızlıkların kafa sallayan herkes için geçerli olduğunu belirtti.

‘KONSERLERDE KAFA SALLAMAK RİSKLİ OLABİLİR’

“Spesifik bir risk”

İngiltere merkezli beyin rahatsızlıkları danışmanlık grubu Headway’den Dr. Colin Shieff ise kafa sallamanın ciddi bir tehdit olmadığını öne sürdü. AP haber ajansına konuşan Shieff, ‘Muhtemelen konserlerde kafa sallamak ve zıplamaktan daha riskli durumlar vardır’ ifadesini kullandı.

Shieff’in açıklamarına CBC’ye konuşarak yanıt veren Dr. Pirayesh, “İnsanlara kafa sallamamaları gerektiği konusunda ukalalık yapmıyoruz. Araştırmamız, Motörhead’in dünyanın en iyi rock gruplarından biri olduğunu kanıtladığı gibi, bazı müzikseverlerin spesifik bir risk altında olabileceğini gösteriyor” dedi.

Dr. Pirayesh, bugüne kadar kafa sallama kaynaklı subdural hematoma üç kez rastlandığını, hastalık nadir görülse de kayıt altına alınmamış başka vakalar olabileceğini söyledi.

Teknolojiyi yönlendiren süper güç: Grafen

Süper ince ve yüksek performanslı işlemcilerin geliştirilmesinden, süper hızlı geniş bant ağların kurulmasına ve esnek güneş panelleri üretilmesine kadar sayısız yeniliğe kapı aralayan grafen, teknoloji dünyasının yeni gözdesi.

Sakladığı potansiyelle teknoloji ve bilimin geleceği için vazgeçilmez hale gelen grafen, birçok dev firmayı da peşine takmış durumda. Grafeni en hızlı işleyebilen firma, önümüzdeki 10 yıl içinde teknoloji piyasası yönlendirebileceği bir güce de kavuşmuş olacak.

Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde araştırılan, IBM, Nokia ve Samsung gibi firmaları özel laboratuvarlar kurmaya teşvik eden grafeni bu kadar çekici kılan, sakladığı sayısız özellik.

ABD’nin Columbia Üniversitesi tarafından 2008 yılında ‘dünyanın en sert materyali’ ilan edilen grafen, aslına bakarsanız karbon atomunun altıgen şekle sahip yapılarından sadece bir tanesini temsil ediyor. Çelikten 200 kat daha sert olan grafen, aynı zamanda çok yüksek iletim gücü ve hafifliğiyle teknoloji dünyasının geleceği için gerekli olan tüm özellikleri saklıyor.

Henüz 2011’de 100 GHz işlemci hızında grafen CPU (merkezi işlemci birimi) geliştirileceğini öngören IBM, Ekim 2012’de gerçekleştirdiği önemli başarıyla, grafenin gelecekte tüm elektronik cihazlarda yer almasını sağlayacak ilk önemli adımı attı. Araştırmada, moleküllerin kimyasal bağları atomun 100’de 1’i çözünürlüğünde gözlemlendi. Böylece, grafenin incelenmesi ve geliştirilmesini sağlayacak yöntemlerin de önü açılmış oldu.

Stanford Üniversitesi, IBM’in başarısından bir ay sonra grafen kullanılarak esnek güneş panelleri geliştirdi. Fotovoltaik panellere kıyasla daha etkin olan ve esneme özelliği sayesinde her yüzeyde kullanılabilen karbon güneş panelleri, grafenin yeşil enerjide ne kadar etkili olabileceğine dair ilk önemli örneği oluşturdu.

Mobil dünyada grafen atılımı

Elde edilen ilk başarıların ardından, teknoloji devleri grafen araştırmalarına büyük yatırımlar yapmaya başladı. Graphene Flagship adlı konsorsiyumdan Şubat 2013’te 1.35 milyar dolar bütçe alan Nokia, 2 boyutlu materyalin bir gün Microsoft cihazlarında yer edinebilmesi için çalışmaya başladı. Nokia Ar-Ge biriminin başında yer alan Jani Kivioja, ‘grafenin birçok materyal ve ürün geliştirilmesinde ana kaynak olacağını ve binlerce kişiye istihdam sağlayabileceğini’ belirtti.

Nokia çalışadursun, grafen araştırmalarındaki ilk heyecan verici açıklama Samsung’dan geldi. Güney Koreli teknoloji devi, Nisan ayının başında IBM’in kehanetini doğrulayan bir açıklama yaparak, ‘grafeni elektronik ürünlerde vazgeçilmez kılacak bir yöntem bulduklarını’ duyurdu.

Samsung Gelişmiş Teknoloji Enstitüsü (SAIT), grafen alan etkili transistör (GFET) buluşuyla yakın gelecekte silikon kullanan geleneksel transistörlerin ortadan kalkabileceği sinyalini verdi. Buluş, işlem gücü modern çiplerden katlarca daha yüksek CPU geliştirilmesini sağlayacak olsa da, IBM’in de üzerinde kara kara düşündüğü tek engel, grafenin iletkenliğinin kontrol altına alınamaması.

Yeni nesil işlemciler geliştirilmesinin yanı sıra, grafen giyilebilir teknolojiler için ayrı bir önem taşıyor. Sebebi, esnek cihazların en kritik aşaması olan bükülebilen bataryaların, grafen olmadan gerçeğe dönüşemeyeceği düşüncesi.

3d nano particles

Teknoloji grafene neden bağımlı?

Uzay-havacılık ve silah sanayisine kadar yayılacak grafen araştırmaları, Periyodik Cetvel’e yeni element eklemeye çalışan bilim insanlarının önceliği haline geldi. Grafenin beş ana özelliğine kısaca değinirsek, neden 21’inci yüzyılın en öncelikli materyali konumuna geldiğini de anlayabiliriz:

  • Plastik kadar esnek: Grafenin elmastan bile sert olduğunu teyit eden Columbia Üniversitesi, aynı zamanda maddenin yüzde 20 oranında esneyebildiğini tespit etmişti. Kısaca, lastik kadar esnek olan grafen, gelecekte kol saatlerinden bantlara, hatta dokunmatik tişörtlere kadar çeşitli giyilebilir teknolojilerin önünü açacak. Su geçirmeme özelliği, elektronik cihazlardaki su geçirmeme teknolojisini ve donanımını gereksiz kılacak.
  • En hafif elektronik ürünlere kapı aralayacak: Amerikan Kimya Topluluğu tarafından yapılan araştırmaya göre, bir ons (23.8 gram) grafen, tam 28 futbol sahasını kaplayacak kadar ince bir madde. Kısaca, bir gün kağıt inceliğinde akıllı telefonlar veya tablet bilgisayarlar kullanmaya başlarsanız, hiç şaşırmayın.
  • Batarya ömrü artacak: ABD’nin Northwestern Üniversitesi araştırmacıları, grafen ve silikon kullanarak dünyanın en etkin bataryasını geliştirmeyi başardı. Şarjı bir hafta giden bataryanın şarj süresi sadece 15 dakika sürdü. Bu aşamadan sonra yapılması gereken tek şey, grafenin geliştirilecek yeni nesil elektronik cihazlara uygun bataryalar üretilmesi.
  • Biyolojik sistemlerle uyum gösterecek: İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nden Dr. Avind Vijayaraghavan’ın araştırmasına göre, grafen insan vücuduyla etkileşime girebilecek özellikte bir madde. Vijayaraghavan, Times’a yaptığı açıklamada, grafenin sinir sistemini tarayabileceğini ve sadece nabız ile kan şekeri ölçmek gibi özelliklerin ötesine giderek, giyilebilir medikal cihazların hücre seviyesine inebileceğini öne sürdü.
  • Maliyet ve bolluk: Grafen, teknoloji sanayisinin bulabileceği en ucuz materyallerden bir tanesi. Bu özelliği, üzerinde yapılan araştırmaların da hızla ilerlemesini sağlıyor. Sert olduğu kadar hafif olan grafen, Samsung laboratuvarlarında bir yarı iletken üzerinde tek bir kristal parçası olarak enjekte edildi. Bu sayede, elektrik ve mekanik özelliği artan transistörlerin seri üretimi için kapı aralanıyor.

Bellek kartı devi SanDisk ile en çok grafen patentine sahip olan Samsung, IBM, Intel ve Nokia’nın dahil olduğu yarışta grafeni yeni nesil teknolojilerin ana kaynağı haline getirecek. Yıllık 800 bin metrik ton ile dünya grafen rezervlerinin 3’te 1’ine sahip olan Çin, hızla gelişen sanayiden en çok payı alacak gibi görünüyor.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Apple, kulaklık üreticisi Beats’i neden satın alıyor?

Apple CEO’su Tim Cook, geçtiğimiz yıl düzenlenen D11 Konferansı’nda ‘satın alım öncesinde iki soruya odaklandıklarını’ belirtti. Bu soruları, ‘alınacak firmanın yeni ve çok iyi bir ürün yaratılmasına kapı aralayıp aralamayacağı ve söz konusu şirketin Apple kültürüyle uyuşup uyuşmayacağı’ olarak tanımladı. İki soru karşılığında Beats’e 3.2 milyar dolar ödemeyi kabul eden Apple, yeni ürün ve kültürel uyum açısından bugün soru işaretleri doğuruyor.

İlk olarak Financial Times’ın duyurduğu satın alım, kasasında 150 milyar dolar nakit bulunan Apple için hiç zorlayıcı bir yatırım değil. Apple, bir önceki en büyük satın alımını 1996’da gerçekleştirmiş ve efsane CEO’su Steve Jobs’a 430 milyon dolar ödeyerek NeXT’i satın almıştı.

Aradan geçen yılların ardından, Tim Cook’un bir anda yüksek bas ve tasarım harikası olmanın ötesine geçmeyen kulaklıkları satın almasının elle tutulur sebepleri olması gerekiyor. Beats’in sahip olduğu özelliklere dikkatle bakıldığı zaman, Apple’ın tasarım ve müzik alanında çok geç kalmak istemediği bir yatırımı hızlandırdığını söyleyebiliriz.

Beats ‘kulaklık’ tanımını değiştirmeyi başardı

‘Apple neden Beats’i alıyor’ sorusuna verilebilecek ilk cevaplardan ilki, genç tüketiciler. Çünkü Beats, kulaklık piyasasında tartışılmaz bir numara olmayı başardığı gibi, tasarımını yüksek fiyatıyla entegre ederek bir prestij sembolü haline gelmeyi başardı.

9to5Mac yazarı Ben Lovejoy’un çok iyi tespit ettiği bir nokta, ABD piyasasının yüzde 64’ünü ele geçiren Beats’in, kulak içine oturan kulaklıkları neredeyse saf dışı bırakmış olması. Bir zamanlar 50 yaş üzeri kullanıcıların evde müzik dinlemek için kullandığı başlıklar, bugün sokakta 30 yaş altı neslin arasında salgın haline gelmiş durumda. Dahası, gençler fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun Beats ile müzik dinlemekten hoşlanıyor.

Apple, 2010 yılında sunduğu iPad’den bu yana ürün kategorisinde yenilik yapamadı. Yıllık geliri 1 milyar dolara dayanan Beats’i satın alınması, yenilik ve tasarım alanında zorluk çektiği düşünülen Apple’ın şüphesiz genç kullanıcılar arasında güçlenmesini sağlayacak. Ancak kullanıcı sadakati ve gençleri memnun etme açısından hiçbir zaman sorun yaşamayan Apple’ın çok daha önemli bir sorunu var: iTunes.

Müzik indirme çağı artık sona eriyor

Apple’ın 2003 yılında hayata soktuğu iTunes, müşterileri için on yılı aşkın süredir en önemli müzik portalı oldu. Ancak son yıllarda Spotify, Deezer, Rdio ve Google Play All Access gibi indirmeden bağımsız hizmetlerin sunulması, iTunes’un geleceği hakkında da önemli bir soru işareti doğurdu. Bu açıdan bakıldığında, Apple’ın havalı bir ürün almanın ötesindeki hedefi de kendini gösteriyor: Beats Music.

Beats Music, üyelikle parça indirmeden müzik dinleyebileceğiniz platformlardan sadece biri ve oldukça yeni. Henüz 200 bin üyesi olan platform iTunes’un yanında bebek gibi kalsa da, tüm kozlar onun elinde.

Küresel müzik sanayisi derneği IFPI’nın 2013 yılına ait raporuna göre, üyelikle müzik dinleme hizmetlerinin üye sayısı bir yılda yüzde 50 arttı. Bedava müzik dinlenen platformların oluşturduğu piyasa 1.1 milyar dolara ulaşırken, müzik indirme oranı yüzde 2 azaldı. 2013, aynı zamanda iTunes’un 10 yılda düşül yaşadığı ilk sene oldu.

Planlar tutacak mı?

Piyasa değeri şu an 4 milyar dolar olan Spotify, birkaç yıl içinde halka arz edilerek değerini atmosferin dışına taşıyabilir. Öte yandan, Spotify ve benzerlerini karşısına almaya hazırlanan Apple, bedava müzik piyasasında ciddi bir rekabete hazırlanıyor.

Bloomberg’e konuşan Rutgers Üniversitesi medya profesörü Aram Sinnereich’in deyişiyle, ‘dijital veri indirme çağı sona yaklaştı.’

Apple Store’larda da satılan Beats satışıyla Apple gelirlerini artıracağı gibi iTunes’u hızlı bir şekilde dönüşüme sokacak. Ancak asıl sorun, Cook’un sözünü ettiği iki soruda saklı. Birçokları, Apple’ın tasarım ve yenilikçi gücüyle her zaman, herkesi hayran bırakacak fiziksel ve dijital ürün sunabileceğini biliyor. Ancak Beats’in satın alımı, bunun tersine işaret ediyor.

Apple yaptığı hamleyle ne kadar başarılı olacak bilinmez ama Tim Cook kendisi hakkındaki bir düşünceyi fazlasıyla doğruladı: Yönetim ve organizasyonda ne kadar başarılı olsa da, asla Steve Jobs gibi bir vizyona sahip değil.

Not: Bu makalanin orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

 

Google Glass’ın gerçek fiyatı ne kadar?

Google’ın bugüne kadar sadece deneme amaçlı dağıttığı ve 15 Nisan’da ‘kısıtlı’ süre için ‘kısıtlı’ sayıda internetten satışa sunduğu Glass gözlükleri, tüketicileri sabır taşına çevirmiş durumda. Teknoloji dünyasına düşen en son söylentiler ise Glass’a bir gün sahip olmak isteyenlerin fikrini değiştirebilir.

Giyilebilir teknolojilerin miladı kabul edilen ancak bir türlü piyasaya sürülmeyen Google Glass hakkında ortaya çıkan yeni bilgiler, Google’ın başını ağrıtacağa benziyor. Teknoloji devi, neredeyse iki yıla yakın bir süredir sayısız haber ve reklamla gündemden düşürmediği Glass’a 1500 dolar fiyat biçiyor. Cihazı parçalarına ayırarak inceleyen uzmanlara göre ise Glass’ın gerçek değeri 80-100 dolar.

Google’ın reddettiği iddia, Glass’ı en ince parçasına kadar inceleyen Teardown.com tarafından öne sürüldü. Glass’ın otopsi fotoğraflarını yayımlayan site, gözlüğün parçalarının sadece yüzde 5.3’ünün Google’a ait olduğunu belirtti ve 79.78 dolarlık bir fiyat etiketi çıkarttı.

Sunulan raporda, Glass’ın en pahalı parçası, lisansı ARM Holdings’e ait 13.96 dolarlık OMAP 4430 uygulama işlemcisi olarak gösterildi. Glass’a 16 GB bellek kazandıran Toshiba NAND flash belleklerin birim fiyatı 8.18; gözlüğün 5 MP görüntü alan kamerasının maliyeti ise 5.66 dolar.

Teardown, sadece birkaç milimetre kalınlığındaki yüksek çözünürlüklü gözlüğün maliyetli bir tasarım ve üretim süreci olduğuna inananların aksine, ekran, dokunmatik ekran ve mercek üçlüsünün Google’a sadece 3 dolara mal olduğunu öne sürdü.

Google, Teardown tarafından sunulan raporun ‘kesinlikle yanlış’ olduğunu belirtirken, konu hakkında açıklama yapmadı. Teardown analizi kullanılan parçaların maliyetine odaklanırken, Wall Street Journal önemli bir noktaya dikkat çekti: Birçok parçayı incecik ve ufak bir cihaza sığdırmanın mühendisliği bir yana, Glass montajın su kadar ucuz olduğu Asya ülkelerinde değil, California’da üretiliyor. Dahası, 2011’den bu yana proje üzerinde çalışan çok sayıda mühendis ve tasarımcıya büyük miktarlarda para ödendiği kesin.

Fiyat düşecek mi?

Fiziksel özellikler veya üretim maliyeti olsun, tüketici gözünden 1500 dolar Glass için el yakan bir fiyat. Google’ın gözlüğünü küresel piyasaya sunduğu zaman fiyatı aşağı çekmesi bekleniyor. Bu sayede, artan satışlardan gelecek gelirle Google parça satın alımını daha kolay yapabilir.

Teardown analisti Al Cowkys, her ne kadar Glass’ın LCOS (silikon üzerine sıvı kristal) yerine TFT (thin film transistor) ekran kullandığını zannetse de, fiyat tahminine fazlasıyla güveniyor. Cowksy, Google’ın fiyatı aşağı çekebilmesi için satış rakamlarının iyi olması gerektiğini belirtirken, işlemci, RAM, kamera ve diğer parçaların maliyetinin sabit kalacağına inanıyor.

Glass’ın fiyatının ne olacağı konusunda en iyimser tahmin, geçtiğimiz yıl ürünü ilk kez parçalarına ayırma zahmetine giren Tayvanlı mühendislerden geldi. Tayvan’ın en büyük piyasa araştırma firması olan Topology Research Institute, Glass’a 299 dolar fiyat biçti. China Post’un Ağustos 2013’te verdiği bilgiye göre, analist Jason Tsai, Glass’ın ekran maliyetinin 30-35 dolar arasında olduğunu belirtti.01

Gelecek aylar ne getirecek kestirmek çok zor. Tüketiciler sabırsızlık içinde beklese de, Google mevcut Glass Explorer Edition’ı da geliştirmek isteyebilir.

Glass’ın web sitesine göz atmak isterseniz: http://www.google.com/glass/start/

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

James Webb Uzay Teleskobu Dünya’nın Evren’e bakan gözü olacak

‘Gezegen Avcısı’ Kepler teleskobunun kısa süre önce keşfettiği ‘en Dünya benzeri gezegen’ Kepler-186f, her gün üzerine bir yenisi eklenen uzay keşfi macerasında heyecan verici en son gelişme oldu. Görevinde 24 yılı dolduran Hubble Uzay Teleskobu gibi uzayın derinliklerini inceleyen çok sayıda keşif aracı ve teleskop bugüne kadar sayısız başarı elde etse de, NASA’nın 2018’de ateşlemeyi planladığı James Webb Uzay Teleskobu (JWST), insanlık için yepyeni bir sayfa açacak. James Webb sahip olduğu özelliklerle, yeni gezegenler bir yana, belki uzaylıları bile görecek.

Yerden yaklaşık 570 kilometre yükseklikte gezinen Hubble teleskobu, Güneş Sistemi ve Samanyolu Galaksisi hakkında bilim dünyasına çok değerli bilgiler sundu. Defalarca bakımdan geçirilen Hubble, bu uzun sürenin ardından 2014’te arka plana çekilerek yerini JWST’a bırakmaya hazırlanıyordu. Ancak NASA, Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Kanada Uzay Ajansı (CSA) tarafından yürütülen 5 milyar dolarlık proje için bugün en erken tarih, 2018.

17 ülkeden binden fazla mühendis ve bilim insanının yer aldığı JWST projesinin giderek uzaması, teleskobun sahip olduğu benzersiz özelliklerde saklı. Çelik grisi renge sahip berilyumun mükemmel bir şekilde işlenmesiyle hazırlanan 6.5 metre genişliğindeki ana aynası, Hubble’ın 2.4 metrelik aynasından altı kat daha fazla ışın toplama yeteneğine sahip olan JSWT, aynı zamanda Hubble’ın tam 15 katı daha fazla alanı inceleyebilecek. JWST, kızılötesi gözlemevi Spitzer Uzay Teleskobu’ndan da çok daha yüksek bir çözünürlüğe sahip olacak.

18 parçaya bölünmüş 705 kg ağırlığındaki dev bir altıgen olan ana aynanın doğal ısı kalkanı, 25 metrekarelik yüzeyini örten altın. Dev teleskobu güneş ışınlarından koruyacak asıl donanım ise 21 metrelik ısı kalkanı. Uzayda tek bir ayna oluşturacak parçaların konumlandırıldığı hiza, bir saç telinin 10 binde 1’ine denk geliyor. Ana aynadan yükselen 7 metrelik tripod yapı üzerinde yer alacak 75 cm genişliğindeki bir diğer ayna, ışığın veri toplayan donanımlara yansıtılmasını sağlayacak.

Büyük Patlama’nın ardından oluşan ilk galaksileri ve onlardan gelen ışığı tespit etmeye çalışacak JWST, sıcaklığın -218 dereceye ulaştığı bölgelerde ısı kalkanının oluşturduğu soğuk gölge sayesinde Güneş, Dünya ve Ay’dan gelen radyasyon ve ısıdan korunacak, böylece 13 milyar yıl öncesine uzanan kızılötesi sinyalleri de tespit edebilecek.

Curiosity’nin ardından en zorlu görev

JWST, Hubble gibi Dünya’nın tepesinde gezinmeyecek, tersine, ısı kalkanının oluşturacağı soğuk gölgenin en faydalı olacağı L2 noktasına yollanacak. Burası, Dünya’dan 1.5 milyon km uzaklıkta yer alan ve Dünya, Güneş ve Ay’ın aynı yönde konumlandıkları en iyi yörüngelerden birini temsil ediyor. Dünya’dan bu kadar uzakta kalacak olması, Hubble’ın aksine JWST’un defalarca bakımdan geçirilemeyeceği anlamına geliyor.

Scientific American dergisine Ekim 2010’da açıklama yapan NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden Mark Clampin, adını NASA’nın eski başkanlarından James E. Webb’den alan teleskobun, origamiyi çağrıştırdığını belirtmişti. Sebebi, 6.2 tonluk taşıma yükü halinde Ariane 5 ECA  roketine katlanarak yerleştirilecek teleskobun, L2’ye ulaştığı zaman ısı kalkanını ve üç parça halindeki aynasını sorunsuz bir şekilde açması, ardından teleskobun en doğru sıcaklıkta en doğru konuma getirilmesine gerektiği. Bu aşamalar sorunsuz gerçekleşirse, JWST, Yıldız Savaşları’ndaki Yıldız Destroyerlerini anımsatan görüntüsüne bürünerek Dünya’nın Evren’e bakan gözü olarak faaliyete geçecek.

“Medeniyete en büyük katkılarımızdan biri”

JWST, 2.5 milyar dolarlık Curiosity projesinden bu yana astronominin en zor görevi. Curiosity, 6 Ağustos 2012’de Mars atmosferine 20 bin kilometre hızla girmiş, dev paraşütü onu serbest bıraktıktan sonra iniş motorlarıyla Gale Krateri’ndeki belirlenen noktaya iniş yapmıştı. NASA’nın ölüm sessizliğiyle takip ettiği 7 dakikalık inişin bir benzeri, 2018’de tekrar yaşanacak. Yeni görev, James Webb’in sorunsuz bir şekilde açılması ve konumlanması olacak.

James Webb hedeflenen noktaya ulaştıktan sonra onu durdurabilecek bir etkenin ortaya çıkması zor. Zira en hafif ikinci metal olmasına rağmen en sert elementlerden biri olan berilyumdan yapılma 2.5 milimetre kalınlığındaki aynalar, son derece sağlam. Grafit bileşikler, nikel çelik alaşım ve titanyum kullanılan gövdesiyle, JWST’un esneme payı ise maksimum ’32 nanometre.’

James Webb’in L2 noktasında 5-10 sene görev yapması bekleniyor. Ancak tahminleri fazlasıyla aşan Mars keşif robotu Opportunity, Güneş Sistemi dışına çıkan ilk uzay aracı olan Voyager-1 ve görevine yorulmadan devam eden Hubble gibi James’in de ne yapacağı belli olmaz. Teleskobun henüz aynalarının hazırlandığı günlerde Scientific American’a konuşan JWST element yöneticisi Lee Feinberg, beklentilerini şu şekilde özetlemişti: “James Webb, neslimizin medeniyete olan bir katkısı. Sonsuza dek gönderildiği yerde kalmayacak. Ama belki de bir gün gelecek nesiller büyük teleskoplarla onu gözleyebilecek.”

Belki de, James Webb’in uzay tozuyla kaplanan ve radyasyonla hırpalanan dev altın aynası, bir gün Dünya dışı yaşama dair ilk delili elde edecek?

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Yuttuğu kırkayak karnını parçaladı

Makedonya’da geçtiğimiz yıl arazi çalışması yapan bir grup araştırmacı, tüyler ürperten bir sahneyle karşılaştı. Bir yılanın karnından dışarı çıkmış dev bir kırkayak bulan araştırmacılar, otopsi sonucu kırkayağın avını içten yiyerek parçaladığı sonucuna ulaştı.

Makedonya’da bulunan bir yılanın yaşadığı korkutucu son, vahşi doğanın acımasızlığına en iyi örneklerden biri olarak belirdi. Ölü bir yılanın karnından dışarı uzanana dev bir kırkayak bulan araştırmacılar, yılanın yuttuğu avı tarafından içten parçalanarak öldüğünü tespit etti.

Yılanı ve kırkayağı bulan ekipte yer alan Belgrad Üniversitesi’nden Ljiljana Tomovic, “Neye uğradığımızı şaşırdık. Hiçbirimiz böyle bir şeye tanık olmamıştık” ifadesini kullandı.

“neye uğradığımıza şaşırdık”

centipede_mobilTomovic ve meslektaşları, Makedonya, Yunanistan ve Arnavutluk arasında bulunan Prespa Gölü’ndeki Golem Grad adasında 14 Mayıs 2013’te yapılan arazi çalışmasında, kertenkeleleri etiketlemekle uğraşırken korku dolu sahneyle karşılaştı. Araştırma ekibindeki Dragan Arsovski, kertenkele bulma amacıyla bir kayayı ters çevirdiğinde, iç içe geçmiş yılan ve kırkayağı buldu.

Yaklaşık bir yıl sonra Ecologica Montenegria dergisinde yayımlanana araştırmada, Vipera ammodytes türü olduğu belirtilen şanssız yılanın yaklaşık 20 cm boyunda genç bir dişi olduğu belirtildi. Avcısını parçalayan dev kırkayak ise yaklaşık 15 cm uzunluğundaki Scolopendra cingulate olarak belirtildi.

Yılanın içini boşalttı

Livescience sitesine bilgi veren araştırmacılar, kertenkele ve kaplumbağanın yanı sıra çok sayıda kuşun yaşadığı adada yılanların en etkin bir avcı olduğunu, aynı zamanda kırkayakları da zorlanmadan yediklerini belirtti. Ancak çok nadir rastlanan olayda, dişi yılanın avının boyutunu göz ardı ettiğine dikkat çekildi.

Araştırmacılar, dev kırkayağın yılanın içinden çıkmak için neredeyse tüm iç organlarını parçaladığını ve bir nevi avının içini boşalttığını belirtti. Yılan feci şekilde ölürken, kırkayak da kendisini tamamen yutan avından kurtulmaya çalışırken öldü.

Yetişkin dev bir kırkayağı öldürmenin çok zor olduğunu belirten araştırmacılar, yılanın en büyük hatasının, avını canlı yutması olarak belirtti.

Oculus Rift ile başka bir insanın bedenine girin

Oculus Rift, insan vücudunu tamamen sanal bir dünyaya aktaracak donanımların anahtarı olarak görülüyor. Video oyun dünyasından iletişim teknolojilerine kadar teknoloji dünyasına birçok yenilik getirecek olan başlık, düşünülenden çok daha büyük bir potansiyel barındırıyor. Zihin ışınlanması, buna iyi bir örnek olabilir.

Facebook, son bir yıl içinde kurduğu yapay zeka laboratuvarları ve uydularla geliştirmeye çalıştığı küresel internet projesiyle sadece kağıt üzerinde değil, fiziksel olarak gerçek bir teknoloji devine dönüşmeye başladı. Fütürist dünyanın temellerini kuran firmalardan biri olan Facebook’un en büyük yatırımı ise 2 milyar dolarlık Oculus satın alımı gibi görünüyor.

Tron’la başlayarak Johny Mnemonic ile hız kazanan ve Transcendence ile bilim kurgu serüvenine devam eden VR teknolojisi, yakın gelecekte beyaz perdenin dışına çıkarak beynimizi gerçekliğin çok farklı boyutlarına taşıyabilir. Barselona’da gerçekleştirilen fantastik deneyler, Oculus Rift ve VR teknolojisinin insan beyniyle nasıl etkileşime geçeceğine dair en harika örneği oluşturuyor.  Pompeu Fabra Üniversite öğrencilerinin kurduğu BeAnotherLab, görsel gerçekliği ‘insanlara geçici yeni bedenler kazandırmak’ için kullanıyor.

Grup, insanlara dünyayı bir başkasının gözünden göstererek empatiyi, toleransı ve kendini anlama yeteneğini geliştirmeyi amaçlıyor. Bu amacı gerçekleştirmek için başlatılan ‘The Machine To Be Another’ adı verilen proje, adından anlaşılacağı gibi ‘bir başkası olmayı sağlayacak makineyi’ sunuyor.

Makineyle yapılan birçok deney, insanlar arasındaki farklı etkileşimleri konu alıyor. Bir tanesinde, felçli bir kadın balerinin, Senegalli dansçı Youssoupha Diop’un vücuduna girerek dans etmesi bile sağlanmış. Ancak kesinlikle en etkileyici deney, kadın ve erkeğin vücut değiştirme tecrübesi.

‘Çıldıracağımı sandım’

The Verge yazarı Aaron Souppouris’in bizzat denediği vücut değişimi, dünyayı bir başkasının gözünden görmenin olağanüstü etkilerini ortaya koyuyor.

Deneyde, Aaron ve 29 yaşındaki Alman antropolog Norma’ya Oculus Rift başlığı ve hareketlerini eş zamanlı başlığa aktaracak donanım giydiriliyor. Aaron, gözlerini açtığı anda kendisine söylenen hareketleri yapmaya başlıyor ve hareketlerinin farklı kol ve bacaklar tarafından gerçekleştirildiğine tanık oluyor.

Deneyin ikinci aşamasında, BeAnotherLab kurucularından Philip Bertrand yaklaşıyor ve Aaron’a el salladıktan sonra elini sıkmak istiyor. Aaron’ın ağzından çıkan ses, Norma’nın sesi olarak beynine doluyor, salladığı ve daha sonra Bertrand’a uzattığı el de Norma’nın eli oluyor. Aaron, hangi vücuda sahip olduğunu anlayamadığı dakikaları ‘çıldırmak üzereydim’ diyerek ifade ediyor.

Yarım saat sonra, deneyin son aşamasına giren Aaron’a, Norma’ya ait eşyalar gösteriliyor. Ardından, aynada kendi suratına bakıyor. Bu esnada Norma da kendini süzüyor. Aaron’a gözlerini kapaması söyleniyor. Gözlerini açtığında ise kendisini yeni bir bedende buluyor.

Zihnin görsel gerçeklikle imtihanı

BeAnotherLab’in deneyleri, Stockholm’de bulunan Group Ehrsson ve yine Barselona’da çalışmalar yapan Event Lab gibi nöroloji ve bilimi bir araya getirmeye çalışıyor. Nihai amaç, zihin ve kendimiz arasındaki karmakarışık ilişkiyi biraz anlayabilmek.

Bertrand, İtalyan nörofizyolog Giacomo Rizzolatti’nin keşfettiği ‘ayna nöronlar’ sayesinde, ‘ben’i keşfetmenin ‘biz’ olamadan mümkün olmayacağını anladıklarını söylüyor. Kısaca, her erkeğin kadın; kadının erkek olduğu ve aslında etnik farklılıkların yer almadığı bir dünyanın anlaşılması amaçlanıyor. Farklılık, anlayışsızlık ve mesafenin değil, empatinin ortaya çıktığı bir dünya…

Bilimin kendilerine sunduğu ilginç senaryoları bir video oyun başlığıyla keşfetmeye çalıştıklarını belirten Bertrand, belki de bir gün Facebook’a en büyük iyiliği yapan insanlardan biri olacak.

Video oyun dünyası 2013’te 100 milyar dolarlık bir piyasa haline geldi. VR teknolojisinin sadece oyun değil, nöroloji ve sanat dünyasında da açabileceği kapılar düşünülünce, Facebook’un oldukça isabetli bir yatırım yaptığı söylenebilir.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

‘Hz. İsa evliydi’ [Güncellendi]

Bilim insanları antik Kıpti dilinde yazılmış bir papirüsün, Hz. İsa’nın evlenmiş olduğuna dair en büyük delil olabileceğini belirtti. Yırtık papirüs parçasının sahte olmadığı açıklandı.

İlk olarak 2012 yılında Roma’da sunulan ve ‘Gospel of Jesus’s wife’ adı verilen papirüs parçasının, sahte olduğuna dair hiçbir delil bulunamadı. M.S 659 ile 869 yılları arasında yazıldığı düşünülen papirüs, Hz. İsa’nın evlenmiş olduğuna dair en büyük delili oluşturuyor.

Hz. İsa ve havarileri arasında geçtiğine inanılan bir konuşmanın kabaca yazıldığı 8×4 cm ölçülerindeki papirüs, “İsa onlara, benim karım… havarim olabilir” ifadesini içeriyor.

Harvard Theological Review dergisinde yayımlanan ve papirüs üzerinde son iki yılda gerçekleştirilen analizleri içeren araştırmada, papirüsün daha çok Hıristiyanlıkta geçmişe uzanan tartışmalara değiniyor olabileceği belirtildi. Papirüsü ortaya çıkaran Harvard Divinity School Profesörü Karen King, ‘İsa’nın evli olduğuna dair kesin delil bulmadıklarını ancak ideal yaşam şeklinin bekarlık olup olmadığına uzanan bir tartışmaya ait ipucu bulmuş olabileceklerini’ söyledi.

“papİrüs sahte değİl”

King, “Papirüsteki ifadenin ana konusu, anne veya eş olan kadınların İsa’nın havarisi kabul edilebileceği yönünde. Bakirliğin çok önemli kabul edildiği Hristiyanlığın ilk dönemlerinde yaşanan bir tartışma… Elde ettiğimiz yeni bilgi, Hz. İsa’nın medeni halinin, evlilik, bakir kalma ve aile konularında nasıl bir rol oynadığına konusunda düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak” dedi.

İlk liderlerden biri kadındı

İsa’nın annesi, eşi ve Mary (Meryem) adındaki bir havarisi hakkında konuştuğu antik papirüsü kimin yazdığı bilinmiyor. Akademik arşivlerde ortaya çıkarılan papirüsün, Roma döneminde Mısır’da konuşulan Kıpti dilinde yazılmış olması sebebiyle antik Mısır’dan geldiği düşünülüyor.

Papirüs hakkında Washington Post’a açıklama yapan Yeni Ahit araştırmacısı Profesör Hal Taussig, ‘çok önemli bir keşif yapıldığını ve İsa’nın havarilerinden Mecdelli Meryem’in Hristiyanlığın ilk dönemlerinde önemli bir lider olduğuna işaret ediyor olabileceğini’ ifade etti.

Taussig, “Araştırmalarda bugüne kadar kullandığımız neredeyse her belge, bir başka belgenin kopyasının kopyasının kopyası. Ancak bu sefer, elimizde orijinal bir kaynak var” yorumunu yaptı.

Harvard Divinity School, MS 741 yılına ait olabileceği ifade edilen papirüsün yapıldığı maddeden el yazısına, tarihsel uyumluluğuna ve mürekkebine kadar her detayı incelediklerini ve orijinal olduğunu doğruladıklarını belirtti.

Güncelleme: Harvard Theological Review tarafından yayımlanan araştırmaya kaynak olan papirüs parçasının, iki yıl sonra sahte olduğu anlaşıldı. Sahte papirüsü Harvard Divinity School’dan profesör Karen King’e Alman Walter Fritz’in verdiği ve bu kişinin sahte keşfin duyurundan birkaç hafta önce www.gospelofjesuswife.com web sayfasını açtığı anlaşıldı. Fritz’in bu sayfada başka sahte kaynaklara da yer verdiği anlaşıldı. Harvard Theological Review, papirüsün sahte olduğunun anlaşılmasına rağmen “kurul onayından geçtiği ve araştırma yayımlandığı için” makaleyi geri çekmeyi reddetti.

Teknoloji devlerinin geleceği inşa edeceği fütürist kampüsler

Apple’ın uzay üssünü andıran yeni kampüsüne ait çizimlere yaklaşık iki yıldır rastlıyoruz. Apple gibi hizmet ve ürünlerinin yanı sıra çalışan sayılarıyla da giderek büyüyen teknoloji devleri, yaratıcılıklarına ev sahipliği yapacak yeni kampüsler tasarlıyor. Apple, Amazon, Google ve Facebook’un detayları belli olan yeni kampüsleri, teknoloji devlerin itici gücü olan vizyonları hakkında da açık bir görüş veriyor.

Robot inşa etmeye başlayan Google, insansız hava aracı geliştiren Amazon, yapay zeka laboratuvarları kuran Facebook ve giyilebilir teknolojilere iyi bir başlangıç yapmaya hazırlanan Apple, kapitalizmin bile sınırlarını zorlayan devlere dönüştü. Google, Virgin Galactic ve Microsoft’un da ortak olduğu Plantary Resources (Gezegen Kaynakları) şirketiyle asteroit madenciliğine de el attı. ABD’li devleri yakından izleyen Samsung ise grafen araştırmalarıyla elektronikte çığır açmaya hazırlanıyor.

Teknolojiyi, dolayısıyla dünyayı yönlendiren şirketlerin vizyonlarını bugün en iyi temsil eden yönleri, birkaç yıl içinde hayata geçirmeyi planladıkları kampüsleri. Her türlü ihtiyacı karşılayan bir kasabadan, devasa biyoteknolojik kubbelere kadar uzanan yeni nesil teknoloji kampüsleri, bizleri bekleyen fütürist gelecek hakkında da bir sinyal veriyor: Neden bir sonraki kampüsler uzayda inşa edilmesin?

Campus 2

Detayları Cupertino Belediyesi’nde saklı olan Apple kampüsüne ait bilgiler, geçtiğimiz yıl iyice çoğaldı. 2.6 milyon metrekareye yayılması planlanan ‘Campus 2’ye ait çizimler, açıkçası beklenenden daha etkileyiciydi.

Çizimlerde, 492 metrelik çapıyla Pentagon’dan bile büyük olan ana binanın uzay dairesine benzeyen görünümü, devasa otoparkın detayları, içeriden dışarıdaki bahçeye taşan kafeterya ve cam bir hol aracılığıyla ulaşılan yeraltı oditoryumu gözler önüne serildi.

Cupertino’nun kuzeyinde yer alacak kampüsün ‘ana gemisi’, 176 dönümlük alan kaplayacak. Dört katlı dev dairenin altında, iki bin araçlık kendi otoparkı bulunacak. Ağırlıklı olarak Ar-Ge projeleri için kullanılacak olan Campus 2, tam 13 bin mühendisin ofisi olacak. Silikon Vadisi’nin dört bir yanında gezinecek shuttle’lar, gece gündüz mühendisleri taşıyacak.

Apple’ın mali şefi Peter Oppenheimer, Ekim 2013’te San Jose Mercury News’e yaptığı açıklamada, ‘ekip çalışması ve entegrasyonu sağlamak için kare veya dikdörtgen yerine, yürümesi daha kolay olay daire şeklini tercih ettiklerini’ belirtti. İster uçan daire, ister donut deyin, Apple’ın yeni kampüsü efsane CEO Steve Jobs’ın deyişiyle ‘dünyanın en iyi ofisi’ olacak gibi.

Amazon’un biyo-kubbleri

Amazon’un, merkezi olan Seattle’da üç yeni dev ofis binası inşa etmek istediği geçtiğimiz yıldan bu yana biliniyor. Ancak Apple’dan etkilenmiş olmaları muhtemel Amazon yöneticileri, üç dev kule değil, kubbe istiyor.

Seattle’da üç caddeyi kaplayacak kubbeler, toplamda 3 milyon metrekarelik bir alana yayılacak. Çizimlere bakanlara Açlık Oyunları filmlerindeki hayatta kalma mücadelesi verilen dev kubbeyi hatırlatan cam kuleler, belediyeden onay çıkması halinde inşa edilecek.

Uzunlukları 130-150 metre arasında olacak cam kubbeler, içlerinde yetişkin ağaçlar bulunduracak. Doğal olarak turistlerin de ilgi göstereceği kubbelerin etrafı kamuya açık olacak. Hatta, kubbelerin dışında mağazalar açılması olasılığı da var.

Amazon, kubbelerin etrafına 3 metre genişliğinde bisiklet yolu yapmayı da düşünüyor. Kubbeler ile çevredeki diğer binaları ise birbirinde köpek parkları ayıracak. Çalışanların dev bir kemer halindeki kapıdan içeriye adım atacakları cam kuleler, adapte olması zor bir ofis olabilir.

Yeni Googleplex

Googleplex kampüsünün yer aldığı Mountain View’den bisiklet mesafesinde inşa edilecek yeni tesis, Apple ve Amazon’un projelerine göre daha küçük: Sadece 1 milyon metrekare. Ancak Google, yeni kampüsünün inşa edilme amacıyla büyüklüğü birinci planda tutmadığını da belirtti. Google ‘Yeşil Ekip Operasyonları ve Yenilikleri’ birimin başında yer alan David Bennett, ‘çevresel sürdürülebilirliği sağlayacakları, en sağlıklı çalışma ortamını oluşturacaklarını’ belirtti. Öyle ki, tuvaletlerin kanalizasyon sisteminden bağımsız, atığı gübreye dönüştüren özellikte olması planlanıyor.

Google’ın yeni kampüsü, ne kubbe ne de dairelerden oluşacak. Tersine, bumerang şeklindeki, Bay View adı verilen 42 dönüm araziyi kaplayacak binalar düşünülmüş. Amazon’un kubbelerini de tasarlayan Seattle merkezli NBBJ şirketinin mimarı olduğu 9 bumerang, dokuz kat içerecek.

Kampüsün mimari özellikleri, dağınık görünümünde yatıyor. Sabah ve öğlen güneşinin neden olduğu ısıyı azaltmak için binaların doğu ve batıya bakan köşeleri daralacak şekilde tasarlanmış. Çalışanlar arasındaki yürüme mesafesini maksimum 2.5 dakika kılmak için de, binalar köşelerden uzanan merdivenlerle birbirine bağlanıyor.

İş verimliliğini artırmak için, bumerang binaların genişliği sadece 24 metre olacak. Çalışanlar birbirlerine son derece yakın olacak ve herkes ve her nesne doğal ışıktan yararlanacak. Kafeterya, oyun odaları ve uyku kabinleri doğal ışık ve temiz havadan en çok faydalanacak şekilde tasarlanacak. The Next Web’in verdiği bilgiye göre, 3500-5000 bin çalışana ev sahipliği yapacak yaklaşık 5 milyar dolar bütçeli ‘güneş mabedinin’ açılışı, bir yıl ertelenerek 2016’ya sarktı.

Anton Menlo

Çalışanları için yeni bir tesis inşa edeceğini geçtiğimiz yıl duyuran bir diğer teknoloji devi Facebook. Ancak Facebook’un bir kampüs değil, bir kampüs inşa ettiğine dikkat çekmek lazım. Anton Menlo adı verilen kasaba projesinde San Francisco merkezli St. Anton Partners ile çalışan Facebook, temel olarak işten eve dönme sıkıntısı çeken çalışanlarının derdine çözüm sunmak istiyor.

Business Insider’ın verdiği bilgiye göre, 580 bin metrekarelik alana yayılacak kasabada 394 daire bulunacak. Dairelerden 35’i stüdyo, 208’i tek yatak odalı, 139’u çift yatak odalı ve 12 tanesi de üç yatak odalı olacak.

İnşasına Ekim 2013’te başlanan 120 milyon dolarlık Anton Menlo, 24 ay içinde tamamlanacak. Çalışan kasabası tamamlandığında, sosyal aktiviteler ve temel ihtiyaçlar için ayrılmış 1225 metrekarelik tesisler de hizmete sunulacak.

Facebook merkezinin bulunduğu Menlo Park’ta yer alacak Anton Menlo, cafe, süpermarket ve bar içerecek, bisiklet tamircisi bile bulunacak. Dahası, köpek parkı, hayvanlara özel spa merkezi ve köpek gezdirme hizmeti sunulacak. Yoga ve fitness tesisi kapalı havuzlarla bütünleşecek, dev teraslarda manzaralı eğlence mekanları inşa edilecek.

ABD’li analistler, sanayi devriminin en üretken olduğu 20’inci yüzyılda fabrikaların inşa ettiği işçi kasabalarının, Facebook’la bir nevi geri döndüğünü belirtiyor. Ancak 21’inci yüzyılın kasabası, geçmişten şüphesiz çok farklı.

Samsung’un asma bahçeleri

ABD merkezli teknoloji devlerinin ardından, rakiplerinden asla geri kalmayacak Güney Koreli Samsung’da yeni bir kampüs projesi peşinde. Silikon Vadisi’ndeki varlığını artırmayı amaçlayan Samsung, aynı zamanda gelecek nesillere ilham verecek fütürist bir merkez istiyor.

San Jose’de inşa edilecek kampüs, iki tane 10 katlı kule içerecek. Ar-Ge tesislerinin ağırlıkta olacağı kampüste ayrıca bir veri merkezi ve bir ‘temiz oda’ bulunacak. Basketbol sahaları, oyun alanları ve kafeteryalar sosyal etkileşimi güçlendirecekken, ekip çalışmasını artırmak için kampüs geneline dağılmış ‘takım işbirliği alanları’ yer alacak.

1 milyon metrekarelik alana yayılacak olan Samsung kampüsü, yüksek maaşlı 2500 çalışan için ofis görevi görecek. Kulelerde, ofislerin dışındaki koridorların ve yürüme alanları açık olacağı gibi bahçelerle donatılacaklar. Çeşitli çiçek ve bitkilerle donatılacak olan koridorlar, parkta yürüyüş hissi kazandıracak. Ofisler, atriyum ve lokantalarla birleşecek. Bahçeler ve sosyal mekanlarla iç içe düşünülen tasarımdaki amaç, çalışanları sürekli enerjik tutarak iş verimliliğini artırmak.

Amazon ve Google gibi yeşile son derece uyumlu olması istenen Samsung kampüsünün dış yüzeyi beyaz metal ve camdan oluşacak. Bu şekilde, güneşten gelen yüksek ısının engellenmesi ve ofislerin doğal gün ışığıyla dolması sağlanacak. 2015’in ortalarında tamamlanması beklenen kampüsün mimarı, anlaşılacağı gibi yine NBBJ. Hangi firmanın kampüsü en güzel olacak tartışılır ama yüzü en çok gülen firma çoktan belli.

MWC 2014’te sunulan yeni teknoloji harikaları

Teknoloji dünyasının en önemli sahnelerinden biri olan Mobil Dünya Kongresi, her yıl olduğu gibi Şubat’ta Barcelona’da düzenlendi. Giyilebilir ve 4K görüntü teknolojisinin sunduğu yeni ürünlerle tüketicilerin karşısına çıkan büyük markalar, aynı zamanda mobil aksesuar ve bilgisayar alanında da kozlarını gözler önüne serdi.

Dünyanın en büyük mobil etkinlikleri arasında yer alan MWC, 2014’te geçtiğimiz yıllara kıyasla çok daha büyük ilgi topladı. Samsung, Sony, LG ve Nokia gibi büyük markalar tüketicileri şaşırtarak yüksek bütçeli ürünlerini gözler önüne sererken, fuarın henüz ilk adımlarını atan giyilebilir teknolojilerin gerisinde kalmasına izin vermedi.

Barselona’da beş gün süren fuar, adına yakışır şekilde çok sayıda mobil cihazın tanıtımına tanık oldu. iPhone aksesuarlarından Bluetooth kulaklıklara ve akıllı saatlere kadar birçok yan ürünün de sunulduğu MWC 2014, katılımcılar için kesinlikle geçmiş yıllara kıyasla daha heyecan verici bir ekinlik oldu.

Digitt olarak MWC 2014’ün teknoloji seviyesini gözler önüne seren en ilgi çekici ürünlere kısaca göz attık:

1- Samsung Gear Fit

Samsung’un ilk akıllı saati Galaxy Gear’a kıyasla oldukça fütürist bir görünüme sahip olan Gear Fit, bir saatten çok kol bandı olarak belirdi. Temel özelliği yürüme, koşma ve bisiklet gibi spor faaliyetleri esnasında istatistik toplamak olan Gear Fit, esnek OLED ekranında sınırlı kaldığı fonksiyonlar kadar bilgi sunabiliyor. Yine de uzun batarya ömrü ve çekici tasarımıyla Gear’dan daha fazla ilgi çekeceğe benziyor.

2- Yotaphone 2

Moskova merkezli mobil firması, ikinci telefonuyla MWC 2014’te boy gösterdi. İlk çift ekranlı akıllı telefon olan YotaPhone, kıvrımlı köşelere sahip ikinci modelinde 5 inç ekran, dört çekirdekli Snapdragon 800 işlemci ve Android 4.4 (Kit Kat) işletim sistemiyle yüksek bir performans sunuyor. Telefonun ikinci dokunmatik ekranı, temel fonksiyonlar yerine e-kitap okumak için düşünülmüş.

3- Nokia XL

Nokia, içerik telefonları üretmeye bayılan bir firma. MWC 2014’te sunulan XL, bu yelpazedeki ürünlerin biraz daha büyümüş modeli. 5 inç ekran genişliği bulunan XL, 1 GHz çift çekirdekli işlemciye ve 768 MB RAM’e sahip. 480×800 çözünürlükte ekranı ve 5 MP kamerası bulunan telefonun en çekici özelliği, çift SIM kartı desteklemesi.

4- The Blackphone

Eğer Edward Snowden’ın anlattıkları sizi etkilediyse, mahremiyetinizi korumak adına akıllı telefonunuzu Blackphone’a çevirebilirsiniz. Android PrivatOS işletim sistemiyle çalışan Blackphone, Büyük Birader’i engellemek için tasarlandı. İspanyol Geeksphone firmasının geliştirdiği telefon, telefon görüşmelerinizi ve mesajlarınızı şifreliyor, üçünü parti yazılımlar üzerinde daha etkin bir kontrol sağlıyor. ABD’li Silent Circle firmasıyla geliştirilen telefon için ‘NSA geçirmez’ ifadesi ne kadar doğru, merak konusu.

5- Upp hidrojen yakıt pili

Intelligent Energy şirketinin geliştirdiği Upp, taşınabilir şarj cihazlarının bir üst modeli. Şarj edilmesi gerekmeyen ‘yakıt hücresi’, hidrojen kartuşuna hafif sert dokunmanızla kullanılabilir hale geliyor. 500 gram ağırlığındaki çubuk görünümlü şarj aleti, akıllı telefonunuzu tek kartuşla 5 defa şarj edebiliyor.

6- Samsung Galaxy S5

Samsung’un yeni amiral gemisi, beklendiği gibi parmak izi tarayıcısıyla geldi. Dört çekirdekli Qualcomm Snapdragon 801 işlemcisiyle süper bir hız kazanan S5, 5.1 inç 1080p Super AMOLED ekrana, 16 MP kameraya sahip. Android 4.4 (Kit Kat) ile çalışan S5, aynı zamanda Touchwiz arayüzü kullanıyor. S5, gelişen kamera özellikleri ve artan performansının yanı sıra, sahip olduğu IP67standartıyla su ve toz geçirmiyor.

7- iPro Lens System

Apple MWC’de veya benzer uluslararası fuarlarda doğrudan yer alan bir marka değil bildiğimiz gibi. Ancak bu iPhone aksesuarları üreten Schneider Optics gibi firmalara bir engel değil. MWC 2014’te görücüye çıkan iPro Lens System, makro, geniş açı, süper geniş açı, balık gözü ve telephoto gibi değiştirilebilir lenslerden oluşan bir kamera aksesuarı. iPro Lens System, iPhone 5/5S, 4/4S ve iPad modellerinin yanı sıra, Samsung Galaxy S4’e de uyumlu.

8- Yezz Andy AZ45

Evet, Nokia ucuz ve şık içerik telefonları sunmak konusunda son derece başarılı. Yezz Andy AZ4.5, telefonu sadece SMS atmak ve konuşma yapmak için kullanmak isteyenlere yeni bir seçenek sunuyor. 1.2 GHz çift çekirdekli işlemcisi bulunan AZ4.5, kolay kullanım için büyük ikonlar ve ses asistanı da içeriyor. Android tabanlı telefon, acil kullanımlar için arkasında bir SOS butonu bulunduruyor.

9- Lenovo Yoga HD+

Çinli PC devi Lenovo, oldukça çekici Yoga HD+ ile MWC 2014’te kendisini göstermesini bildi. 1920×1200 Full HD çözünürlüğe sahip 10 inç ekranı bulunan Yoga HD+, dört çekirdekli Qualcomm Snapdragon 400 işlemcisi barındırıyor. Android 4.3 ile çalışan Yoga HD+, 8 MP kamerası bulunan tablet yaklaşık 600 gram ağırlığında. En büyük özelliği ise 18 saate çıkan batarya ömrü.

10- HP ElitePad 1000 G2

İş dünyası için sunulan 8.1 inç ekran genişliğindeki ElitePad 1000, 64-bit Intel işlemcisinin sunduğu performansı HDMI girişi, birçok iş uygulamasıyla gelen IT yazılımı ve iki kamerasıyla tamamlıyor. HP’nin ‘iş için en iyi çözüm’ sloganıyla tanıttığı G2, boş vakitlerde oyun oynamak için de son derece ideal.

11- HP Pavilion x360

Hibrit bilgisayarlara halen alışamamış olabilirsiniz. Ancak birkaç saniyede dizüstü-tablet dönüşümü geçiren Pavilion x360, tasarımıyla en iyi taşınabilir bilgisayarlardan biri olmaya aday. Yaklaşık 1.5 kg ağırlığındaki x360, 11.6 inç genişliğinde, yüksek çözünürlüklü SVA ekrana sahip. Intel Pentium işlemci, 8GB RAM ve 500GB hard disk içeren x360, HP TrueVision HD webcam ile hangout kalitesini artırmaya hazır.

12- Huawei E5786

Dünyanın en hızlı Mifi’ı olarak lanse edilen E5786, telefonunuzu hotspot olarak kullanma derdine ebediyen son verebilir. LTE ağlara bağlanma özelliği de bulunan E5786, 300Mbps veri indirme hızı sunuyor. Birçok cihazla uyumlu olan E5786, Wi-Fi 802.11a/b/g/n ve 802.11ac standartlarını destekliyor.

13- Plantronics Voyager Edge

Oldukça şık bir Bluetooth kulaklık olan Voyager Edge, ilk testlere göre yerel aramalarda kusursuz bir ses kalitesi sunarken, uluslararası telefon görüşmelerinde az da olsa cızırtı yapabiliyor. Kulaklık, sesle aktif edilebilmesinin yanı sıra gürültü filtreleme özelliğine sahip. Taşınabilir şarj çantasıyla satılacak olan Voyager Edge, üç farklı renkle sunulacak.

14- Sony Xperia Z2

Xperia ailesinin her ferdi gibi su geçirmez olan Z2, mobil dünyanın 4K (4096x2160p) video çekim yapabilen ilk telefonu olma özelliğini taşıyor. Full HD 5.2 inç ekranı bulunan telefon, 2.3 GHz dört çekirdekli Qualcomm işlemci kullanıyor. Android’in en yeni versiyonu 4.4.2 (Kit Kat) ile çalışan Z2, 20.7 MP kamerasıyla fotoğraf ve video çekmeye bayılanlar için çok cazip bir seçenek.

15- Sony Xperia Z2 tablet

Sadece 6.4 mm kalınlığındaki Z2 tablet, 2014’ün en çekici ürünlerinden biri olacak. 10.1 inç ekran genişliğindeki Z2 tablet, 2.3 GHz Snapdragon 801 işlemcisi ve dört çekirdekli Krair merkezi işlemci birimine sahip. Performansını 3GB RAM ile bütünleyen Z2 tablet, sadece Wi-Fi ile LTE/3G modele de sahip. İki modelin ağırlıkları sırasıyla 426 ve 439 gram.