Snapchat Y kuşağında hızla yükseliyor

Snapchat, Y kuşağı kullanıcıları arasında hızla yükseliyor. Yeni bir araştırmaya göre, Snapchat Y kuşağının en çok kullandığı üçüncü sosyal ağ oldu.

comScore tarafından ABD’de yapılan yeni bir araştırma, Y kuşağının en popüler üç uygulamasını belirledi. 18-34 yaş arası kullanıcıların akıllı telefonlarında en çok kullandıkları uygulamaları belirleyen araştırmada, Facebook yüzde 75.6 ile birinci oldu. Facebook’u yüzde 43.1 ile Instagram, yüzde 32.9 ile Snapchat takip etti.

Sıralamada en hızlı yükseliş gösteren uygulama ise Snapchat oldu. comScore verilerine göre, sosyal ağın Kasım 2013’te Y jenerasyonu tarafından kullanım oranı sadece yüzde 12.1’di. Aynı ay içinde, Facebook sosyal ağı satın almak için 4 milyar dolarlık teklifte bulunmuştu.

Facebook peşinden gelmeye çalışıyor

Facebook teklifini reddederek risk alsa da, Snapchat genç ve yetişkin kullanıcılar arasındaki kullanımını artırmayı başardı. Yine comScore’un Nisan 2013 verilerine göre, Snapchat’in 25-34 yaş arası kullanım oranı yüzde 18’e ulaştı. 18-24 yaş arası grupta kullanım oranı yüzde 50 olan Snapchat’in Y kuşağı ortalaması yüzde 32.9 olarak belirdi.

TechCrunch, Z ve Alpha gibi geleceğin jenerasyonlarını etkileyecek sosyal medya akımında Snapchat’in önemli bir yer tuttuğunu ve Facebook’un gizlilik konusunda yaşadığı sorunlardan avantaj elde ettiğini belirtti. Facebook, Snapchat benzeri Slingshot uygulamasıyla hayal kırıklığı yaşamıştı.

Xiaomi’nin başarısını borçlu olduğu stratejinin içinde neler var?

Ekonominin hızla gelişmesi, mobil girişimciler için en büyük piyasayı temsil eden Çin’de büyük değişimlere kapı aralıyor. Bir zamanlar Batılı ülkelere montaj hizmeti veren fabrikalarla dolu Çin’in yerel markaları, bugün küresel piyasanın dengeleri değiştirebilen oyuncuları konumunda. En iyi ve son örnek ise şüphesiz Xiaomi.

Çin’deki hızlı ekonomik büyüme, on yıllardır Batı’ya ucuz üretim sunan topraklardaki üretici ve girişimlerin ayağa kalkmasını sağladı. ZTE, Huawei, Lenovo gibi yeni stratejiden yoksun firmaların ardından kendini gösteren Xiaomi Tech, düşük bütçeli tüketicilerin oluşturduğu bir niş elde etmekle bile çabalamadan Çin’in bir numaralı akıllı telefon üreticisi olmayı başardı.

Canalys tarafından açıklanan verilere göre, Xiaomi 2013’ün ikinci çeyreğinde 5 milyon olan akıllı telefon satışlarını bir yıl sonra üç katına çıkararak Huawei, Lenovo ve Samsung’u geride bıraktı. Android’in ‘amiral gemisi’ olarak tanımlayabileceğimiz her bütçeye uygun Samsung telefonların satışları ise Nisan-Haziran döneminde geçtiğimiz yıla kıyasla 2.3 milyon azalarak 13.2 milyona geriledi.

Batı dünyası tarafından adı duyulmamış Xiaomi’inin Çin piyasasını ele geçirmesi, dünyanın en büyük mobil piyasasındaki dinamiklere daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini gösterdi. Zira, Xiaomi’nin ani başarısına göz atıldığında dev firmaların neleri gözden kaçırdığını görebiliriz.

Çin, Çin, Çin!

Xiaomi, diğer yerel firmalara ve HTC ile Samsung gibi Güneydoğu Asya’nın büyük markalarına göre akıllıca bir strateji benimsedi. Firmanın en akıllıca kararı, dünyaya açılmak yerine tüm güçlerini ilk önce Çin piyasasına odaklamaları oldu.

Her 10 telefondan 4’ünün satıldığı Çin, son bir yılda yüzde 14 büyüme gösterdi. Xiaomi, aynı süreçte yüzde 240 büyüyerek bu piyasadan en büyük payı kapan firma oldu. Dikkat çekici bu büyüme, Xiaomi’nin LG’yi koltuğundan ederek bir anda dünyanın en büyük beş akıllı telefon üreticisi arasına girmesini sağladı.

Xiaomi başarısındaki ikinci önemli nokta, rekabetçi fiyat stratejisi. Xiomi Redmi Note gibi düşük bütçeli modellerin yanı sıra, amiral gemisi Mi4 460 doları aşmıyor. Teknolojisiyle rakiplerinden eksiği olmayan telefonlar, parçaların satın alınma ve montaj maliyetine eşit fiyatta satılıyorlar. Her telefon, 1.5 yıla yakın piyasada tutuluyor ve bu süre içinde fiyatların azalması, satışları da artırıyor.

Xiaomi, internet hizmetleri, uygulamalar ve oyunlara odaklanarak düşük fiyatlı satışların açığını fazlasıyla kapatıyor. Müşterilerin fazlasıyla ilgisini çeken özel Android temaları da gelirleri katlıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=LUz5pYSgSYk

Android’i yeniden şekillendiren işletim sistemi: Miui

Xiaomi’nin akıllıca hamlelerini tamamlayan en kritik stratejisi, Android piyasasının karmaşasından kendini sıyırmasını sağlayan MIUI mobil işletim sistemi.

Android’in yeniden tanımlanması olarak ifade edilen MIUI, 200’den fazla fonksiyonuyla kullanıcıların kendilerine göre düzenleyebilecekleri en esnek yazılım olarak beliriyor.  Her türlü güvenlik içeriğine sahip olan yazılım, çağrı defterinden alarm saatine; not defterinden ekran kilidine kadar kullanıcıya özel ayarlar sunuyor ve Android’i hiç olmadığı kadar kolaylaştırıyor.

Miui, kullanıcılardan gelen geri bildirimlerle sürekli yenileniyor. Xiaomi, her hafta yenilediği yazılımlar kullanıcılar üzerinde yarattığı heyecanı kaybetmiyor.

Kalite, ideal fiyat ve farklılık bir araya geldiğinde, Android’e sarılarak yol almaya çalışan markaların arasından Xiaomi’nin sıyrılması aslına bakılırsa şaşırtıcı değil. Ancak dahası da var.

 

Türkiye yeni hedefler arasında

Xiaomi, birçok markanın arasından sıyrılmak için promosyona ciddi bir para aktarıyor. Ancak bu paralar bazı markalar gibi aşırı reklam ve şaşalı etkinlikler için değil, festivallere harcanıyor.

Yerel medya tarafından Çin’in Steve Jobs’ı olarak kabul edilen Xiaomi CEO’su Lei Jun, tüketicilerin ilgisini çekmek ve ürünleri tanıtmak için Mi festivalleri düzenliyor.

Tüm bunların üzerine, Xiaomi’nin gizli silahından da bahsedelim. Bu silah, bir zamanlar Google Android biriminin başkan yardımcılığını yapmış olan Hugo Barra. Yaptığı anlaşmalarla Xiaomi’nin Çin piyasasındaki gölgeden çıkmasını sağlayan Barra, yeni dönemde 10 yeni piyasaya açılım için çaba gösterecek.

Xiaomi’nin hedefindeki yeni piyasalar arasında Malezya, Filipinler, Hindistan, Endonezya, Brezilya ve Türkiye de var.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Google’ın derin dondurucuya attığı 4 fütürist proje

Google’ın fütürist projelerine göz geçirmek, teknoloji devinin sınır tanımayan vizyonunu sergiliyor. Bilim kurgudan ilham alan ve hayal gücüyle pekişen araştırmalar her ne kadar yavaş ilerlese de, 2050’de dünyayı bambaşka bir yer haline getirebilir.

Google’ın fütürist teknolojiler listesindeki projelerden hangisinin seçileceği, Google X (Rapid Evolution) Hızlı Değerlendirme ekibinin vereceği karara bağlı. Google’ın gizli projelerinden de sorumlu olan Ar-Ge laboratuvarındaki ekip, masaya yatırılan projenin hayatımızda edineceği yeri, teknolojik olarak mümkün olup olmadığını ve muhtemel risklerini değerlendiriyor.

Google Glass için defalarca tekrarlanan süreçte sorulan sorular genelde şunlar: “Gerçekten bir sorunu çözümleyecek mi? Gerçekten fiziksel olarak ortaya çıkarılabilir mi? Eğer yapılırsa amaçlandığı şekilde kullanılabilir mi?

Sürücüsüz araba ve 3D tablet ile akıllı telefonların ardından, Google X ekip lideri Rich DeVaul, Mart ayında ‘uzay asansörü fikrini değerlendirdiklerini’ açıkladı. Bu açıklamanın ardından Google’ın karanlıkta kalan araştırmaları da belirmeye başladı. Uçuk kaçık projeler yakın gelecek için oldukça uzak birer ihtimal olarak beliriyor ancak, şu an Google araştırmalarında itici güç görevi görüyorlar.

DeVaul ile tüm projeleri değerlendiren iki önemli isim, Google X’in matematik ve fizik dehalarından Dan Piponi ve genç tasarımcı Mitch Heinrich. Üçlü, haftada bir gün bir araya gelerek yeni projeler üzerinde kafa patlatıyor. Google’ın ‘çılgın projelerinin’ neden gerçekleşemeyeceğini de, onlar açıklıyor:

Yörüngeye çıkan asansör

Gelecekte bir gün Felix Baumgartner gibi maceracılar atmosferin üst katmanlarından Dünya’ya atlamak için balon yerine asansör kullanabilir. Çünkü yörüngeye çıkacak onlarca kilometre uzunluğunda bir asansör, sadece Google’ın projesi değil.

İlk olarak gökbilimciler, Arthur C. Clarke’ın ‘The Fountains of Paradise’ adlı kitabından ilham alarak gökyüzüne uzanan bir asansör projesi öne sürdüler. Uydu taşımacılığı için kullanılması planlanan asansörün, yerden 42 kilometre yükselmesi düşünülüyor. Asansörün temeli ise yerden en az 150 km yükseklikte inşa edilecek. Japon bir firma ise 2050 yılında yerden 36 bin kilometre yüksekliğe insan taşıyacak bir asansör yapmayı planlıyor. Planlara göre, dengede kalması için toplam uzunluğu 96 bin km olacak asansör, saatte 200 km hızla yolcu taşıyabilecek.

DeVaul, Fast Company sitesine yaptığı açıklamada, çılgın projelerden asla uzak kalmadıklarını belirtse de, uzay asansörünün derin dondurucuya atıldığını söyledi. Çünkü Piponi’nin hesaplamalarına göre uzay asansörünün inşa edilebilmesi için çeliğin en az 100 katı sert bir materyal lazım

Asansöre enerji sağlaması için yörüngede inşa edilmesi gereken dev bir güneş santrali, projenin maliyetini atmosferin dışına taşıyan girdilerden sadece bir tanesi. Google X’e göre, yaklaşık 40 km uzunluğundaki bir asansörün gerçeğe dönüşmesini sağlayacak tek materyal karbon nanotüpler. Ancak bugüne kadar ancak bir metre uzunluğunda bir direk oluşturabilecek kadar işlenebildiler. Google X, bu noktadan sonra karbon nanotüp alanında yeni gelişmeler yaşanmasını bekliyor.

Uçan kaykay

Geleceğe dönüş filminde Mart Mcfly’ın üzerinden inmediği uçan kaykay, DeVaul’un diğer itiraflarından biriydi. Ancak Piponi’ye göre bu projenin de hayata geçmesi henüz mümkün değil. Çünkü günümüzde Japonya ve Çin’de kullanılan Maglev, yani manyetik raylı trenlerdeki denge faktörü, uçan kaykay için geçerli değil. Maglev sistemlerinde mıknatısların yerleştirilme düzeni, tren sadece tek bir yöne hareket ederken denge sağlayabiliyor. Ancak kaykay gibi yüzeyleri açıkta bir cismin hem havada asılı kalmasını hem de her yöne serbestçe hareket etmesini sağlamak şu an mümkün görünmüyor. Tersine, serbest hareket etmek isterken mıknatıs kutuplarının sürekli birbirlerini itecek olması kaykayın sürekli ters dönmesine yol açacağından, ortaya tam bir facia da çıkabilir.

Piponi, bu aşamada mıknatıslarla grafit kullanmayı düşünmüş. İnce dilimler halindeki grafiti küçük mıknatıslar ile kullandığı prototip, hafif bir itmeyle her yöne doğru havada süzülmeyi başarıyor. Ancak gerçek boyuta göre çok küçük olan prototip, çok büyük bir maliyet ve teknolojik riskler getireceği için geçici olarak rafa kaldırılmış durumda.

Işınlanma

Geleceğe Dönüş’ün ardından Google’ın ilham aldığı bir diğer film de Uzay Yolu. Gerçeğe dönüştürülmek istenen proje ise bir insanın veya bir nesnenin, üstün bir tarama teknolojisi ve ışınlama cihazıyla moleküller halinde aktarılması. Henüz ne bir tarama teknolojisi ne de bir cihaz mevcut ama Piponi, çoktan projeyi derin dondurucuya atmış.

Nedeni, ışınlanmanın birçok temel fizik kuralını ihlal ettiğini öne sürmesi… Bugüne kadar ışınlanma alanında elde edilen tek başarı ise fiziksel değil. İsviçre Federal Tekoloji Enstitüsü (ETH), Ağustos 2013’te yapılan açıklamada 10000 bitlik bilgiyi A noktasından B noktasına başarıyla ışınladıklarını duyurdu. Yapılan deneyde mikron ölçekteki üç devre kullanılarak bilgi 6 mm’lik bir mesafeye ışınlandı. Elde edilen başarı kuantum bilgisayarların geliştirilmesi için önemli bir başarı olsa da, Google’ın insanları ışınlamaya başlaması için daha uzun bir süre gerekecek.

Origami binalar

Rapid Evoluation ekibi, derin dondurucudaki projeleri gerçeğe dönüştürebilmek için yeni materyaller keşfetmeye çalışıyor. Buna simyagerlik denebilir mi bilinmez ama Google X farklı alanlarda uzmanlaşmış çok sayıda akademisyenle bir araya gelerek süper sağlam ve süper hafif materyaller üretmek istiyor.

Google X ile çalışan akademisyenlerden biri, California Teknoloji Enstitüsü’nden (Caltech) Julia Greer. Greer’in geliştirmeye çalıştığı materyal şu an ‘nanotrusses’ olarak biliniyor. DeVaul’un gözlerini parlatan ‘nano demetler’, bir gün kendisini deyişiyle binaları inşa etme şeklimizi tamamen değiştirebilir. Fast Company’e anlattığına göre, bir gün elimizde küçük bir kutuyla binanızı dikeceğimiz araziye gideceğiz. Kutuyu açtığımız zaman, nano iplikler origami gibi açılacak ve devasa bir binaya dönüşecek. Hem de bilinen bugün yapabileceklerimizden çok daha sağlam ve geniş olacak şekilde.

Google, ne kadar zor görünse de deneme-yanılma yöntemiyle teknoloji geliştirmeye devam ediyor ve vizyonuyla insanı gerçekten hayran bırakıyor. Değerlendirilen projelere bakıldığı zaman birçoğunun imkansız olduğunu söylemek zor ama getireceği riskleri kestirmek de çok güç.

Facebook’un gizli tuttuğu psikolojik test ne anlama geliyor?

İnterneti ayağa kaldıran psikolojik deney, sosyal medya ile kullanıcılar arasındaki güç dengesini sergilemekten başka vazife görmüyor…

Facebook’un yüz binlerce kullanıcısı üzerinde gerçekleştirdiği psikolojik deneyin ortaya çıkması, sosyal medyanın bugüne dek neden olduğu en büyük tepkiyi doğurdu. Facebook’un özür dilemesine neden olan deney soruşturma aşamasına gelse de, kısa zamanda unutulacak gibi görünüyor. Çünkü sosyal medya ile kullanıcı hakları arasındaki duvarın yıkılmasına ses çıkarmayan bireyler, bağımlı oldukları sosyal medyanın politikalarını yönlendirme gücünü yitirmiş durumda. Psikolojik deney, sadece sosyal medya ile kullanıcılar arasında çekilen çizgiyi daha iyi görmemizi sağlıyor.

Wikileaks sızıntılarının patlak vermesinden yıllar sonra, dünyanın gündemini en çok meşgul eden konulardan biri şüphesiz ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) neden olduğu küresel casusluk skandalı oldu. Bazı güvenlik uzmanları, tıpkı Wikileaks’te olduğu gibi Edward Snowden’ın ortaya çıkışını da NSA’in planladığını ve amacın, dünyaya ABD’nin neler yapabileceğini göstermek olduğunu öne sürdü.

Her ne kadar komplo koksa da, bu düşünce Facebook’un interneti ayağa kaldıran psikolojik deneyinin ardından aklıma gelmedi değil. Neden mi? NSA dünyaya ne işler çevirdiğini açıkladığında gerçekten bir şey değişti mi? 1.2 milyar insanın bilgilerine sahip olan Facebook, gerçekleştirdiği bir deneyi iki yıl sonra açıklasa ne değişebilir?

Tıpkı, Çin tarafından yapıldığı delillere dayanan siber saldırıların ortaya çıkarılmasının ardından Pekin’in ABD’yi yalan söylemekle suçlaması gibi…

‘Deneyler geçmişte de yapıldı, gelecekte de yapılacak’

İnsanların doğallıklarını hızla ve isteyerek terk ettiği günümüzde, yaşamlarımızı sosyal medya ağlarının kurduğu platformlara adapte ediyoruz. Nerede olduğunu bilmediğimiz sunuculara yüklenen bilgilerimizin kimlere satıldığını ve ne amaçlar için kullanıldığını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, bunun yasa dışı olduğu ve bu konuda hiçbir şey yapmadığımız.

Skandalın ortaya çıkmasının ardından, Facebook’un eski veri analistlerinden Andrew Ledvina, ‘sosyal ağın eş zamanlı olarak sayısız deney gerçekleştirdiğini ve kullanıcı davranışı ve duygularının her zaman yönlendirilmeye çalışıldığını’ söyledi. Kısaca, sosyal medya çoktan bir psikolojik deney aracı haline gelmiş durumda.

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde bilimsel makale olarak yayınlanan en son araştırma (http://www.pnas.org/content/111/24/8788.full) Facebook analistleri ve Cornell Üniversitesi akademisyenlerinin oluşturduğu 30 kişilik ekip tarafından gerçekleştirildi. Deneyde, 689 bin kullanıcının içerik akışı kendilerine bilgi verilmeden değiştirildi. Deneyin, kullanıcıların duygusal algılarını gözlemlemek için yapıldığını belirtildi.

Deneyin açıklanmasının ardından Mark Zuckerberg sessizliğini korurken, ilk olarak deney ekibinin başında yer alan Adam Kramer, ardından operasyon müdürü Sherly Sandberg özür diledi. Ancak Sandberg, ‘deney gerçekleştirildiği için değil, kullanıcılar bilgilendirilmediği için‘ özrünü sundu. Kısaca, Sandberg muhtemelen iki yıldır haberi olduğu araştırmanın yapılmasına karşı olmadığını ifade etti.

Facebook hükümetin analiz araçlarından biri mi?

Facebook’un başarı öyküsünü veya Zuckerberg’in zekasını geride kalan yıllarda yeterince konuşmuş olabiliriz. Ancak sürekli arka planda kalan tablo, psikolojik deney sayesinde fazlasıyla görünür hale gelmiş durumda. Bu tabloda, dünyanın en büyük veri havuzlarından biri olan Facebook’un ABD hükümeti, istihbarat kurumları ve şirketlerle arasındaki ilişki tasvir ediliyor.

Yüz binlerce insanın tabi tutulduğu deneyin, ABD Savunma Bakanlığı’nın bütçe desteği verdiği bir projeyle bağlantısı olduğu öne sürülüyor. Pentagon’un yürüttüğü ‘Minerva Initiative’ projesi, dünya genelindeki geniş çaplı sivil itaatsizlik hareketlerinin analiz edilmesi için üniversitelere bütçe sağlıyor.

Facebook deneyinde yer alan Cornell Üniversitesi’nden Jeffrey T. Hancock, şu an Minerva projesi kapsamında verilen yeni bir konu üzerinde çalışıyor. Projenin sayfasında, Cornell Üniversitesi’nin Türkiye’deki olayların incelendiği bir proje için de destek aldığı görülüyor: http://minerva.dtic.mil/funded.html

Bu bağlantılardan yola çıkarak, Facebook’taki bilgilerimizin nerelerde ve kimler için kullanıldığı sorusuna sadece bir cevap bulabiliriz.

Kullanıcılar adına bir şey değişecek mi?

İngiltere veri düzenleme kurulu Bilgi Komisyonu Ofisi (ICO), yaşanan öfkenin ardından kullanıcı haklarına yönelik soruşturma açılacağını belirtti. Facebook suçlu bulunursa, alacağı ceza sadece 875 bin dolar olacak. Facebook’a düzenleyici kurumlar tarafından baskı gelse bile, kullanıcıların lehine bir şeylerin değişmesi zor görünüyor. Neden mi?

Birincisi, Facebook’un otoriter gücünden doğan tavrı. Şirket, özür açıklamasında bile ‘kullanım şartları’ kapsamında deneyler yapabileceğini belirtti. Forbes tarafından kullanım şartlarının psikolojik deneyden dört ay sonra değiştirildiğinin ortaya çıkarılması, şirketin umursamaz tavrının bir örneği.

İkinci neden, Facebook’un yıllardır kullanıcı haklarını ihlal ederek geldiği noktanın ta kendisi. Bunlara bazı örnekler verelim:

– Ars Technica’nın Şubat 2012’de yaptığı araştırma, Facebook’ta silinen fotoğrafların sunuculardan kaldırılmadığını, talep edilmesine rağmen içerik dağıtım ağının (CDN) işlemediğini ortaya çıkardı.

– Aralık 2012’de, politika değişikliği oylamasına gidileceğini duyuran Facebook, değişikliğin durdurulması için kullanıcıların en az yüzde 30’unun oy kullanması gerektiğini belirtti. O dönem 300 milyon kişiye denk gelen baraj mazeret gösterilerek 669 bin kullanıcının oyu geçersiz sayıldı ve yeni politika yürürlüğe girdi.

– Haziran 2012’de, 900 milyon kullanıcıya kendilerinden habersiz @facebook.com uzantılı korsan e-mail adresi atandı.

– Ağustos 2012’de, ABD’li Redpepper firması, Facebook kullanıcılarını profil fotoğraflarından tanıyacak ‘Facedeals’ adında kamera geliştirdi. Kamera aynı ay içinde restoranlarda kullanılmaya başlandı.

– ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin 58 bin kullanıcı üzerinde yaptığı araştırma, ‘beğen’ tuşunun zeka seviyesinden politik görüşe kadar kullanıcılara ait tüm özellikleri yüzde 82 oranında doğrulukla ortaya koyduğunu gösterdi. Hobiler, politik görüş ve dini inanç gibi bilgiler, güvenlik ayarları maksimum bile olsa kendini ele verdi.

– Ağustos 2013’te Hak ve Sorumluluklar Bildirimi’nde değişiklik yapan Facebook, kendisine ürünlerini geliştirmek için kullanıcıların şahsi bilgilerini kullanma ve üçüncü partilerin erişimine açma hakkı sundu.

– Wall Street Journal, Ekim 2013’te Facebook’un kullanıcıları takip etmek için yeni bir teknoloji geliştirdiğini, teknolojinin fare imlecini bile takip edeceğini öne sürdü.

– Ocak 2014’te, İsveç merkezli High-Tech Bridge şirketi Facebook’un kullanıcılara ait özel mesajları ihlal ettiğini ortaya çıkardı. Bilgilerin reklam performansını artırmak için şirketlere satıldığı iddia edildi…

Üçüncü neden: Umursamazlık

Kullanıcı mahremiyeti ve haklarını ihlal eden uygulamaların listesi uzar gider. Instagram ve WhatsApp’in ardından satın alımlarına devam edecek olan Facebook’un bu noktadan sonra elindeki ‘dünya kadar’ veriyle ne yapacağı bilinemez. Ancak karşımızdakinin artık bir sosyal ağ değil, fazlasıyla emperyalist yönlerini ortaya koymaktan çekinmeyen bir şirket olduğunu anlamamız lazım.

Milyarların arasından hacker’ların sizi seçmeyeceğini düşünebilirsiniz ancak bilgilerinizin psikolojik deneylerde kullanan veya istihbarat örgütlerine satan bir firmanın bu güce ulaşmasını sağlamanın doğru olmadığı bilmemiz gerekiyor. Sayfamızın tık alması veya reklam geliri elde etmek için madalyonun öteki yüzünü görmemezlikten gelmek, bir gün mümkün olmayabilir.

Bilgilerinin korunduğunu düşünen sosyal medya kullanıcıları, Yahoo CEO’su Marissa Mayer’ın Eylül 2013’te düzenlenen TechCrunch Disrupt konferansındaki sözlerini aklının bir köşesine not etmeli:

“NSA ile yapılan istihbarat çalışmalarını açıklasaydık, vatana ihanetten hapse girerdik.”

Facebook psikolojik testi ne anlama geliyor?

İnterneti ayağa kaldıran psikolojik deney, sosyal medya ile kullanıcılar arasındaki güç dengesini sergilemekten başka vazife görmüyor…

Facebook’un yüz binlerce kullanıcısı üzerinde gerçekleştirdiği psikolojik deneyin ortaya çıkması, sosyal medyanın bugüne dek neden olduğu en büyük tepkiyi doğurdu. Facebook’un pişkin bir şekilde özür dilemesine neden olan deney soruşturma aşamasına gelse de, kısa zamanda unutulacak gibi görünüyor. Çünkü sosyal medya ile kullanıcı hakları arasındaki duvarın yıkılmasına ses çıkarmayan bireyler, bağımlı oldukları sosyal medyanın politikalarını yönlendirme gücünü yitirmiş durumda. Psikolojik deney, sadece sosyal medya ile kullanıcılar arasında çekilen çizgiyi daha iyi görmemizi sağlıyor.

Wikileaks sızıntılarının patlak vermesinden yıllar sonra, dünyanın gündemini en çok meşgul eden konulardan biri şüphesiz ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) neden olduğu küresel casusluk skandalı oldu. Bazı güvenlik uzmanları, tıpkı Wikileaks’te olduğu gibi Edward Snowden’ın ortaya çıkışını da NSA’in planladığını ve amacın, dünyaya ABD’nin neler yapabileceğini göstermek olduğunu öne sürdü.

Her ne kadar komplo koksa da, bu düşünce Facebook’un interneti ayağa kaldıran psikolojik deneyinin ardından aklıma gelmedi değil. Neden mi? NSA dünyaya ne işler çevirdiğini açıkladığında gerçekten bir şey değişti mi? 1.2 milyar insanın bilgilerine sahip olan Facebook, gerçekleştirdiği bir deneyi iki yıl sonra açıklasa ne değişebilir?

Tıpkı, Çin’in delillere dayanan siber saldırılarının ortaya çıkarılmasının ardından ABD’yi yalan söylemekle suçlaması gibi…

‘Deneyler geçmişte de yapıldı, gelecekte de yapılacak’

İnsanların doğallıklarını hızla ve isteyerek terk ettiği günümüzde, yaşamlarımızı sosyal medya ağlarının kurduğu platformlara adapte ediyoruz. Nerede olduğunu bilmediğimiz sunuculara yüklenen bilgilerimizin kimlere satıldığını ve ne amaçlar için kullanıldığını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, bunun yasa dışı olduğu ve bu konuda hiçbir şey yapmadığımız.

Skandalın ortaya çıkmasının ardından, Facebook’un eski veri analistlerinden Andrew Ledvina, ‘sosyal ağın eş zamanlı olarak sayısız deney gerçekleştirdiğini ve kullanıcı davranışı ve duygularının her zaman yönlendirilmeye çalışıldığını’ söyledi. Kısaca, sosyal medya çoktan bir psikolojik deney aracı haline gelmiş durumda.

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde bilimsel makale olarak yayınlanan en son araştırma (http://www.pnas.org/content/111/24/8788.full) Facebook analistleri ve Cornell Üniversitesi akademisyenlerinin oluşturduğu 30 kişilik ekip tarafından gerçekleştirildi. Deneyde, 689 bin kullanıcının içerik akışı kendilerine hiçbir bilgi verilmeden değiştirildi. Deneyin, kullanıcıların duygusal algılarını gözlemlemek için yapıldığını belirtildi.

Deneyin açıklanmasının ardından Mark Zuckerberg sessizliğini korurken, ilk olarak deney ekibinin başında yer alan Adam Kramer, ardından operasyon müdürü Sherly Sandberg özür diledi. Ancak Sandberg, ‘deney gerçekleştirildiği için değil, kullanıcılar bilgilendirilmediği için‘ özrünü sundu. Kısaca, Sandberg muhtemelen iki yıldır haberi olduğu araştırmanın yapılmasına karşı olmadığını ifade etti.

facebook’un kullanıcılardan özür dİlemesİ neyİ değİştİrebİlİr?

Facebook hükümetin analiz araçlarından biri mi?

Facebook’un başarı öyküsünü veya Zuckerberg’in zekasını geride kalan yıllarda yeterince konuşmuş olabiliriz. Ancak sürekli arka planda kalan tablo, psikolojik deney sayesinde fazlasıyla görünür hale gelmiş durumda. Bu tabloda, dünyanın en büyük veri havuzlarından biri olan Facebook’un ABD hükümeti, istihbarat kurumları ve şirketlerle arasındaki ilişki tasvir ediliyor.

Yüz binlerce insanın tabi tutulduğu deneyin, ABD Savunma Bakanlığı’nın bütçe desteği verdiği bir projeyle bağlantısı olduğu öne sürülüyor. Pentagon’un yürüttüğü ‘Minerva Initiative’ projesi, dünya genelindeki geniş çaplı sivil itaatsizlik hareketlerinin analiz edilmesi için üniversitelere bütçe sağlıyor.

Facebook deneyinde yer alan Cornell Üniversitesi’nden Jeffrey T. Hancock, şu an Minerva projesi kapsamında verilen yeni bir konu üzerinde çalışıyor. Projenin sayfasında, Cornell Üniversitesi’nin Türkiye’deki olayların incelendiği bir proje için de destek aldığı görülüyor: http://minerva.dtic.mil/funded.html

Bu bağlantılardan yola çıkarak, Facebook’taki bilgilerimizin nerelerde ve kimler için kullanıldığı sorusuna sadece bir cevap bulabiliriz.

facebook_thumbs_main_shutter

Kullanıcılar adına bir şey değişecek mi?

İngiltere veri düzenleme kurulu Bilgi Komisyonu Ofisi (ICO), yaşanan öfkenin ardından kullanıcı haklarına yönelik soruşturma açılacağını belirtti. Facebook suçlu bulunursa, alacağı ceza sadece 875 bin dolar olacak. Facebook’a düzenleyici kurumlar tarafından baskı gelse bile, kullanıcıların lehine bir şeylerin değişmesi zor görünüyor. Neden mi?

Birincisi, Facebook’un otoriter gücünden doğan tavrı. Şirket, özür açıklamasında bile ‘kullanım şartları’ kapsamında deneyler yapabileceğini belirtti. Forbes tarafından kullanım şartlarının psikolojik deneyden dört ay sonra değiştirildiğinin ortaya çıkarılması, şirketin umursamaz tavrının bir örneği.

İkinci neden, Facebook’un yıllardır kullanıcı haklarını ihlal ederek geldiği noktanın ta kendisi. Bunlara bazı örnekler verelim:

– Ars Technica’nın Şubat 2012’de yaptığı araştırma, Facebook’ta silinen fotoğrafların sunuculardan kaldırılmadığını, talep edilmesine rağmen içerik dağıtım ağının (CDN) işlemediğini ortaya çıkardı.

– Aralık 2012’de, politika değişikliği oylamasına gidileceğini duyuran Facebook, değişikliğin durdurulması için kullanıcıların en az yüzde 30’unun oy kullanması gerektiğini belirtti. O dönem 300 milyon kişiye denk gelen baraj mazeret gösterilerek 669 bin kullanıcının oyu geçersiz sayıldı ve yeni politika yürürlüğe girdi.

– Haziran 2012’de, 900 milyon kullanıcıya kendilerinden habersiz @facebook.com uzantılı korsan e-mail adresi atandı.

– Ağustos 2012’de, ABD’li Redpepper firması, Facebook kullanıcılarını profil fotoğraflarından tanıyacak ‘Facedeals’ adında kamera geliştirdi. Kamera aynı ay içinde restoranlarda kullanılmaya başlandı.

– ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin 58 bin kullanıcı üzerinde yaptığı araştırma, ‘beğen’ tuşunun zeka seviyesinden politik görüşe kadar kullanıcılara ait tüm özellikleri yüzde 82 oranında doğrulukla ortaya koyduğunu gösterdi. Hobiler, politik görüş ve dini inanç gibi bilgiler, güvenlik ayarları maksimum bile olsa kendini ele verdi.

– Ağustos 2013’te Hak ve Sorumluluklar Bildirimi’nde değişiklik yapan Facebook, kendisine ürünlerini geliştirmek için kullanıcıların şahsi bilgilerini kullanma ve üçüncü partilerin erişimine açma hakkı sundu.

– Wall Street Journal, Ekim 2013’te Facebook’un kullanıcıları takip etmek için yeni bir teknoloji geliştirdiğini, teknolojinin fare imlecini bile takip edeceğini öne sürdü.

– Ocak 2014’te, İsveç merkezli High-Tech Bridge şirketi Facebook’un kullanıcılara ait özel mesajları ihlal ettiğini ortaya çıkardı. Bilgilerin reklam performansını artırmak için şirketlere satıldığı iddia edildi…

‘FACEBOOK KENDİSİNE KULLANICI BİLGİLERİNİ KULLANMA HAKKI VERDİ’

Üçüncü neden: Umursamazlık

Kullanıcı mahremiyeti ve haklarını ihlal eden uygulamaların listesi uzar gider. Instagram ve WhatsApp’in ardından satın alımlarına devam edecek olan Facebook’un bu noktadan sonra elindeki ‘dünya kadar’ veriyle ne yapacağı bilinemez. Ancak karşımızdakinin artık bir sosyal ağ değil, fazlasıyla emperyalist yönlerini ortaya koymaktan çekinmeyen bir şirket olduğunu anlamamız lazım.

Milyarların arasından hacker’ların sizi seçmeyeceğini düşünebilirsiniz ancak bilgilerinizin psikolojik deneylerde kullanan veya istihbarat örgütlerine satan bir firmanın bu güce ulaşmasını sağlamanın doğru olmadığı bilmemiz gerekiyor. Sayfamızın tık alması veya reklam geliri elde etmek için madalyonun öteki yüzünü görmemezlikten gelmek, bir gün mümkün olmayabilir.

Bilgilerinin korunduğunu düşünen sosyal medya kullanıcıları, Yahoo CEO’su Marissa Mayer’ın Eylül 2013’te düzenlenen TechCrunch Disrupt konferansındaki sözlerini aklının bir köşesine not etmeli:

“NSA ile yapılan istihbarat çalışmalarını açıklasaydık, vatana ihanetten hapse girerdik.”

Koalalar sıcaktan kaçmak için ağaca sarılıyor

Bilim insanları, ağaçların keseli hayvanlar için iklim değişikliğiyle savaşmak için çok daha önemli bir rolü olduğunu ortaya çıkardı. Yeni bir araştırma, ağaç gövdesine sarılan koalaların bu şekilde soğuk kalmayı başardıklarını gösterdi.

Dünyanın en tembel hayvanlarından biri olarak bilinen koaların ağaç gövdelerine veya dallara sarılarak geçirdiği saatlerin, sadece keyif çatma amaçlı olmadığı anlaşıldı.

Biology Letters dergisinde yayımlanan araştırmada, Avustralya’da sıcak hava dalgalarının etkili olduğu günlerde termal kameralar kullanılarak gözlem gerçekleştirildi. Kameralar, koalaların sıcak hava dalgalarından korunmak için tıpkı bir buz kütlesine sarılıyormuş gibi ağaç gövdesini kullandığını ortaya koydu.

Araştırmada yer alan Melbourne Üniversitesi’nden Dr. Michael Kearney, “Koalalar sıcak hava dalgasına maruz kaldıkları zaman tüm zamanlarını ağaca yaslanarak geçiriyorlar… Karınlarını kürk, sırtlarındakine kıyasla çok daha ince olduğu için olabildiğince ağaca yaslanıyorlar” dedi. Kearbey, koalaların kullandıkları yöntemler su kaybetmeden ısı kaybettiklerini, bunun da sıcaklardan korunmak için büyük bir avantaj olduğunu söyledi.

‘sU KAYBETMEDEN ISI KAYBEDİYORLAR’

Hayvanlar ve kuşlar, ‘buharlaşmalı soğutma’ adı verilen bu yöntemle aşırı sıcaklardan korunabilirken, her zaman kolaylıkla su bulamayan koalalar, tıpkı köpekler gibi kürklerini yalayarak ve hızlı hızlı soluyarak benzer şekilde soğumaya çalışıyor.

Ağaçlar sıcak havalarda çok daha soğuk kalabiliyor

Araştırmacılar, koalaların kışın ağaçların yüksek noktalarında, yapraklara yakın yerlere tutunduklarını, yazın ise daha alçak noktalarına indiklerini belirtti. Bu davranışın, ağaçları soğutucu olarak kullanmak için çok mantıklı olduğu ifade edildi.

Independent’da yer alan habere göre, ağaçlar iç yapıları sayesinde çevrelerine kıyasla çok daha yavaş soğuyor ve ısınıyor. Aynı zamanda, gövdelerinde derinlerden çektikleri soğuk suyu saklayabiliyorlar.

koala_main_shutter_01

39 derece sıcaklık altında dört çeşit okaliptüs ve bir çeşit akasya ağacı türünün sıcaklıklarını ölçen araştırmacılar, tüm ağaçların en az 7-8 derece daha soğuk olduğunu tespit etti. BBC’ye açıklama yapan Kearney, ‘termal kamera görüntülerinde koalaların karınlarını ağacın en soğuk yerine yasladıklarını gördüklerini’ belirtti.

Avustralya’da iklim değişikliğinin neden olduğu etkileri belirlemek için gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir çalışmada yapılan araştırma, sıcaklığın 40 dereceye ulaştığı günlerde koalaların dışında birçok hayvanın daha ağaçları ısı kalkanı olarak kullanacağını öne sürdü.

Kafa sallamak beyin hasarına neden olabilir

Alman doktorlar, rock konserlerinde şiddetle kafa sallamanın beyin hasarına yol açabileceği düşüncesini doğruladı. Almanya’da şiddetli baş ağrısıyla hastaneye başvuran bir kişinin, Motörhead konserinde rahatsızlandığı anlaşıldı.

Nörologlar, konserlerde şiddetli bir şekilde öne-arkaya sallamanın beyin rahatsızlığına neden olduğunu kesinleştirdi. Almanya’nın Hannover Tıp Okulu’ndan nörolog Dr. Ariyan Pirayesh, Ocak 2013’te kendisine başvuran bir hastada kafa sallamaktan dolayı oluşan subdural hematom tespit etti.

Adı açıklanmayan 50 yaşındaki hastanın, iki hafta önce oğluyla İngiliz heavy metal grubu Motörhead’in konserine gittiği ve konser boyunca kafasını salladığı, baş ağrılarının da konserden sonra başladığı anlaşıldı. Bilgisayarlı tomografi (CT) taraması sonucunda, hastanın beyin yüzeyinde kan biriktiği görüldü.

Dr. Pirayesh ve ekibi, altı gün süren tedavide, hastanın kafatasında bir delik açarak ilk önce oluşan pıhtıyı aldı, ardında da biriken kanı boşalttı. Tedavinini ardından sağlığına kavuşan hastanın kontrol amaçlı taramalarında, iyi huylu bir kist tespit edildi. Dr. Pirayesh, kistin subdural hematom rahatsızlığını kolaylaştırmış olabileceğini ancak benzer rahatsızlıkların kafa sallayan herkes için geçerli olduğunu belirtti.

‘KONSERLERDE KAFA SALLAMAK RİSKLİ OLABİLİR’

“Spesifik bir risk”

İngiltere merkezli beyin rahatsızlıkları danışmanlık grubu Headway’den Dr. Colin Shieff ise kafa sallamanın ciddi bir tehdit olmadığını öne sürdü. AP haber ajansına konuşan Shieff, ‘Muhtemelen konserlerde kafa sallamak ve zıplamaktan daha riskli durumlar vardır’ ifadesini kullandı.

Shieff’in açıklamarına CBC’ye konuşarak yanıt veren Dr. Pirayesh, “İnsanlara kafa sallamamaları gerektiği konusunda ukalalık yapmıyoruz. Araştırmamız, Motörhead’in dünyanın en iyi rock gruplarından biri olduğunu kanıtladığı gibi, bazı müzikseverlerin spesifik bir risk altında olabileceğini gösteriyor” dedi.

Dr. Pirayesh, bugüne kadar kafa sallama kaynaklı subdural hematoma üç kez rastlandığını, hastalık nadir görülse de kayıt altına alınmamış başka vakalar olabileceğini söyledi.

Teknolojiyi yönlendiren süper güç: Grafen

Süper ince ve yüksek performanslı işlemcilerin geliştirilmesinden, süper hızlı geniş bant ağların kurulmasına ve esnek güneş panelleri üretilmesine kadar sayısız yeniliğe kapı aralayan grafen, teknoloji dünyasının yeni gözdesi.

Sakladığı potansiyelle teknoloji ve bilimin geleceği için vazgeçilmez hale gelen grafen, birçok dev firmayı da peşine takmış durumda. Grafeni en hızlı işleyebilen firma, önümüzdeki 10 yıl içinde teknoloji piyasası yönlendirebileceği bir güce de kavuşmuş olacak.

Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde araştırılan, IBM, Nokia ve Samsung gibi firmaları özel laboratuvarlar kurmaya teşvik eden grafeni bu kadar çekici kılan, sakladığı sayısız özellik.

ABD’nin Columbia Üniversitesi tarafından 2008 yılında ‘dünyanın en sert materyali’ ilan edilen grafen, aslına bakarsanız karbon atomunun altıgen şekle sahip yapılarından sadece bir tanesini temsil ediyor. Çelikten 200 kat daha sert olan grafen, aynı zamanda çok yüksek iletim gücü ve hafifliğiyle teknoloji dünyasının geleceği için gerekli olan tüm özellikleri saklıyor.

Henüz 2011’de 100 GHz işlemci hızında grafen CPU (merkezi işlemci birimi) geliştirileceğini öngören IBM, Ekim 2012’de gerçekleştirdiği önemli başarıyla, grafenin gelecekte tüm elektronik cihazlarda yer almasını sağlayacak ilk önemli adımı attı. Araştırmada, moleküllerin kimyasal bağları atomun 100’de 1’i çözünürlüğünde gözlemlendi. Böylece, grafenin incelenmesi ve geliştirilmesini sağlayacak yöntemlerin de önü açılmış oldu.

Stanford Üniversitesi, IBM’in başarısından bir ay sonra grafen kullanılarak esnek güneş panelleri geliştirdi. Fotovoltaik panellere kıyasla daha etkin olan ve esneme özelliği sayesinde her yüzeyde kullanılabilen karbon güneş panelleri, grafenin yeşil enerjide ne kadar etkili olabileceğine dair ilk önemli örneği oluşturdu.

Mobil dünyada grafen atılımı

Elde edilen ilk başarıların ardından, teknoloji devleri grafen araştırmalarına büyük yatırımlar yapmaya başladı. Graphene Flagship adlı konsorsiyumdan Şubat 2013’te 1.35 milyar dolar bütçe alan Nokia, 2 boyutlu materyalin bir gün Microsoft cihazlarında yer edinebilmesi için çalışmaya başladı. Nokia Ar-Ge biriminin başında yer alan Jani Kivioja, ‘grafenin birçok materyal ve ürün geliştirilmesinde ana kaynak olacağını ve binlerce kişiye istihdam sağlayabileceğini’ belirtti.

Nokia çalışadursun, grafen araştırmalarındaki ilk heyecan verici açıklama Samsung’dan geldi. Güney Koreli teknoloji devi, Nisan ayının başında IBM’in kehanetini doğrulayan bir açıklama yaparak, ‘grafeni elektronik ürünlerde vazgeçilmez kılacak bir yöntem bulduklarını’ duyurdu.

Samsung Gelişmiş Teknoloji Enstitüsü (SAIT), grafen alan etkili transistör (GFET) buluşuyla yakın gelecekte silikon kullanan geleneksel transistörlerin ortadan kalkabileceği sinyalini verdi. Buluş, işlem gücü modern çiplerden katlarca daha yüksek CPU geliştirilmesini sağlayacak olsa da, IBM’in de üzerinde kara kara düşündüğü tek engel, grafenin iletkenliğinin kontrol altına alınamaması.

Yeni nesil işlemciler geliştirilmesinin yanı sıra, grafen giyilebilir teknolojiler için ayrı bir önem taşıyor. Sebebi, esnek cihazların en kritik aşaması olan bükülebilen bataryaların, grafen olmadan gerçeğe dönüşemeyeceği düşüncesi.

3d nano particles

Teknoloji grafene neden bağımlı?

Uzay-havacılık ve silah sanayisine kadar yayılacak grafen araştırmaları, Periyodik Cetvel’e yeni element eklemeye çalışan bilim insanlarının önceliği haline geldi. Grafenin beş ana özelliğine kısaca değinirsek, neden 21’inci yüzyılın en öncelikli materyali konumuna geldiğini de anlayabiliriz:

  • Plastik kadar esnek: Grafenin elmastan bile sert olduğunu teyit eden Columbia Üniversitesi, aynı zamanda maddenin yüzde 20 oranında esneyebildiğini tespit etmişti. Kısaca, lastik kadar esnek olan grafen, gelecekte kol saatlerinden bantlara, hatta dokunmatik tişörtlere kadar çeşitli giyilebilir teknolojilerin önünü açacak. Su geçirmeme özelliği, elektronik cihazlardaki su geçirmeme teknolojisini ve donanımını gereksiz kılacak.
  • En hafif elektronik ürünlere kapı aralayacak: Amerikan Kimya Topluluğu tarafından yapılan araştırmaya göre, bir ons (23.8 gram) grafen, tam 28 futbol sahasını kaplayacak kadar ince bir madde. Kısaca, bir gün kağıt inceliğinde akıllı telefonlar veya tablet bilgisayarlar kullanmaya başlarsanız, hiç şaşırmayın.
  • Batarya ömrü artacak: ABD’nin Northwestern Üniversitesi araştırmacıları, grafen ve silikon kullanarak dünyanın en etkin bataryasını geliştirmeyi başardı. Şarjı bir hafta giden bataryanın şarj süresi sadece 15 dakika sürdü. Bu aşamadan sonra yapılması gereken tek şey, grafenin geliştirilecek yeni nesil elektronik cihazlara uygun bataryalar üretilmesi.
  • Biyolojik sistemlerle uyum gösterecek: İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nden Dr. Avind Vijayaraghavan’ın araştırmasına göre, grafen insan vücuduyla etkileşime girebilecek özellikte bir madde. Vijayaraghavan, Times’a yaptığı açıklamada, grafenin sinir sistemini tarayabileceğini ve sadece nabız ile kan şekeri ölçmek gibi özelliklerin ötesine giderek, giyilebilir medikal cihazların hücre seviyesine inebileceğini öne sürdü.
  • Maliyet ve bolluk: Grafen, teknoloji sanayisinin bulabileceği en ucuz materyallerden bir tanesi. Bu özelliği, üzerinde yapılan araştırmaların da hızla ilerlemesini sağlıyor. Sert olduğu kadar hafif olan grafen, Samsung laboratuvarlarında bir yarı iletken üzerinde tek bir kristal parçası olarak enjekte edildi. Bu sayede, elektrik ve mekanik özelliği artan transistörlerin seri üretimi için kapı aralanıyor.

Bellek kartı devi SanDisk ile en çok grafen patentine sahip olan Samsung, IBM, Intel ve Nokia’nın dahil olduğu yarışta grafeni yeni nesil teknolojilerin ana kaynağı haline getirecek. Yıllık 800 bin metrik ton ile dünya grafen rezervlerinin 3’te 1’ine sahip olan Çin, hızla gelişen sanayiden en çok payı alacak gibi görünüyor.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Apple, kulaklık üreticisi Beats’i neden satın alıyor?

Apple CEO’su Tim Cook, geçtiğimiz yıl düzenlenen D11 Konferansı’nda ‘satın alım öncesinde iki soruya odaklandıklarını’ belirtti. Bu soruları, ‘alınacak firmanın yeni ve çok iyi bir ürün yaratılmasına kapı aralayıp aralamayacağı ve söz konusu şirketin Apple kültürüyle uyuşup uyuşmayacağı’ olarak tanımladı. İki soru karşılığında Beats’e 3.2 milyar dolar ödemeyi kabul eden Apple, yeni ürün ve kültürel uyum açısından bugün soru işaretleri doğuruyor.

İlk olarak Financial Times’ın duyurduğu satın alım, kasasında 150 milyar dolar nakit bulunan Apple için hiç zorlayıcı bir yatırım değil. Apple, bir önceki en büyük satın alımını 1996’da gerçekleştirmiş ve efsane CEO’su Steve Jobs’a 430 milyon dolar ödeyerek NeXT’i satın almıştı.

Aradan geçen yılların ardından, Tim Cook’un bir anda yüksek bas ve tasarım harikası olmanın ötesine geçmeyen kulaklıkları satın almasının elle tutulur sebepleri olması gerekiyor. Beats’in sahip olduğu özelliklere dikkatle bakıldığı zaman, Apple’ın tasarım ve müzik alanında çok geç kalmak istemediği bir yatırımı hızlandırdığını söyleyebiliriz.

Beats ‘kulaklık’ tanımını değiştirmeyi başardı

‘Apple neden Beats’i alıyor’ sorusuna verilebilecek ilk cevaplardan ilki, genç tüketiciler. Çünkü Beats, kulaklık piyasasında tartışılmaz bir numara olmayı başardığı gibi, tasarımını yüksek fiyatıyla entegre ederek bir prestij sembolü haline gelmeyi başardı.

9to5Mac yazarı Ben Lovejoy’un çok iyi tespit ettiği bir nokta, ABD piyasasının yüzde 64’ünü ele geçiren Beats’in, kulak içine oturan kulaklıkları neredeyse saf dışı bırakmış olması. Bir zamanlar 50 yaş üzeri kullanıcıların evde müzik dinlemek için kullandığı başlıklar, bugün sokakta 30 yaş altı neslin arasında salgın haline gelmiş durumda. Dahası, gençler fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun Beats ile müzik dinlemekten hoşlanıyor.

Apple, 2010 yılında sunduğu iPad’den bu yana ürün kategorisinde yenilik yapamadı. Yıllık geliri 1 milyar dolara dayanan Beats’i satın alınması, yenilik ve tasarım alanında zorluk çektiği düşünülen Apple’ın şüphesiz genç kullanıcılar arasında güçlenmesini sağlayacak. Ancak kullanıcı sadakati ve gençleri memnun etme açısından hiçbir zaman sorun yaşamayan Apple’ın çok daha önemli bir sorunu var: iTunes.

Müzik indirme çağı artık sona eriyor

Apple’ın 2003 yılında hayata soktuğu iTunes, müşterileri için on yılı aşkın süredir en önemli müzik portalı oldu. Ancak son yıllarda Spotify, Deezer, Rdio ve Google Play All Access gibi indirmeden bağımsız hizmetlerin sunulması, iTunes’un geleceği hakkında da önemli bir soru işareti doğurdu. Bu açıdan bakıldığında, Apple’ın havalı bir ürün almanın ötesindeki hedefi de kendini gösteriyor: Beats Music.

Beats Music, üyelikle parça indirmeden müzik dinleyebileceğiniz platformlardan sadece biri ve oldukça yeni. Henüz 200 bin üyesi olan platform iTunes’un yanında bebek gibi kalsa da, tüm kozlar onun elinde.

Küresel müzik sanayisi derneği IFPI’nın 2013 yılına ait raporuna göre, üyelikle müzik dinleme hizmetlerinin üye sayısı bir yılda yüzde 50 arttı. Bedava müzik dinlenen platformların oluşturduğu piyasa 1.1 milyar dolara ulaşırken, müzik indirme oranı yüzde 2 azaldı. 2013, aynı zamanda iTunes’un 10 yılda düşül yaşadığı ilk sene oldu.

Planlar tutacak mı?

Piyasa değeri şu an 4 milyar dolar olan Spotify, birkaç yıl içinde halka arz edilerek değerini atmosferin dışına taşıyabilir. Öte yandan, Spotify ve benzerlerini karşısına almaya hazırlanan Apple, bedava müzik piyasasında ciddi bir rekabete hazırlanıyor.

Bloomberg’e konuşan Rutgers Üniversitesi medya profesörü Aram Sinnereich’in deyişiyle, ‘dijital veri indirme çağı sona yaklaştı.’

Apple Store’larda da satılan Beats satışıyla Apple gelirlerini artıracağı gibi iTunes’u hızlı bir şekilde dönüşüme sokacak. Ancak asıl sorun, Cook’un sözünü ettiği iki soruda saklı. Birçokları, Apple’ın tasarım ve yenilikçi gücüyle her zaman, herkesi hayran bırakacak fiziksel ve dijital ürün sunabileceğini biliyor. Ancak Beats’in satın alımı, bunun tersine işaret ediyor.

Apple yaptığı hamleyle ne kadar başarılı olacak bilinmez ama Tim Cook kendisi hakkındaki bir düşünceyi fazlasıyla doğruladı: Yönetim ve organizasyonda ne kadar başarılı olsa da, asla Steve Jobs gibi bir vizyona sahip değil.

Not: Bu makalanin orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

 

Google Glass’ın gerçek fiyatı ne kadar?

Google’ın bugüne kadar sadece deneme amaçlı dağıttığı ve 15 Nisan’da ‘kısıtlı’ süre için ‘kısıtlı’ sayıda internetten satışa sunduğu Glass gözlükleri, tüketicileri sabır taşına çevirmiş durumda. Teknoloji dünyasına düşen en son söylentiler ise Glass’a bir gün sahip olmak isteyenlerin fikrini değiştirebilir.

Giyilebilir teknolojilerin miladı kabul edilen ancak bir türlü piyasaya sürülmeyen Google Glass hakkında ortaya çıkan yeni bilgiler, Google’ın başını ağrıtacağa benziyor. Teknoloji devi, neredeyse iki yıla yakın bir süredir sayısız haber ve reklamla gündemden düşürmediği Glass’a 1500 dolar fiyat biçiyor. Cihazı parçalarına ayırarak inceleyen uzmanlara göre ise Glass’ın gerçek değeri 80-100 dolar.

Google’ın reddettiği iddia, Glass’ı en ince parçasına kadar inceleyen Teardown.com tarafından öne sürüldü. Glass’ın otopsi fotoğraflarını yayımlayan site, gözlüğün parçalarının sadece yüzde 5.3’ünün Google’a ait olduğunu belirtti ve 79.78 dolarlık bir fiyat etiketi çıkarttı.

Sunulan raporda, Glass’ın en pahalı parçası, lisansı ARM Holdings’e ait 13.96 dolarlık OMAP 4430 uygulama işlemcisi olarak gösterildi. Glass’a 16 GB bellek kazandıran Toshiba NAND flash belleklerin birim fiyatı 8.18; gözlüğün 5 MP görüntü alan kamerasının maliyeti ise 5.66 dolar.

Teardown, sadece birkaç milimetre kalınlığındaki yüksek çözünürlüklü gözlüğün maliyetli bir tasarım ve üretim süreci olduğuna inananların aksine, ekran, dokunmatik ekran ve mercek üçlüsünün Google’a sadece 3 dolara mal olduğunu öne sürdü.

Google, Teardown tarafından sunulan raporun ‘kesinlikle yanlış’ olduğunu belirtirken, konu hakkında açıklama yapmadı. Teardown analizi kullanılan parçaların maliyetine odaklanırken, Wall Street Journal önemli bir noktaya dikkat çekti: Birçok parçayı incecik ve ufak bir cihaza sığdırmanın mühendisliği bir yana, Glass montajın su kadar ucuz olduğu Asya ülkelerinde değil, California’da üretiliyor. Dahası, 2011’den bu yana proje üzerinde çalışan çok sayıda mühendis ve tasarımcıya büyük miktarlarda para ödendiği kesin.

Fiyat düşecek mi?

Fiziksel özellikler veya üretim maliyeti olsun, tüketici gözünden 1500 dolar Glass için el yakan bir fiyat. Google’ın gözlüğünü küresel piyasaya sunduğu zaman fiyatı aşağı çekmesi bekleniyor. Bu sayede, artan satışlardan gelecek gelirle Google parça satın alımını daha kolay yapabilir.

Teardown analisti Al Cowkys, her ne kadar Glass’ın LCOS (silikon üzerine sıvı kristal) yerine TFT (thin film transistor) ekran kullandığını zannetse de, fiyat tahminine fazlasıyla güveniyor. Cowksy, Google’ın fiyatı aşağı çekebilmesi için satış rakamlarının iyi olması gerektiğini belirtirken, işlemci, RAM, kamera ve diğer parçaların maliyetinin sabit kalacağına inanıyor.

Glass’ın fiyatının ne olacağı konusunda en iyimser tahmin, geçtiğimiz yıl ürünü ilk kez parçalarına ayırma zahmetine giren Tayvanlı mühendislerden geldi. Tayvan’ın en büyük piyasa araştırma firması olan Topology Research Institute, Glass’a 299 dolar fiyat biçti. China Post’un Ağustos 2013’te verdiği bilgiye göre, analist Jason Tsai, Glass’ın ekran maliyetinin 30-35 dolar arasında olduğunu belirtti.01

Gelecek aylar ne getirecek kestirmek çok zor. Tüketiciler sabırsızlık içinde beklese de, Google mevcut Glass Explorer Edition’ı da geliştirmek isteyebilir.

Glass’ın web sitesine göz atmak isterseniz: http://www.google.com/glass/start/

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.