VII – Roswell olayının perde arkası: Zeta Reticuli yıldız sistemi – 1

7 Mayıs 1989 tarihinde Güney Afrika’da, Botswana ile Güney Afrika sınırında bir UFO kazası gerçekleşti. İddialara göre bir UFO Güney Afrika hava kuvvetlerine ait olan jetlerle düşürülmüştü.

1993 senesinde İngiliz dergisi “Quest International” kaza hakkında bilgi veren özel bir sayı hazırladı (derginin Leeds merkezli bir UFO topluluğu olduğu söyleniyor). Dergiye göre Güney Afrika ve Amerikan hava gücü kuvvetleri “Operation Silver Diamond” adı verilen bir operasyonla kaza yapan UFO’nun enkazını kaldırdı.

Güney Afrika deniz gücünde görev almış emekli bir albay yaptığı açıklamada Amerika’nın Güney Afrika ile UFO’lar karşılığında teknoloji takası yaptığını öne sürdü. Dergi, UFO’lardan birinin götürüldüğü Ohio’daki Wright-Petterson üssünden bölgede görülen şeyin bir ateş topu ya da uydu olduğu yönünde açıklama yapılmasının emredildiğini öne sürdü. Dergi ayrıca bölgeyi bağımsız olarak araştırmaya giden iki Avrupalı ufolojistten bahsetti. Bu iki isimden ilki Amerikalı fizikçi ve ufolojist Dr. J.J Hurtak, diğeri ise Alman ufolog J. Von Buttlara’ydı. Her ikisi de hazırladıkları raporda Kalahari çölünde bir UFO kazası yaşandığını ve ordunun müdahele ettiğini doğruluyordu. Dergide ayrıca bir Fransız araştırmacının bölgede bağımsız olarak çalışmak istediği, ancak öldürüldüğü öne sürüldü. Dahası, Fransız araştırmacının ölmeden önce bölgede sıradışı materyal ve nesneler gördüğü öne sürüldü. Bazı kaynaklarda istihbarat şefi olduğu belirtilen kişinin kimliği belli değil.

1993 senesinde Cape Town yerel dergilerinden biri olan Argus’un belirttiğine göre UFO kazası eşi benzeri görülmeyen bir yalanlama kampansına maruz kalmıştı. Aynı şeyi dönemin Botswana çevre bakanı Dithoko Seiso’da doğruladı ve araştırma yapmak isteyen hiç kimseye izin verilmediğini belirtti.

operation silver diamond ufo ile ilgili görsel sonucu
İngiltere ve ABD’de farklı tarihlerde çekilen fotoğraflar. [CIA]

Olayın özeti ise şuydu. UFO meraklısı James Van Greunen adlı biri Güney Afrika ordusunda görevli arkadaşının sızdırdığı belgeleri ufolojist Tony Dodd’a ulaştırmıştı. Greunen, belgelere ek olarak hazırladığı raporda bazı gerçekçi olmayan ifadelerin bulunduğunu ama enkaz bölgesine bir cismin düştüğünden emin olduklarını belirtmişti.

Senelerce olayın üstünü örtmek için yapılan çalışmalar devam etti. Öyle ki, Argus dergisinin olay hakkında haber hazırlamakta kullandığı dosyalar kitaplıklarından çalındı. Birçok araştırmacı Kalahari çölünde bulunan ve “Kamp 13” olarak bilinen Güney Afrika ordusuna ait bir tesisten şüpheleniyordu. Burada teknolojik araştırmaların yapıldığı ve UFO’ları düşürebilmek için lazer teknolojisi geliştirildiği söyleniyordu. Bu tür spekülasyonlar Zimbabwe’nin ünlü UFO araştırmacısı Cynthia Hind tarafından bir nevi doğrulandı. Çünkü kendisi Güney Afrika’da UFO’ların eskiden beri görüldüğünü ve yaşanan kazanın ardından yapılan tüm yalanlamaların saçmalık olduğunu öne sürmüştü.

“Temizlenmediğiniz sürece konuşmazdı”

UFO enkazlarından elde edilen uzaylılara ait eşya ve materyaller nerede tutuluyordu?

Senelerce araştırmacıların kafasını karıştıran bu soruya en önde gelen cevap tek bir yeri gösteriyordu: New Mexico’daki Los Alamos tesisi. Çok önemli bir Ar-Ge tesisi olan Los Alamos birçok önemli bölüm içermekteydi. Bunlardan bir tanesi yaklaşık 60 yapıdan oluşan “Tech Area 53” olarak adlandırılıyordu. Los Alamos’ta ayrıca bir tesis daha vardı ki, burası ise EBE’lerin, yani “uzaylı biyolojik varlıkların” tutuldukları yerdi. Bu tesis “Complex 111” ya da kısaca C–111 adını taşıyordu ve ilk EBE’in gözaltında tutulduğu yerdi.

C-111’in 1950’lerde Los Alamos’ta ilk inşaa edilen yeraltı tesisi olduğu biliniyordu ve dünyanın o güne dek gördüğü en büyük askeri üssü olma özelliğine sahipti. İkinci Dünya Savaşından sonra nükleer çalışmalara ev sahipliği yapan üs 5 megatonluk nükleer patlamalara dayanabiliyordu. Yaklaşık 10 futbol sahası büyüklüğüne sahip olduğu söylenen üste birçok araştırma laboratuvarı ve çeşitli odalar bulunuyordu. Üs yerin 45 metre altındaydı.

C–111 tesisi, 18 Haziran 1952 tarihinde öldüğü rapor edilen tarihteki ilk EBE’in, yani EBE–1 adındaki uzaylının tutulduğu yerdi. EBE–1, Roswell kazasında ele geçirilmişti. Ünlü uzaylı videosunda görülen EBE-? ise Kalahari çölünde düşürülen UFO’lardan kaçırılmıştı. EBE–1 ile 1949 senesinden öldüğü 1952 senesine kadar yaşamış olduğu söylenen bir emekli albayın, emekli olduktan sonra kızı ile Phoenix’te yaşadığı biliniyor. Bu kişinin sekiz sene önce (Türkçe’ye çevrilen bu belge 1996 tarihlidir) EBE–1 hakkında şu sözleri söylediği bilinmektedir:

Hayatımda bunun hakkında düşünmediğim bir gün bile yok. Ancak o sizinle ‘temizlenmediğiniz’ sürece konuşmazdı.

EBE-1’den esin alınarak hazırlanan sahte bir görsel. [YouTube]

Burada temizlenmek ile belirtilmek istenen büyük olasılıkla tamamen hijyenik olmak ya da uzaylının fiziksel varlığına tehdit oluşturabilecek bir şey bulundurmamaktı. EBE–1 bilindiği kadarıyla terminal kanser ile boğuşuyordu ve ölümüne bu sebep oldu. Hükümet için çalışan birinin anlattıklarına göre EBE–1 ile çekilmiş 16 mm’lik bir film bulunmaktaydı. Bu film daha sonradan video kasete aktarılmıştı. Bu videonun bir kısmını gören hükümet çalışanının anlattıklarına göre EBE–1 bir kutunun üzerinde durmaktaydı. Onunla üç sene yaşamış olan emekli albay ona sırtını dönmesini söylediğinde ise EBE–1 bunu hemen yerine getiriyordu. Videonun çok ilginç olduğunu belirten hükümet çalışanı ayrıca EBE-1’ın uzmanlık alanının “teknisyenlik” olduğunu belirtti.

EBE-1’in tutulduğu tesisin yer üstünde kalan kısmında çalışan ve yaklaşık 40 sene bu işlerle meşgul olmaktan kafayı sıyıran bilim insanları da çok ilginç bilgiler verdiler. Bu kişiler arasında yer alan ve astrofizik ile bio-astrofizik uzmanı olan adı saklı kişinin belirttiğine göre kendisi 1953’te, 20’li yaşlarının sonlarında bir projenin başına getirilmiş. O günden beri vaktinin %70’ini sürekli araştırmalara harcamış. Sonuç olarak yürütülen projeler hakkında oldukça bilgili olan bu adamın dediğine göre aralarından birkaç bilim insanı EBE-1’in geldiği yer olarak anlattığı Zeta Reticuli sistemine gitmiş.

VI – Roswell’in perde arkası: 51. Bölge’den sızdırılan röportaj – 2

Bir önceki bölümden devam…

İlk olarak kasetin geçerliliği test ediliyor. Kaset Phoenix’te çalışan görüntü uzmanı Jim Dilettoso’ya (aynı zamanda ufolog kendisi) gönderiliyor. Görüntü dijital biçime aktarıldığında oldukça sağlam bir tablo veriyor. Görüntü kaydırıldığında hareketli filmin kalitesi bozulmuyor, en önemlisi filmin orjinalinden kopyalandığını belirten bir şerit beliriyor. Bu da Victor’un dediğine uyuyor.

Diğer görüşü alınan kişi ise Hollywood makyaj uzmanı John Criswell. Criswell eğer sahte ise uzaylı kuklasının çok titiz yapıldığını söylüyor. Videonun sahte olduğunu öne süren Criswell şunları söylüyor: “Dizayn çok iyi ve tasarım çok iyi gerçekleştirilmiş. Bunu her kim yaptıysa Hollywood’ta 1 dakika da iş bulabilir. Bunu eğer birileri yaptıysa çok akıllı oldukları belli çünkü birçok detayı saklamasını bilmişler. Bu da inanmanızı güçleştiriyor. Ancak hareketler çok gerçekçi görünüyor ve küçük detayları nasıl yaptıklarını bilmiyorum. Karar vermek zor.

Diğer bir uzman akademi ödülü sahibi olan makyaj efekt uzmanı Rick Baker. Baker filmin sahte olduğunu belirtiyor. Masa ve karanlık ortam ile uzaylıya ait birçok detayın saklandığını belirten Baker, uzaylının öksürme tarzı hareketleri ile başını sallamasını, birisinin kafasını arkadan eliyle kukla gibi hareket ettirmesine bağlıyor. Görüntülerin çok ilginç olmasına rağmen birçok detayın saklanmaya çalışılmasının inandırıcılığı bozduğunu belirtiyor.

Ancak birçok ufolojistin ve internet kaynaklarının belirttiği şey, uzaylıların ışığa çok duyarlı oldukları ve rahat olmaları için karanlık bir ortamda bulunmaları gerektiği. Hatta çok büyük ve kapkara olan gözlerinin esrarı da bu. Bu gözler çok sayıda siyah katman içeriyor ve gün ışığına karşı gözü korumayı amaçlıyor.

En kıdemli uzmanlardan biri olan Robert Dean görüntüleri görür görmez şunları söylüyor: “Bu çok güçlü bir şey ve bu bir tiyatro olayı değil, bu gerçek.

Robert Dean 1960’larda Avrupa NATO üssünde görev yapmış ve o dönemde ilk gerçek uzaylı hayatına ait kanıtlar ve eşyalar görmüş olan bir kişi. Dean gördüklerinden çok etkileniyor ve çok üzüldüğünü belirtiyor. Filmde görülen uzaylının çok hassas ve nazik bir varlık olduğunu ve çok dikkat edilmesi gereken bir şey olduğunu, devletin bu tür bir şeye en büyük önemi verdiğini ve bulundurulan filmin devletin bir nevi tepkisini çekeceğini belirtiyor.

Ufolojist Sean Morton teknik bilgiler ile ilgileniyor. Görüntünün sol alt köşesindeki “DNI/27” yazısının, “Department Name of Intelligence”, yani istihbarat bölümü ismi anlamına gelebileceğini belirtiyor. 27 rakamı ise bu bölümün güvenlik kodunu, seviyesini belirtiyor. İnip kalkan telepat ışığını kalp atışı olarak öngören Morton kalp atışının çok düşük, dakikada yaklaşık 30 civarında olduğunu belirtiyor. Morton uzaylıların ışığa çok duyarlı olduklarını, bu yüzden röportajların çok karanlık odalarda gerçekleştirildiğini belirtiyor. Uzaylının devasa kafasını tutan boynunun insanlardaki gibi kafanın arkasında değil, ortasında olduğunu, bu yüzden de kafa hareketlerini birinin kontrol etmesinin zor olduğunu belirtiyor. Son olarak, eğer sahte ise çok iyi bir iş çıkarıldığını söylüyor.

Avrupalı UFO araştırmacısı Michael Hesemann ise bu olayın gerçekte yaşanmış başka bir olay ile bağlantısı olduğunu düşünüyor. Uzaylının 1989 yılında ele geçirildiği bilgisinden yola çıkarak, Hesemann 1989 senesinde Kalahari çölünde Güney Afrika hava gücüne ait savaş uçaklarının vurarak düşürdüğü bir UFO olayından bahsediyor. UFO enkazından iki tane uzaylı çıkarılıyor. Seneler sonra Güney Afrika ordusunda bulunan bir albayın dediklerine göre Amerika UFO, ya da UFO’lar karşılığında Güney Afrika’ya teknoloji veriyor. Bu takas sonucu uzaylılardan bir tanesi Ohio’daki Wright-Patterson hava üssüne, diğeri ise 51. bölgeye getiriliyor. Victor’un sağladığı kasette görüntüleri bulunan uzaylının tanımı, Kalahari Çölü’ndeki enkazda bulunan uzaylı tanımına tıpatıp uyuyor. Hesemann Kalahari olayında elde edilen uzaylılara ait çizimler ile dökümanlardaki bilgilerin filmdeki uzaylı ile uyuştuğunu, filmdeki uzaylının eldeki bilgileri büyük olasılıkla doğrulayan bir kanıt olduğunu söylüyor.

Uzaylılarla temas etmiş olan yazarın yorumu: Utanıyorum

Whitley Strieber “Communion” adlı kitabın yazarı. Birçok defa uzaylılarla temasta bulunduğunu öne süren ve uzaylılar tarafından kaçırılan insanların temsilcilerinden biri olarak görülen Strieber, görüntülerden fazlasıyla etkileniyor. Dedikleri ise şunlar:

Ne kadar tanıdık olabileceklerine bu görüntüleri görene kadar inanmamıştım. Eğer bu sahte ise, gerçekten çok iyi yapılmış. Bunu izlemek çok zor, çünkü bunu yapan kişi onların nasıl hareket ettiklerine dair şeyler biliyor. Tanrı’ya sahte olması için dua ediyorum, eğer değilse insanlık için çok utanıyorum.

Victor neden devletin bu tür bilgileri bilimsel keşifler için kullanmadığına dair sorulan soruya şunu söyleyerek cevap veriyor ve çarpıcı şeyler söylüyor:

Devletin amacı kontroldür, bedava enerji, kanser tedavisi gibi şeyler eğer devlet insanlığı düşünüyor olsaydı gerçekleşebilirdi. Devlet kontrol istiyor ve ne kadar kontrol yaratmaya çalışırlarsa onu kaybetmekten o kadar korkuyorlar. Bu projelerle ilgilenen insanlar bilgi bakımından çok ortalama insanlar. Ellerindeki bilgi ile ve onunla ne yapacakları hakkında tam olarak bir şey bilmiyorlar. Niyetleri belli değil. Ayrıca şu da var ki, uzaylıların kendi amaçları için devleti yönlendirmesi gibi bir durum da söz konusu olabilir.

Robert Dean ise şunları söylüyor: “1949’tan beri devletimiz uzaylı teknolojisi, bilgisi ile uğraşıldığını biliyordu. Her geçen sene de elde edilen bilgiler, kavramlar, sonuçlar arttı. Şurası da belli ki biz onlara ait donanım elde ettik, mühendislik bilgilerini deşifre ettik ve hatta onları uçurduk. Devlet başta olmak üzere araştırmacılar, NASA çalışanları güvenliğin azaltılması ile insanlara bilgi sunmalıdır. İnsanların bu konularda bilgi elde etmeye hakları ve ihtiyaçları vardır. Kongrenin insanlara karşı sorumlulukları var ve bunları yerine getirmeli.

Victor görüntüdeki uzaylının yaşayıp yaşamadığına dair bilgi vermiyor. Sadece uzaylıların ölmek konusunda rahat olduklarını ve onları diğer tarafta bekleyen bir araç, gemi bulunduğunu söylüyor. Diğer taraf ise ilk geldikleri yer, yani Zeta Reticuli. Ayrıca bir başka boyuttan, gerçeklikten gelmiş de olabilirler. Victor muhtemelen Dünya dışı ziyaretçilerin bir nevi şeytan ya da melek gibi güçleri ile baş edilemez varlıklar olabileceklerini ima ediyor…

                                                                   ***

51. Bölge’ye Google Earth’de bakmak için gereken koordinatlar ise: 37.239° N 115.816° W

V – Roswell olayının perde arkası: 51. Bölge’den sızdırılan röportaj – 1

26 Temmuz 1996 tarihinde, yapım firması Rocket Pictures şirketini “Victor” takma adında kimliği belirsiz bir kişi aradı. Elinde bir uzaylı ile yapılan röportajın görüntülerini içeren kaset olduğunu iddia ediyordu. Şirketin sahibi Tom Coleman ilk başta bunu bir şaka zannetti. Ancak konuşma devam ettikçe Coleman telefonun ucundaki kişinin çok ciddi biri olduğuna inandı. Victor adlı şahış Coleman’a elinde Nevada’daki askeri üste (51. Bölge) tutulan bir uzaylıya ait olan bir video olduğunu belirtti.

Amerika’da uzaylılara ait olan video spekülasyonları tabii ki ilk olarak 1947’deki Roswell kazası ile ortaya atılıyor. Enkazdan çıkarılan uzaylılardan bir tanesinin yaşadığının ortaya atılması ile meraklar artıyor ancak her şey bununla bitmiyor. Anlatılanlara göre kazadan iki sene sonra, 1949 senesinde Roswell kazasından ikinci bir uzaylının daha kurtarıldığı iddia ediliyor. EBE–1(Uzaylı Biyolojik Varlık–1) adı konulan uzaylı gözaltına alınıyor. Ancak uzaylı o zamanın doktorları tarafından çaresi bulunamayan kronik hastalıklara sahip. Jimy Carter’ın başkan olduğu döneme ait olan, 14 Ağustos 1977 tarihli bir brifingte yazanlara göre, hasta durumda olan EBE–1 ayağının tozu ile getirildiği bir askeri üste sorgulanıyor. Sorgulamada piktograf (harf yerine resim kullanılan yazı türü) kullanılıyor. EBE–1, Zeta Reticuli yıldız sisteminden geldiğini anlatıyor. EBE–1 ile yapılan araştırmaların asıl amacı ise, hem uzaylılar, hem de insanlar tarafından anlaşılan resimlerle ortak bir dil yaratmaktı. Eğer bu iddia edilenler doğru ise, dilbiliminde devrimsel bir ilerleme 1950’lerin ilk senelerinde gerçekleştirilmiş oldu.

Ancak en önemli şey Amerika ile Rusya’nın Soğuk Savaşa ilerlediği bu dönemde böyle bir bilginin tamamen insanlıktan ayrı tutulmasıydı. Devletin o zamandan beri aklında bulundurduğu ana strateji %100 gizlilikti.

Eldeki bilgilere göre EBE–1 belirlenemeyen bir hastalıktan dolayı 18 Haziran 1952 tarihinde öldü. En ilginç şeylerden biri, EBE–1 gibi çok ileri bir yaşam formunun daha kendi hastalıklarına tedavi bulamayan bir ırkın ellerinde hayatını kaybetmesiydi. Ancak daha sonraki araştırmalarda birçok uzmanın yaptığı açıklamaya göre uzaylılar için ölümün hiç korku yaratmayan bir şey olduğu ortaya çıktı. Onlar için ölüm bir nevi son değil bir geçiş süreciydi.

[YouTube]

1940’ların sonlarında ve 1950’lerin başlarında Amerika’nın uzaylı politikası belirlenmişti. Her şey çok gizli tutulacaktı. “Blue book” adı verilen bir dosyada her türlü olay kaydediliyordu ama açıklamaya gelince her şey yalanlanıyor, bataklık gazları ya da doğal ışınlar gibi şeylerle olaylar geçiştiriliyordu. Ancak daha sonradan ortaya çıktı ki Amerikan hükümetinin tek bir stratejisi yoktu. 14 Eylül 1947 tarihinde hükümet tarafından “Majestic 12” adlı bir araştırma grubu yaratıldı. Bu grubun amacı uzaylılarla ve UFO’larla alakalı her türlü bilgiye ve dökümana ulaşmak ve bu bilgileri hem yabancılardan, hem de Amerikan halkından tamamen gizli tutmaktı. Mj–12 dönemin başkanı Truman’ın savunma bakanı olan James V. Forrestal tarafından yürütülüyordu. Çok kısa bir süre içinde Mj–12 örgütü Forrestal’ın tahmininden çok farklı boyutlara ulaştı. 1949 senesinde depresyon nedeniyle hastaneye kaldırılan Forrestal hastane odasında intihar etmiş olarak bulundu ama bunu birçok araştırmacı kabul etmedi. Söylenenlere göre Forrestal %100 gizlilik yerine eldeki bilgilerin halka açıklanmasından yanaydı.

Çok ilginç bir başka nokta, 51. Bölgede 1989 senesinde uzay araçlarını incelemiş olan Bob Lazar’ın anlattıklarıydı. Dediğine göre üsteki her görevli üzerinde “MAJ” yazan kimlik kartları taşımak zorundaydılar. Bu ise “Majestic” kelimesinin kısaltmasıydı.  

İletişim yöntemi tamamen farklı

1994 senesinin aralık ayında bir UFO araştırmacısının eline Majestic 12 örgütünün el kitabından bir doküman ele geçti. Bu dökümanda nezaret altındaki uzaylılara nasıl davranılacağı hakkında maddeler vardı. Buna göre:

  •  EBE’ler her ne gerekirse gözaltında tutulacaklardır.
  •   En kısa zamanda güvenli bir alana sevk edileceklerdir.
  • Her ne kadar EBE yaşam formlarını fiziksel olarak iyi durumda elde bulundurmak avantajlı olacaksa da, yürütülen operasyonların güvenliği ile uyuştuğu sürece bu varlıkların alıkonulmasının ertelenmesi ya da kaybedilmeleri (ölmeleri) kabul edilebilir.

Son maddeden de anlaşıldığı üzere gizlilik başından beri ABD hükümetinin ana amacı olmuştu.

1988 senesinde hükümete ait olan ve kod ismi “Falcon” olan başka bir kaynak ele geçirildi (internetteki kaynaklara göre bir adam). Elde edilen bilgiler ikinci bir uzaylı canlıdan bahsediyordu, yani EBE–2. Bilgilere göre EBE–2 devlete araştırılması ve röportaj yapılması için gönüllü olarak başvuran bir uzaylıydı! Bu olay gerçek ise, 51. bölge uzaylılarla insanlar arasında diplomasinin gerçekleştiği ilk yer olmuştu.

Falcon kaynağında belirtilen bilgiler 1950’nin ortalarında gerçekleşen EBE–2 röportajının EBE-1’den oldukça farklı olduğunu ortaya koyuyor. Normalde uzaylılar insanlarla resimli figürler ya da konuşma dili ile iletişim kurmakta hiç ilgili olmuyorlar. Ancak EBE–2 gönüllü olmasının yanında bu sefer onun için geliştirilmiş olan bir konuşma cihazını kullandığından bahsediliyor. Hatta EBE-2’nin İngilizceyi kısa sürede söktüğü ve yetkililerle İngilizce konuştuğu anlatılıyor.

Bu saçma sapan (ya da gerçek) açıklamaları yalanlayan diğer kaynaklar ise uzaylıların insanlarla konuşarak falan değil, telepati yöntemi ile iletişim kurduklarını belirtiyorlar. Eğer bu doğru ise uzaylıların telepati yetenekleri olduğu nerden biliniyordu, ayrıca devletin iletişim kurabilmek adına telepatlar tutması gerekiyordu. Ya da uzaylıların konuşma yeteneği hiç mi yoktu?

“İnsan vücudu bir cihaz”

Bob Lazar’a çalıştığı uzay araçlarının sahiplerinin nerede olduğu, 51. bölgede uzaylı olup olmadığı soruluyor. Lazar bu soruyu yanıtlamaktan çekindiğini belirtiyor ancak bir keresinde iki yetkilinin kısa boylu ve uzun kollu biri ile konuştuklarını gördüğünü, başka bir sefer de uzaylı medeniyetler hakkında bilgi içeren dökümanlara rastladığını anlatıyor. Ayrıca Lazar 1970’lerin sonlarında gerçekleşen ilginç bir olaydan bahsediyor. Son 40 sene içinde 51. bölgede uzaylı sayısı o kadar artıyor ki, üs bir nevi uzaylı tatil kampına dönüyor. 1970’lerde yetkililer üsteki bir alanı uzaylıların kontrolüne sevk ediyor. Bir gün güvenlik görevlileri ile uzaylılar, büyük olasılıkla muhabbet ederlerken, uzaylıların yarattıkları bir çeşit alan yüzünden görevlilerin tabancalarındaki mermiler tepki veriyor ve orada bulunan tüm insanlar başlarından aldıkları yaralar ile ölüyorlar. Bu saçma sapan hikâyelerden daha ne kadar var bilinmezken, UFO araştırmaları üzerindeki en ilginç hadiselerden biri 1987 senesinde yaşanıyor.

21 Eylül 1987’de, dönemin başkanı Ronald Reagan, Birleşmiş Milletler’de konuşmasında çok ilginç ifadeler kullanıyor. Reagan, konuşmasında “Eğer dünya dışı bir tehditle karşı karşıya kalsaydık, eminim ki bizi ayrı tutan tüm engelleri unutur ve birlik kurmayı başarabilirdik” diyor ve uzaylıların yaratacağı bir tehditten söz ediyor. Onun bu açıklaması, Lazar’ın anlattığı ve uzaylıların kafası kızdığı anda neler yapabileceklerini gözler önüne seren olaydan sonraki döneme rastlıyor.

Tüm bu tuhaf ve fazlasıyla saçma duyumlar bir şeyi akıllara getirmeye başlamıştı. Acaba bunlar devlet tarafından insanların aklını karıştırmak için bilerek ortaya atılan şeyler miydi?

Bu düşünce içinde Rocket Pictures sahibi Tim Coleman “Victor” adlı şahsı güvenilirlik konusunda uyarıyor. Victor ise her soruyu yanıtlayacağını ve kaset üzerinde her türlü testin yapılabileceğini, uzmanlara danışalabileceğini belirtiyor. Ayrıca kendisi belgeselde yer almayı maske kullanarak ve sesi elektronik yöntemlerle değiştirilmek suretiyle kabul ediyor.

Röportaj esnasında Victor 51. bölgedeki görevini açıklamıyor, sadece orada olması için geçerli bir sebebi olduğunu belirtiyor. Teslim ettiği kasetin orjinalinden kopya olduğunu ve 51. bölgede çok olağan dışı şartlar altında, yasak olmasına rağmen kopyalandığını açıklıyor. Victor kasette yer alan uzaylıyı gördüğünü ama röportaj esnasında orada olup olmadığı konusunda bir açıklama yapmayacağını belirtiyor. Uzaylı ile yapılan röportajın uzaylının ele geçirildiği 1989’dan beri sürdüğünü, her ay iki tane yapıldığını ve her seansın 3 ila 5 saat civarında olduğunu anlatıyor. Uzaylının uçan daireler hakkında temel teknik bilgiler verdiğini, bunun dışında ruhsal kavramlardan bahsettiğini anlatıyor. Uzaylının ruhsal konular hakkında konuşurken daha rahat olduğunu belirtiyor ve bahsettikleri hakkında şu bilgileri veriyor:

İnsan vücudu bir cihaz, daha çok bir araç, tekne, iletişim/ulaşım kanalı. Bu araç ruha hizmet için sahip olunan bir şey ve maksimum verimlilik ile kullanılması gerekiyor. Araç kırıldığında ya da bozulduğunda ise değiştirilmesi gerekiyor. Ruh, birden çok araca sahip olabiliyor. Teknoloji ise bu süreçte aracın kendini yenilemesi için kullanılan şey (yani araçtan araca geçen bir ruh transferi söz konusu). Ruh araçtan araca geçebiliyor. Yani reankarnasyon gibi şeyler gerçek.

Victor ise uzaylının araç olarak ifade ettiği şeyin ruhun kendisine kılıf olarak kullandığı vücut olduğunu belirtiyor.

Bu görüşün bir benzerini savunan ve araçlar için “konteyner” tanımını kullanan “Heavens Gate” adlı bir örgüt üyeleri ruhun bir taşıyıcıdan başka bir taşıyıcıya geçebildiğini kabul ediyorlardı. 1997 senesinde liderlerinin arkasından 38 grup üyesi ayaklarında spor ayakkabı ve şık elbiseler giyinmiş halde yataklarında toplu intihar ettiler. Victor ise uzaylıların ruhani konulardaki bilgilerinin kesinlikle intihara sevk edici olmadığını belirtiyor. Yapılan röportaj, intihar olayından tam 7 ay öncesine rastlıyor. Bu tarih, keşfedilen en parlak kuyrukluyıldız olan Hale-Bopp’un Dünya’nın yakınından geçtiği tarihi temsil ediyordu. Grup üyeleri, “üst seviyeye” geçmek için kuyrukluyıldızı kullanmaları gerektiğine inanıyordu…

[YouTube]

Daha sonra belgeselde uzaylı röportajı gösteriliyor. Karanlık bir mekânda gerçekleştirilen röportajda uzaylı bir masanın ucunda oturuyor. Gövdesi görünmüyor. Bir adamın rahatça üstünde durabileceği devasa bir kafası var. İncecik boynu görülebiliyor. Uzaylı yaklaşık 1,5 dakika sonra şiddetli baş sarsıntıları ile öksürürmüş gibi hareketler yapmaya başlıyor. Bu esnada yanına 2–3 tane sağlık görevlisi geliyor. Bir tanesi elindeki fener ile uzaylıyı kontrol ederken, ara sıra uzaylının gövdesi görülebiliyor. Bir görevli kafasını tutarken diğeri ağzını siliyor. Bu esnada uzaylının ağzı açılıp kapanıyor. Görevlilerin hareketleri ise çok doğal, ne yapacaklarını planladıkları ya da rol yaptıkları hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değil.

Youtube’daki yorumlardan bir tanesinde bir kişi görüntüleri çok büyük ekranda izlediğini, uzaylı öksürür gibi hareket yaparken ağzından tükürükler saçtığını söylüyor. Bu da özellikle sahte olması ihtimalinde çok ince bir detay olan ağız hareketleri hakkında iyice şüphe uyandırıyor.

Victor görüntülerdeki kişilerin güvenliği için filmdeki sesi çıkarttığını ve bu filmi ortaya çıkarmasının en büyük amacının uzaylıların varlığından insanları haberdar etmek olduğunu söylüyor. Röportaj esnasında ortamın karanlık olmasının uzaylının rahatını sağlamak için yapıldığını söylüyor. Uzaylının oturduğu taraftaki masanın üzerinde inip kalkan yeşil ışığın telepat olduğunu, arka planda görülen kare açıklıkların gözlemciler için olan kameralar olduğunu belirtiyor. Röportaj esnasında odada telepat dışında askeri sıhhiye görevlilerinin olduğunu söylüyor. Uzaylı en alt seviyede ve en güvenli yer olan 2. güvenlik seviyesinde tutuluyor. Uzaylıların en güvenli seviyede tutulmalarının sebebi ise insanların içinde bulunduğu çevreden, doğadan korunmalarının amaçlanması. Normalde uzaylıların insan doğasında olan hastalıklardan direkt olarak etkilenmedikleri anlaşılmış ancak özellikle solunum sistemlerine yerleşen ve onları hasta eden bakterilerin mevcut olduğu ortaya çıkmış. Röportajda uzaylının rahatsızlanması hakkında Victor röportajın iyi ilerlemediğini, telepatın önceki seanstan arta kalan bilgileri elde etmeye çalıştığını ve uzaylının büyük stres altında olduğunu söylüyor. Uzaylı ağzı sıkça açılıp kapanırken ve öksürür gibi hareketler yaparken Victor onun diğer uzaylılarla iletişim kurmaya çalıştığını, ancak hiçbir sinyal alamadığını belirtiyor. Bu esnada telepat sıhhıye görevlilerini çağırıyor…

[YouTube]


IV – Roswell olayının perde arkası: 51. Bölgede yapılan çalışmalar

1989 senesinde Bob Lazar adlı fizikçi 51. bölgede bulundurulan uzay gemilerinin mühendislik sırlarını çözmesi için görevlendirilmişti. Lazar, yaptığı çalışmaların ardından üzerinde çalıştığı uzay gemileri hakkında açıklamalarda bulundu ve 51. bölgede uzaylılara ait olan uçan dairelerin test uçuşlarının yapıldığını açıkladı. Devlet ile arasında yaşanan olumsuzluklar üzerine kendini güvenceye almak için Lazar tüm bildiklerini açıklamaya başladı. Lazar, Las Vegas Klas televizyonu muhabirine, 51. bölgenin S–4 olarak bilinen test alanında uzay gemileri üzerinde çalışan bir ekipte görevlendirildiğini ve uzay aracının itici kuvvetini çözmek için çalıştığını anlattı. Lazar belgeselde şunları söylüyor:

Çok kaygan ve ince yapılı, uçan daire şeklinde bir araç. Toplam 9 tane var. Ben sadece bir tanesi üzerinde çalışmalar yaptım. Çok sade, tek ve katı bir renge sahip, aracın içi ile dışı gri, hiç bir yerde sivri bir köşe yok, araç içindeki her cihaz, koltuklar, amplifikatör yuvaları, her şey yuvarlak köşeler sahip. Sanki herşey balmumundan eritilerek yapılmış gibi. Tavan ile yer birleşiyor ve her şey buna göre orantılanmış. Çok çok sade, çok geniş alana sahip, alan çok pratik kullanılmış. 3 tane seviye mevcut. En alt seviye amplifikatör yuvalarının olduğu yer, burada üç tane bulunmakta. Orta seviye araca giriş yaptığınız kısım. Burada koltuklar ve amplifikatörler var. En üst kısım ise küçük bir oda ama oraya erişim yoktu bu yüzden orada ne olduğunu bilmiyorum.

Kesinlikle bir uzaylı aracı, bu konuda hiçbir şüphe olamaz.

İlk olarak projenin amacı tersine mühendislik ile (reverse engineering) aracı deşifre etmekti. Eğer Amerikan yapımı iseler bunu geriye dönerek araştıracak ve insan yapımı olup olmadıklarını anlayacaktık. İkinci olarak boyut, içerideki teçhizat, koltukların boyutu, kullanılan materyaller tamamen bize uzaylı kalıyor. Ayrıca kullanılan petrol, “1–15” adlı element bizde yok. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde oluşturulan açıklamanın brifingi bu araçların kesinlikle uzaylı aracı olduğu idi.

Lazar’ın tasvir ettiği UFO. [YouTube]

Lazar’ın bahsettiği 115 elementi Ununpentium olarak adlandırılan ve “Uup” sembolüne sahip olan element. Bu madde partikül bombardımanı ile enerji kaynağı haline dönüşen Ununhexium maddesine dönüşüyor. Daha sonra ana partikül ile karşıt partiküller oluşan nükleer reaksiyonu sonlandırmak için çözülerek yok oluyorlar. Ayrıca Uup elementinin yarattığı nükleer güç ile uzay aracının dış ortam ile arasındaki yerçekimi uyumunu sağladığı öne sürülüyor..

Bob Lazar 51. Bölgede uzaylı teknolojisine tanık olmuş isimlerden sadece biri. Bir başka isim David Adair. Adair 51. Bölgede uzaylılara ait olan bir motorun incelenmesi için görevlendirilmiş. Dedikleri ise şunlar:

Bizim kökenlerimizden gelen bir şey değil. Bunu görmeme izin vermemeleri gerekirdi. Sonuçları iyi olmadı. Beni bir odaya kilitlediler. Bunun sebebi onlara motorun nasıl çalıştığı konusunda daha fazla bilgi vermeyeceğimi zannetmeleri idi ve ne yapacakları konusunda kararsız kaldılar.

NASA ve başka uzay araştırmaları firmalarına danışmanlık yapmış olan Adair, “1971 senesinde dünyaya çakılmış olan bir uçan dairenin motorunu araştırmak için” görevlendirildiğini anlatıyor.

Baktığım şey teknolojik olarak olağanüstü bir şeydi. Böyle bir şeyi görmek muhteşem bir olaydı. O durumda olmak ise beni her zamankinden çok daha sinirli bir hale getirdi. Çünkü elinizde bu tür inanılmaz bir teknoloji bulunduruyorsunuz ve insanlara bunu açıklamıyorsunuz. Biz halen benzinle çalışan motorlar ve NASA’da yakıtla yükselen roketler üretiyoruz ama ellerinde öyle bir motor var ki, bizim teorimizle büyük olasılıkla ışık hızına ulaşabiliyor, hatta daha da fazlası.

Lazar’ın bahsettiği UFO’nun iç yapısı. [YouTube]

Ufololog Sean Morton ise Lazar’ın açıklamalarına kendi bilgileri ve bakış açısı ile yorum yapıyor:

Bob Lazar’ın bize dediğine göre eğer biz Çarşamba akşamları saat 18.30’da siyah bir posta kutusunun yanına gidersek uçan daireler görebiliriz. Çünkü bunlar askeriye tarafından belirlenmiş olan zamanlar. Akam 18.30–21.30 arası ve sabah saat 03.00 ile 06.00 arası.”

Bu olayların ardından 51. bölge hakkındaki spekülasyoınlar doruğa ulaştı. Buradaki temel görüş, Amerikan hükümetine bağlı yetkililerin uzaylılar ile gizli görüşmeler yaptığıydı. Morton, 51. bölge hakkında çıkan uzaylılarla pazarlık yapılması spekülasyonları hakkında şunları söylüyor:

51. Bölge. [Wikipedia]

Yürütülen projelerdeki ana amaç Amerikan devleti ile uzaylılar arasında pazarlık yapmaktı. 1947’deki Roswell kazasının ardından Majestic 12 adı verilen bir organizasyon kurulmuştu. Ardından 1953’te bu olaylara dönemin başkanı Eisenhower’da karıştı. Devlet-askeriye-uzaylılar arasında görüşmeler olduğu spekülasyonları ortaya çıktı. Görünüşe bakılırsa bizde uzaylıların istediği bir kaç şey vardı. Birincisi, askeriyenin donanıma ihtiyacı vardı. Biz silah, itici kuvvet ve metalurji teknolojisi istiyorduk. Bunun karşılığında uzaylılar bizim yazılımlarımızı almak için ticarete sıcak bakıyorlardı. Buradaki yazılımlar ise bizden başkası değil, yani insanlar. Başlıca istedikleri şeyler genetik materyaldi. Bunun karşılığında ise bize teknolojik ilerleme sağlamakta istekliydiler. Buna birkaç uçan dairenin insanlara verilmesini örnek gösterebiliriz.

III – Roswell olayının perde arkası: V-2 roketleri ile UFO çelişkisi

1994 senesinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı oluşan büyük medya baskısı sonucunda bir rapor yayınlamak zorunda kaldı. Raporda uçan dairelerin varlığı reddediliyor ve 1947’de gerçekleşen olay adına o sene düzenlenen bir hava balonu testi gösteriliyordu. Buna göre, Project Mogul adı verilen deney kapsamında, özel üretilen bir balon Rus nükleer deneylerinin ses dalgalarını saptamak adına Alamogordo çölü civarında uçuruluyordu. Balonun o günlere ait olan görüntüleri de bulunmakta. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Roswell olayı için en mantıklı açıklamanın bu balon olduğunu ileri sürdü. Ne de olsa olayın gerçekleştiği sene General George Ramey’de aynı şeyi düşünmüştü.

Mogul projesinin başında yer almış olan isim Charles Moore, balonu 4 Temmuz’da havalandırdıklarını, yapmış olduğu kazanın ardından B–17 uçaklarının aramayı kestiğini ve enkazının toplanmadığını ve asıl enkazın uçan dairenin bulunduğu yerin 28 km uzağında bir yerlerde bulunduğunu açıkladı. Ancak 1947 senesinin hava bolunu kayıtları incelendiğinde, o günlere ait hiçbir kayıt bulunamadı. 4 Temmuz gününe ait bir balon kayıt bulunmadığı gibi, o tarihler civarında hiçbir başarısız olmuş uçuş da yoktu.

Ancak senatör Steven Schiff, tarih boyunca yapılan açıklamaların ortaya çıkardığı uyumsuzluktan şüphelenmişti. Ne de olsa ordu daha başında hata yapmıştı. İlk olarak kazanın ertesinde bir uçan daire bulunduğu açıklanmış, bir gün sonrasında ise bir hata yapıldığı belirtilmişti. Schiff, sadece bir gün arayla ilk olarak uçan daire, sonrasında da hava balonu açıklaması yapılmasının çok saçma olduğunu belirtiyor. Çünkü o dönemin nükleer bomba taşıyabilen tek hava kuvveti Roswell’de bulunurken, bu kadar kıdemli askerlerin bir uçan daire ile bir hava balonunu birbirinden ayırt edememesi mümkün değil. Ayrıca bir de radyoaktif ölçümler için olduğu söylenen deney söylentisi var. Schiff tüm bunların sadece bir açıklama olduğunu ancak asıl var olan şeyin ne olduğunu hiç açıklayamadığını söylüyor.

Hava balonu olmadığı neredeyse kesin, bir uçan daire olduğuna dair yeterince kanıt yok. Peki Roswell’e çakılan şey bir insan yapımı cisim olabilir miydi? Bu akıllara gelen bir olasılıktı çünkü işin sırrı New Mexico’nun ta kendisinde yatıyordu. New Mexico çölleri, boş ova ve arazileri ve uçsuz bucaksız gökyüzü ile tüm Amerika’nın en gizemli eyaleti. Burada ABD’nin birçok gizli tutulan laboratuvarı bulunduğuna inanılıyor. Bu da çakılan cismin aslında özel bir deney ürünü bir araç olabileceğini düşündürüyor. New Mexico’nun beyaz çölleri Japonya’ya atılan atom bombasının ilk denendiği yerdi. Ayrıca dünyanın ilk casus uçaklarının test uçuşlarını yaptıkları yer ve Nazilerden elde edilen roket teknolojisi ile üretilen V–2 roketlerinin de ilk defa Amerikan topraklarında denendiği bölgeydi (White Sands V-2 test alanı).

White Sands test alanı. [Wikipedia]

White Sands füze alanında görevli olan Don Montoya, V–2 roketleri ile başlayan ABD uzay havacılık çalışmalarının, 1940’ların sonları ile 1950’lerin başlarında ilk denemelerini yaptığını belirtiyor. Ona göre maymunların da ilk defa uzaya yollanmak için kullanıldığı roket deneyleri 1947 tarihinde başlamış olabilir. Yani Roswell kazası döneminde bir füze düşmüş olasılığı az da olsa vardı. Montoya “Project Albert” adı ile V–2 deneylerini 1947’de başlamış olabileceğini, o zamanlar özel eğitimli maymunların Dünya dışına yollandıklarından bahsediyor. Maymunların roket atmosfere geri dönerken teknik yetersizliklerden dolayı öldüklerini de not düşüyor. V-2 ile yapılan denemeler ile uzaya henüz 1946 yılında çıkmayı başaran ABD, Alman mühendis Wernher von Braun’un teknolojisi ile Dünya’nın atmosferden ilk fotoğrafını da aynı sene çekmişti.

V–2 roketlerini kapsayan Amerikan uzay havacılık çalışmaları kapsamında, ABD ordusunun artık gizliliğini kaldırdığı dosyalar incelenebiliyor. Bu dosyalarda başlıca şempanzelerin denek olarak kullanıldığı roket deneyleri görüntüleri elde ediliyor. Bu da hayvanlarla yapılan havacılık testlerinin sanıldığından çok daha eskilere dayandığını gösteriyor. Kısaca, Werner von Braun İkinci Dünya Savaşından sadece bir sene sonra, V-2’leri uzaya yollayabilecek derecede gelişim sağlamıştı. Roswell kazası V-2 veya benzeri bir roketin karışmış olabileceği bir kaza mıydı?

Tüm bunlar çok olası gelse de, enkazı inceleyen havacı pilotların bu malzemeleri hayatlarında ilk defa görmüş olmaları mümkün olmazdı. Ayrıca, eğer çakılan bir V–2 roketi olsaydı bulunan cesetlerin uzaylı değil, maymun olması gerekirdi.

Don Montoya, arşivlerini çok iyi incelediklerini, Roswell kazasının yaşandığı spesifik tarihte, hatta o ay içinde hiçbir roket denemesi bulunmadığını, üstelik o dönemde bir balon uçuşu bile gerçekleşmediğini açıklıyor.

ABD Hükümeti Sorumluluk Ofisi, ülke kurumlarının yaptığı araştırmaları denetlemeden sorumlu bir organ. Bu büro, 1990’larda ordunun Roswell olayına ait tüm dokümanları yok ettiğini açıkladı. Ancak ta 1952’de, Roswell dosyası dahil birçok uçan daire dosyasını incelemiş olan bir kişi vardı. Bu kişi eski CIA danışmanlarından Frederick Durant’tı. Durant’ın Roswell hakkındaki ifadesi şu şekilde: “Eğer 1947’de böyle bir şey olsaydı, bundan 1952’ye kadar haberimiz olurdu çünkü CIA, Washington ve Ulusal Güvenlik olarak bilginin en derinine sahiptik. Roswell olayı açıkça hava balonu kazasıdır.

Frank Kaufman’ın yorumu ise şu şekilde: “Anlattıklarımdan yüzde 1,000 eminim. İster inanın ister inanmayın, hepsi gerçek.” Frankie Rowe ise “Gördüklerimden eminim, onları gördüm” diyordu. Çiftçi William Woody, “Başından beri bir örtbas ve bunu hep biliyorduk” diyerek Kaufman ve Rowe’u doğruladı.

***

Roswell olayını detaylı okumak isterseniz Hürriyet web sitesinde yayınlanan 2011 tarihli bu araştırmaya bakabilirsiniz

II – Roswell’in perde arkası: Uçan daire enkazından ne çıktı?


Tam 30 sene boyunca Roswell ve Forth hava üssü sessizliğe büründü. 1978 senesinde ise olayın baş kahramanlarından Fort üssü istihbarat şefi Jesse Marcel televizyona bir röportaj verdi. Marcel ‘Eyewitness News’ adlı programda New Orleans’daki yerel televizyonlardan birine şu açıklamayı yaptı: “Gördüklerim beni hayrete düşürmüştü. Uçan dairenin enkazı oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Orada garip bir şeyler dönüyor olduğunu anlamam için biraz süre geçmesi gerekti. Ancak oradaki parçaları inceledikçe, o ana kadar görmediğim şeyler olduklarını anladım. Yakmaya çalıştım, yanmıyordu, kırmaya çalıştım, kırılmıyordu. Eğer bize ait olan bir şey olsaydı, böyle bir şeyi sürekli gizli tutmak için bir sebep olmazdı. O bir uzay aracıydı. Hakkında daha fazla bilgi edinmedikleri sürece buradaki insanlara anlatmaları için bir sebep yoktu. Bu olayın tümü hakkında bir örtbas yapılmaya çalıştığını hissetmiştim.

Sadece Jesse Marcel değil, 1947’de Roswell olayı hakkında örtbas kampanyasını başlatan General George Ramey’in kurmayı olan Thomas Dubose’de (Marcel’in Ohio’daki 8. üste Ramey’in düzenlediği basın toplantısında o da bulunmaktaydı) kendi kamerası ile olay hakkında ölmeden çok kısa bir süre önce çektiği görüntülerde bir açıklama yaptı. Dedikleri şunlardı: “Yapılan bir ört bastı. Basına gösterdiğimiz balon hikâyenin basına gösterilmesi için seçilen kısmıydı ve bu kadar. Sonraki her şeyi unutun.

Dubose’un bahsettiği General McMallen, Pentagon’da o dönem stratejik komuta merkezinin başında olan kişiydi ve tüm Roswell olayı ona devredilmişti. Dubose, McMallen hakkında şunları diyor: “Bana hiç bir şeyden kesinlikle bahsetmeyeceğimi, elimizde bulunan olayın çok gizli bir dosyadan bile öte olduğunu, şu an ellerinde olan tüm konular arasında bunun birinci sırada yer aldığını söyledi. İstedikleri şey bu olayı unutmamızdı.

Bu konuyu araştıran yazarlardan Kevin Randle, ordunun özellikle bu olayı gizlemeye çalışması hakkında şunları diyor: “Dubose’un yaptığı açıklamalar bir örtbas olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Hava üssü tarafından yapılan hava balonu hikâyesi bunun bir parçasıdır. Bu hikâyenin gerçeklerini bilen birçok insan vardı. Görgü tanıkları, gazeteciler ve özellikle Mac Brazel ile röportaj yapmaları halinde ertesi gün işlerinden olmakla tehdit edilen radyocular. Çok açık bir örtbas vardı ve sorulması gereken bu değildi. Asıl soru ne sakladıkları idi.

Ne pahasına olursa olsun gizli tutulmak istenen şeyin sırrını açıklayabilecek insanlardan biri Frank Kaufman’dı. Kaufman, 1947 senesinde Roswell Hava Üssünde personelden sorumlu çavuş olduğunu iddia ediyordu. Kaufman aynı zamanda o dönem var olan ve kod adı “The Nine” olan bir gizli istihbarat ekibine dâhil olduğunu söylüyordu. Kaufman, Roswell hakkındaki gerçek hikâyeyi sadece bir defa anlattı. Dedikleri ise şunlar: “Roswell’e 1942 senesinde tayin edildim. O zaman yaptığım iş biraz gizliydi. 1947’de ortaya çıkan olaylar ile bizim yaptıklarımız bağdaşıyordu çünkü o seneye kadar radarlarımızda anlaşılamayan hareketler gözlemliyorduk. Bu yüzden radar görüntülerini iyice incelemeye aldık. Beni ve birkaç kişiyi, Alamogordo’da, beyaz kumlarla kaplı çöl alanına gönderdiler. Amacımız radarda bu bölgede beliren hareketlerin sebebini bulmaktı. Radardaki görüntülerde birçok nokta bir köşeden diğerine dans edermiş gibi gidip gelirdi. Sonra ekranda bir parlaklık oluşur ve hiçbir şey kalmazdı. Bu durum bize bir uçağın, füzenin ya da başka bir şeyin düşmüş olabileceği fikrini verirdi.

Radarlardan alınan bilgiler doğrultusunda, Kaufman ve ekibi Alamogorda’dan ayrılarak doğuya, Roswell’e hareket etti ve daha sonra kendilerine verilen bilgiler doğrultusunda Mac Brazel’ın yaşadığı Foster çiftliğinin 72 km güneyindeki, uçan dairenin aslında düşmüş olduğu enkaz alanına geldiler. Kaufman devam ediyor: “Gece geç vakitti. Karşımıza çıkan dikenli telleri keserek ilerlemeye çalıştık. Arazi çok bozuktu, hiçbir yol yoktu ve ilerlemekte zorlanıyorduk. Gökyüzünde geniş çaplı ve parıldamakta olan bir ışık kümesi gördük. Aslına bakarsanız kazanın yaşandığı yerin 200–250 metre yakınına gelmiştik. Ve oraya düşen şey ne bir uçak, ne bir füzeydi. Düşen şey garip uçan bir daireydi. Cismin uzunluğu tahminen 6–7 metreydi. Cisim yarı yarıya açılmıştı. Bir ceset içeriden fırlamış ve kumların üzerine düşmüştü. Bir diğerinin yarısı aracın dışında, diğer yarısı da içindeydi. Sonradan anladığımız kadarıyla içeride üç tane daha vardı. Üsse haber verip, kamyon, vinç, ceset torbası gibi şeylerle gelmelerini söyledik. Her şeyi temizlemeye çalıştık.

Kaufman yaptığı açıklamaların üzerine bir de olay hakkında yaptığı çizimleri ve aldığı notları da gösterdi. Çizimlerin yazıldığı ve fotokopi gibi gözüken kâğıdın üzerinde “Roswell Hava Üssü Merkezi, Roswell, New Mexico” yazıyor. Kâğıdın bir köşesinde, bir dikdörtgen çerçeve içinde duran bir piyade resminin yanında “ZAFER İÇİN, Amerikan ordusu savaş fonlarından ve pullarından satın alın” yazıyor. Tarih silik olarak 16 Temmuz 1947 olarak okunuyor ve tarihin üzerinde anlaşılmayan kesiklerle ayrılmış kısaltmalar var.

Kaufman devam ediyor: “Cismin içinde nasıl işlediğini çözemediğimiz kollar gördük. Hiç anlayamadığımız yazılar vardı. Gördüğümüz en ilginç kısım cismin alt bölmesiydi. Burada cam gibi gözüken hücreler vardı.” Kaufman’ın yaptığı çizimde, cam hücreler, birbirine yapışık kare hücreler gibi gözüküyor. Hepsi beraber bir karton maketin açılmış haline benzer bir yapıya benziyor. Ancak tüm bunlar, Kaufman’ın uçan daireye ait çizimi yanında çok basit kalıyor. Çünkü uçan dairenin şekli Amerikalıların son teknoloji ürünü, radara yakalanmayan F–117 Nighthawk uçağına benzerlik gösteriyor.

Ancak ilginç olan tek detay bu değil. Kaufman’ın çizdirdiği uzaylılar alışılmış uzaylı tipine biraz uzak. Çünkü uzaylıdan çok adama benziyorlar. Kafaları sanıldığından daha küçük (bizimkinin 2 katı kadar) ve yukarı doğru genişleyen bir şekli yok, olduğu gibi yuvarlak. Gözler insanınkine çok benziyor. Küçük oldukları gibi siyah bir tabaka ile kaplı değiller. Kulakları yine insanınkine çok benziyor, ağız kısacık bir çizgi halinde (The Grey – Griler ırkı ile sıkça karşılaşmış olan yazar Stan Romanek, tıpkı Homo sapiens gibi Grilerin çok farklı görünümleri olduğunu belirtir).

Tüm bunlar inanılmaz bilgileri ortaya koyuyor. Ancak günümüz dünyasında artık uzaylıların varlığı neredeyse kabul edilmiş durumda. Yeni yeni anlaşılan ve Kaufman’ın hikâyesinin de açıkça savunduğu gibi, Amerikalılar ve hatta Ruslar 1960’ların bile öncesinde UFO’lardan büyük olasılıkla haberdardı ve onları bekliyorlardı.

Kaufman: “Bir tanesinin derileri yüzülmüştü, yarası ağırdı ve onu bir ceset torbasına koymak için acele ettik. Ardından hemen askeri üssün hastanesine gönderdik. Üsten bir cenazeciyi aradılar ve vücutları koyabilecek bir şeyleri olup olmadığını sordular. Ancak üsten gelen istek, tabutların ya da ceset torbalarının ‘çocuk boyutunda’ olmasıydı.” Bir süre sonra, cenazeciye bir telefon daha geldi.”

Kaufman’ın ifadesine göre çizilen uzaylının görünümü. [YouTube]

Cenazeci Glenn Dennis üs ile anlaşmalı çalışıyordu ve cenaze işlerini yürütmenin yanında yaralı görevlilerin taşınması için ambulans tahsis etmekle de yükümlüydü. Dennsi şunları anlatıyor: “Bana bir telefon daha geldi ve günlerce açık hava ve doğal elementlere maruz kalmış cesetlere nasıl bir bakım yapılması gerektiği soruldu. Vücut sıvısı, doku ve karın kısmı ile ilgili bilgi istendi.

Dennis o gün ambulansla üsse gitti ve gereken şeyleri teslim etti. Ancak askeri polis tarafından acele ile dışarı çıkartılarak oradan uzaklaştırıldı. Dennis anlatıyor: “Beni oradan dışarı çıkartırlarken kapısı açık olan bir laboratuardan bir hemşire çıktı. Beni görünce tanıdı ve ağızlığını kaldırıp, ‘Glenn buradan olabildiğince çabuk çık yoksa başına büyük bir bela alacaksın’ dedi. Ertesi gün beni saat 10 civarında aradı ve bana konuşmamız gerektiğini söyledi. Archer’s Club’da buluşmaya karar verdik. Ben gittiğimde o oradaydı. Çok morali bozuktu ve ağlıyordu. Sonra bana çıkarak geldiği odada ne dönüp bittiğini anlattı. Odada birkaç doktorun ve yardımcıların bulunduğunu, ayrıca iki ceset torbası içinde çok küçük iki cesedin olduğunu anlattı. İlk ceset torbasında ağır yara almış ve kötürüm halde bir uzaylı, ikincisinde de ona benzer derecede yara almış ikinci bir uzaylı varmış. Onu orada tutmalarının sebebi ise, cesetler üzerinde otopsi yapılırken yapılan işlemleri kaydetmesinin istenmesiymiş. Bana odada çok yoğun, toksin içerikli bir koku olduğunu ve ara sıra nefes alabilmek için dışarı çıkması gerektiğini anlattı.” Hemşire bu olaydan kısa bir süre sonra İngiltere’ye tayin edildi.

Glenn Dennis. [YouTube]

Kaufman uzaylıların taşındığı ilk yer olan 84. Hangardan bahsediyor. Kaufman hangara getirilen uzaylı cesetleri ve enkazın tepedeki büyük spot ışıkları altında incelendiklerini anlatıyor. Hangarın köşelerinde ise polis insanları yaklaşmalarını önlemek için kordon oluşturmuştu. Kaufman’ın 84 numaralı hangar hakkında anlattıklarına ek bilgi sağlayacak başka görgü tanıkları da bulunmaktaydı. Hangarda enkazın ve uzaylıların getirildiği gün büyük bir karmaşa yaşanırken, New Mexico eski valisi olan Joseph M. Montoya, yeniden seçilebilmek için kampanyası yürütüyordu ve tesadüf eseri o gün 84 nolu hangarda bulunmaktaydı. Hangarın dışında ise şoförü olan Ruben Anaya beklemekteydi. Anaya, üzerine gelen polislere eski valiyi beklediğini söyledi. Anlattıkları ise şunlar: “Arabamı hangarın yakınına park etmemi engellediler. Ne olup bittiğini anlayamadım. Daha sonra polisler biraz uzaklaştığında hangara yaklaştım ve bekledim. O esnada hangarın kapıları açık durumdaydı. Daha sonra senatör Montoya’yı gördüm. Bana, ‘Hemen buradan çıkıp gidelim’ dedi, çok korkmuş görünüyordu.

84 nolu hangar bugün bir turist mekanı. [YouTube]

Ruben’in kardeşi Pete Anaya, senatörün kendilerine anlattıklarından bahsediyor: “Korku ile yanımıza geldi ve içeride kısa boylu, büyük kafaları olan 2 adam gördüğünü söyledi. 1 tanesi halen yaşıyordu. Onları masaların üzerine yatırmışlardı…

Bu olaya tanık eden sadece senatör Montoya değildi. Orada bulunan itfaiye eri Dan Dywer, o akşam gördüklerini kızı Frankie Rowe’a anlattı. Rowe babasının kendisine “Bana bu dünyaya ait canlılar olmadıklarını, o ana kadar gördüğü hiçbir şeye benzemediklerini, küçük insanlar olduklarını” söylediğini belirtiyor. En ilginç kısım ise diğer anlattıkları: “Bana oraya üç tanesinin getirildiğini, 2 tanesinin ölmüş olduğunu söyledi. Ölenleri ceset torbalarının içine yerleştirmişlerdi. Diğeri ise hayattaydı ve ortalıkta yürüyordu…

İtfaiye eri Dan Dwyer (en sağda). [YouTube]

Diğer bir görgü tanığı, Chaves Country şerifi Wilcox’un eşi, kızına yaşanan şeyleri anlatmıştı. Wilcox’un kızı Phyllis McGuire seneler sonra annesinin anlattıklarını açıklıyor: “Bana bir uçan daire bulunduğunu, hatta birkaç tane de cesedin keşfedildiğini söyledi. Bir tanesi hayattaydı.

1978’de Roswell Hava Üssünde 509. Bomba Grubunun başı olan ve enkazı kaldıran ekipte yer alan Binbaşı Jesse Marcel ile bir röportaj yapıldı. Marcel, enkazda buldukları hakkında şu açıklamaları yaptı: “…. O madde yanmaz, hiçbir ağırlığı yok, o kadar ince ki, kalınlığı sigara paketinin üzerindeki şeffaf folyodan fazla değil. Ayrıca madde eğilmiyor. Hatta 8 kiloluk bir çekiç ile üzerinde gedikler yapmaya çalıştık, üzerine hiçbir girinti oluşmadı.

Enkaz çalışmalarına tanık olan Marcel’in o zaman oğlu Jesse Marcel Jr. ise enkazın resmini çizdiği bilinen ilk kişi.

I – Roswell’in perde arkası: Temmuz 1947’de ne yaşandı?

Roswell, New Mexico, 1947. Amerika’nın en büyük hava üslerinden birini barındıran ve 509. bombardıman ekibine ev sahipliği yapan kasabanın nüfusu askerler ve sivillerden oluşmakta. 1947 senesinin yaz aylarında anormal derecede artan UFO gözlemleri tüm Amerika’yı etkisine almış gibiydi. Ancak Roswell kasabasının tarihteki yeri, çok daha başka bir olayla tamamen değişecekti.

3 Temmuz 1947 akşamı New Mexico’daki Roswell hava üssü civarındaki evlerinin terasında oturmakta olan işadamı Dan Wilmot ile karısı, havada 6–10 metre civarı genişliğe sahip ve yaklaşık 800 km hızla hareket eden parlak bir uçan daire gördüler. Tanımlanamayan uçan nesne (UFO) bir süre uçtuktan sonra kuzeybatı yönünde kayboldu. Dan Wilmot ise ertesi gün gördüklerini Roswell Daily Record gazetesine anlattı.

70’li yaşlarındaki çiftçi William Woody, Amerika’nın bağımsızlık yıldönümüne denk gelen 4 Temmuz gecesi gördüklerini anlatıyor: “O zaman 13 yaşındaydım ve hayatta olduğum sürece böyle bir şey asla görmemiştim. Bir sabah eski bir kamyona atlayıp kuzey tarafına, 85. otoyola doğru gittik. Amacımız gördüğümüz şeyin yerini saptamaktı. Yolun uzantısındaki patika askeriye tarafından bloke edilmişti. Orada inceleme yaptıklarını ve kimsenin geçişine izin vermediklerini söylediler. Otoyolun doğu ya da batısına olan çıkışlar da kapatılmıştı.

3 Temmuz gecesi Roswell’den 120 km mesafedeki J.B Foster çiftliğinde çalışan Mac Brazel, sürüyü kontrol etmek için aracıyla çiftliğe gitti. Brazel yol boyunca çok güçlü bir fırtınaya tutuldu. Sağanak yağmurun altında sürünün bulunduğu çayırlık alana ulaştığında ise gökyüzünde çok sayıda uçan daire gördü.

Brazel, ertesi gün uçan daireleri gördüğü bölgeye gitti. Karşısına anlam veremediği bir enkaz yığını çıktı. Gördüğü maddeler tüm alana yayılmıştı. Gördükleri karşısında neye uğradığını şaşıran Brazel, topladığı bazı materyalleri yanına aldığı gibi atına atladı ve 32 km yol kat ederek en yakın komşususuna, Loretta Proctor’a gitti. Proctor şunları anlatıyor: “Bize plastiğe ve tahtaya benzeyen maddeler gösterdi. Ayrıca metalik gibi bir madde gördüğünü, maddenin kıvırdığınızda kendi kendine tekrar eski halini aldığını, ayrıca birçok kiriş benzeri madde bulduğunu söyledi. Kirişlerin üzerinde okuyamadığı, ancak pembe ve mor rengine yakın yazılar bulunuyordu. Ona bunun bir UFO olabileceğini ve ihbar etmesi gerektiğini söyledim.

Brazel tavsiyeye uydu ve taşıyabildiği kadar parçayı alarak, Roswell kasabası şerifi George Wilcox’a götürdü. Gördüklerini Chaves Country şerif bürosunda anlattı. Şerif George Wilcox duydukları üzerine hiç vakit kaybetmeden Roswell Hava Üssü’ne haber verdi. Roswell hava üssü Amerika’nın özelleşmiş bombardıman grubu 509’a ev sahipliği yapan yerdi. Bu hava gücünün özelliği Hiroşima’ya atom bombasını atan “Enola Gay” adlı uçağın bulunduğu filoya ve nükleer başlıklı silahlara ev sahipliği yapmasıydı. Hal böyle olunca, üs içinde ve çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri mevcuttu. Hava istihbarat şefi görevindeki Jesse Marcel, Brazel’in getirdiği materyalleri ve olay yerini incelemek için görevlendirildi. Marcel enkaz alanına gitti, gerekli materyallerden bir kısmını topladı ve akşam evine giderek bu maddeleri eşi ve çocuklarına gösterdi. Hava üssü yerine evine gitmeyi tercih etmesi bugün anlatılabilecek bilgilere kavuşmamızı sağladı.

Jesse Marcel. [YouTube]

Marcel’ın oğlu, Dr. Jesse Marcel Junior o geceyi anlatıyor: “Yanlış hatırlamıyorsam o gece saat 2 gibi eve geldi. Beni ve annemi uyandırdı. Çok heyecanlıydı ve bize bir uçan daire enkazına ait parçalar getirdiğini söyledi. Getirdiği şeyleri benim de görmemi istemişti çünkü buldukları olağanüstü derecede farklı şeylerdi… Üç çeşit enkaz vardı. Birincisi kalın, folyo benzeri metalik plastik madde, ikincisi hassas, kahverengi-siyah plastik gibi madde, üçüncüsü ise parçalara ayrılmış gibi görünen şerit, çubuklar. Şeritlerin iç kısımlarında mor renge yakın harfler, semboller vardı ve kabartma gibi duruyorlardı. Kıvrımlı, geometrik şekiller gibiydiler. Rusça ya da Japonca gibi bir dil değildi. Hiyerogliflere benziyorlardı ama hayvan benzeri çizimler yoktu.

Enkazı kaldıran ekibin başı Jesse Marcel: “Her türden şey vardı, bir inç’in (2.54 cm) yarısı kadar olan küçük kirişler ve üzerlerine kimsenin deşifre edemeyeceği hiyeroglif yazılar bulunuyordu. Balsam odunu gibi bir şeye benziyorlardı, hepsi neredeyse aynı ağırlığa sahipti ama aslında hiç biri tahta değildi. Çok sağlamdılar, aynı zamanda esnektiler ve yanmıyorlardı. Beni enkaz hakkında en çok etkileyen şey tüm enkazın bir parşömen kâğıdına benzemesiydi. Üzerlerinde hiyeroglif diye adlandırdığımız semboller vardı ve onları anlayamıyorduk. Okunmuyorlardı, sembollere benziyorlardı ve hepsi aynı değillerdi, tüm bir desenin parçaları gibiydiler. Pembe ve mor renkteydiler. Aracın üzerine sonradan boyanmış gibi duruyorlardı. Bu küçük rakamlar kırılmıyorlardı ve döndürülemiyorlardı. Hatta ben çakmağım ile enkazdaki parşömeni ve balsa odunu gibi malzemeyi yakmaya çalıştım ama hiç bir etkisi olmadı, hatta koku bile çıkmadı. En inanılmaz şey ise taşıdığımız metal gibi parçaların çok ince olmaları idi, o kadar inceydiler ki sigara paketi üzerindeki folyo kadardılar. İlk başta bu maddeyi o kadar önemsemedim, ancak sonradan eğmeye/bükmeye çalıştım, hiç bir şey olmadı. Hatta çekiç ile dövdük ama üzerinde hiçbir etkisi olmadı.

Enkazın kaldırılmasında yer alan Mac Brazel’in kızı Bessie: “Görünen her şey bir yığın balmumuna batırılmış kâğıt ve alüminyum folyo yığını gibiydi. Bu parçaların bazıları üzerinde harfler ve semboller vardı ama anlayabileceğimiz şeyler değillerdi. Bazı metal-folyo tarzı parçaların üzerinde bir çeşit bant vardı ve bu bantları ışığa tuttuğunuzda pastel çiçek gibi tasarımlar görülüyordu. Bant gibi görünen şey çok miktardaydı ve yapıştırıldıkları yerden yüzmek ya da çıkarmak mümkün değildi. Enkazdaki en büyük parça bir basketbol topu büyüklüğündeydi. Her parça iki yüze sahipti, bir taraf folyo, diğer taraf plastik gibi bir şey. Her iki tarafta gri-gümüş bir renge sahipti ama folyo kısmı daha griydi. Tahta parçalar ise şeritler, çubuk halindeydiler ve üzerlerinde beyaz bantlar vardı.

Bill Brazel Jr.: “Parçalar çok sağlamdı ve neredeyse ağırlıkları yoktu. Tırnağınızla ya da başka bir şeyle çizmek mümkün değildi. Tahta gibiydiler ama tahta değildiler.

Enkaz alanında çalışma yapan itfaiye görevlisi Dan Dwyer tıpkı Marcel gibi topladıkları birtakım enkaz parçalarını itfaiye bürosuna getirdi. Burada kızı olan Frankie Rowe’da bulunmaktaydı ve itfaiyecilerin tanık olduğu şeylere fazlasıyla o da tanık olmuştu. Gördüklerini ise şöyle anlatıyor: “Bir parçayı elime aldığımda sanki avucumda hiç bir şey yokmuş gibiydi. O maddenin derime dokunduğunu hissedemiyordum. Çok garipti. Elimden bırakıp masanın üzerine koyduğumda su parçacıkları gibi dağıldı.

Bu olaylar olup biterken Marcel elindeki parçaları hava üssüne götürdü. Hava üssünde Albay William Blanchard maddeleri inceledi ve basın yetkilisi Walter Haut’a sıra dışı bir basın iletisi vermesini emretti. Haut kendi ağzından seneler sonra şunları söylüyor: “Albay Blanchard tarafından bana basına bir açıklama yapmam ve açıklamam da bir uçan daireye ait parçaları bulundurduğumuzu bildirmem emredildi. Haberde Mac Brazel adındaki bir çiftçi tarafından Roswell’in batı ya da kuzeyinde bulunmuş olan enkaz parçalarını elde ettiğimizi falan anlatacaktım. Elde edilen parçalara General Ramey’e, daha üst bir askeri tesise uçakla götürüldüğüne dair bilgi verecektim.

8 Temmuz günü Roswell Daily Record gazetesi enkazın J.B. Foster çiftliği arazisinde bulunduğunu açıkladı. Bu olaya tanık olan ve olayı şerife haber veren Mac Brazel ise bu yaptığına pişman oldu çünkü ordu ortada ne var ne yok anlayamadan her kanıtı yok etmişti.

Yine de haber bomba etkisi yaptı. Roswell adındaki ufak kasaba bir anda dünyanın bir numaralı odak merkezi haline geldi. O dönemin Roswell Morning Dispatch gazetesi editörü Art McQuiddy şunları söylüyor: “Hayatımın en meşgul günlerini geçirdim. Günlerce Paris, Londra, Roma, Tokyo gibi dünyanın dört bir yanındaki şehirlerden gelen telefonlarla uğraşmak zorunda kaldım. Sadece ben değil, yerel tüm gazete ve radyo istasyonları aynı durum içindeydi. Çok büyük bir heyecan vardı.

Haberler uçan daire hakkındaki spekülasyonlarla o kadar doluydu ki, her saat başı yeni bir haber yayınlanıyordu. Time radyosunun radyodan verdiği bir haberi aynen şöyleydi: “Tarih 8 Temmuz 1947. Ordu hava kuvvetleri bir uçan dairenin bulunduğunu ve şu anda ordunun elinde tutulduğunu açıkladı. Askeri yetkililer dairenin geçen hafta bulunduğunu Roswell, New Mexico’da incelendikten sonra Seattle, Ohio’ya gönderildiğini söylediler. Rusya Amerika’dan bilgi talep ediyor…

Jesse Marcel, uçan dairenin enkazı ile beraber 8. Ordunun merkezinin bulunduğu Teksas’taki Worth üssüne uçtu. Burada olayların seyri değişti. Üsten sorumlu olan General George Ramey, odasında bir basın toplantısı düzenledi. Basın görevlilerinin karşısında, Binbaşı Marcel’dan Roswell’de bulduğu materyalleri yere koyarak göstermesini istedi. Aynı zamanda odada üssün hava yetkilisi de duruyordu. Marcel’in açıklamalarına göre basına bilgi verecekti.

Ordunun bir açıklaması, hava balonlarından atılan mankenlerin kafa karıştırmış olabileceğiydi. [ABD Hava Kuvvetleri]

O gün o odada bulunan hava yetkilisi Irnig Newton, seneler sonra yapılan röportajda şunları anlatıyor: “General beni aradı ve kıçını kaldırıp odama gel, burada görmeni istediğimiz bazı şeyler var dedi. Bana arabam varsa hemen atlayıp gelmemi, yoksa da ilk karşıma çıkan araç ile üsse ulaşmamı istedi. Odaya gidip bana gösterilenlere baktıktan sonra ‘uçan daire enkazı dediğiniz bu mu?’ diye sordum. Onlar da evet dediler. Ben ise, ‘hayır, kesinlikle olamaz, bu bir balon’ dedim. Eğer öyle değilse onu tuz ve biberle yerim dedim. Bana emin misin diye sordular, ben de ‘evet, eminim’ dedim…” Aslında bu propagandanın birinci ayağıydı. Newton ise olup bitenin tabi ki farkında değildi.

Jesse Marcel Jr., o gün generalin odasında çekilen fotoğraf üzerinde açıklama yapıyor: “Resimde babam elinde uçan daireye ait olduğu söylenen malzemeleri tutuyor. Ancak çok açık bir şekilde görülüyor ki, bunlar radar sistemli balon parçaları. (Resimde) vidalar ve parçalar görüyorsunuz, kendiliğinden dağılmış balon yerde duruyor. Metalik alüminyum kâğıt sargısından çıkarılıp yere serilmiş. Bu kesinlikle o gece mutfağımızda gördüğüm ve sabah cisim ilk keşfedildiğinde görülen şeyler değildi. Bu tamamen farklı.

[YouTube]

Yaşanalar ise şu şekilde özetlenebilir: Fort Worth’e uçan ve gerçek enkazı teslim eden Marcel, üst askeri yetkililer tarafından bir örtbas olayına dâhil edildi. Verdiği materyaller gerçeği ile en ufak alakası olmayan bir sıradan hava balonu ile değiştirildi. Ardından basın, General Ramey’in uçan daire bulunduğunu yalanlayan haberleri ile dolmaya başladı. Ancak Roswell’de durum farklıydı. Olayın başından beri içinde olan ve ilk haberleri yazmış kişiler askeriyenin başka bir şeylerin peşinde olduğundan emindi. Roswell olayını, dünyada ilk defa haberlere taşıyan, uçan dairenin enkazının ortaya çıkarılmasından sadece birkaç saat sonra çalıştığı KGFL radyo istasyonunda bundan bahseden ilk kişi, Frank Joyce şunlar anlatıyor: “Birçok telefon aldım. Ancak bunlar arasında en çok dikkatimi çeken Pentagon’dan yapılan aramaydı. Telefonun diğer ucundan genç bir kadın bana bir generalin benimle görüşeceğini söyledi. Karşıdan gelen oldukça güçlü ve vurgulu bir ses bana, ‘O haberi radyoda geçtin mi?’ diye sordu. Bende ‘Evet, geçtim’ diye cevap verdim. Bunun karşılığında tehditkâr sözler ederek bana başıma büyük bir bela aldığımı söyledi. Ona bir sivil olduğumu, benimle bu şekilde konuşup böyle davranamayacağını, habere koyacağım konuları ona sormam gerekmediğini söyledim. Bana doğrudan, ‘Sana neler yapabileceğimi göstereceğim’ dedi ve suratıma telefonu kapattı.”

Telefonun ucundaki tehditkâr ses dediğini yaptı da. KGFL radyosunun sahibi George Roberts kısa bir süre sonra Washington’dan bir telefon aldı. Olayı şöyle anlatıyor: “Bir senatör bana, ‘Bak, eğer bu uçan daire olayını haberlerinizden kaldırmazsanız lisansınızı kaybedersiniz ve bu bir süre içinde değil, aynen size kaybedeceğinizi söyleyeceğimiz gün gerçekleşirdedi.”

Roswell halkı ve medyası karlılaştıkları durum karşısında afallamıştı. Enkaza ait parçaları gören kişilerden biri olan Frankie Rowe, kasaba ile bütünleşmiş askeri yapıya daima saygı duymuş ve hava üssünü kasabanın bir parçası olarak kabul etmişti. Ancak evine ordu tarafından yapılan bir ziyaret onun düşüncelerini tamamen değiştirdi. Olayı şöyle anlatıyor: “Elinde bir cop vardı ve onu sürekli eline vuruyordu. Her konuştuğunda bunu yapıyordu. Bana, ‘Benim asla orada bulunmadığımı bilmemi’ istediğini söyledi. Ne demek istediğini anlamadım. Ve evet oradaydım dedim. Bana ‘Hayır değildin’ dedi. Bende(ağlıyor) tekrar, evet oradaydım dedim. O da ‘Şunu aklına sok, orada değildin, hiçbir şey görmedin, hiçbir şey bilmiyorsun. Biliyorsun burada büyük bir çöl var. Seni istediğimizde oraya götürebiliriz ve kimse cesedini bulamaz. Sen kimsenin başına ne geldiğini asla bilmediği biri olursun’ dedi. Ben de ona bu konuda bir daha konuşmayacağımı söyledim.”

Bu tür utanç verici olayların ardından kasaba halkı üzerinde orduya karşı olumsuz bir hava oluşmuştu ve bunu senelerce unutmadılar. 1965 senesinde William Blanchard kasabaya artık bir general olarak yemek daveti için gelmişti. Roswell eski valisi Bill Brainerd o zaman olan olayları anlatıyor: “O 1947’de üssümüzün başında olan kişiydi. Ben oturduğum masada general ve birkaç yerel kişiyle birlikteydim. Ona sürekli olarak 1947’de gerçekleşen olay hakkında sorular soruyorlardı. O hiçbirini yanıtlamadı, sadece tek bir şey dedi. O da uçan dairenin keşfedildiği gün verdiği kararın hayatının en aptalca kararı olduğuydu.

Ancak Blanchard yaptığı hatayı gerçekleri insanların da bilmesi gerektiğine inandığından değil, askeriyenin kendisine çektirdiği sıkıntılardan dolayı demişti. 1965’te yenilen yemekten aylar sonra, Roswell Morning Dispatch dergisi editörü McKinley ile yaptığı sohbette ona aynen şunu dedi: “O gün gördüklerim önceden gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu.

Sinema tarihinin Oscar kazanmış en başarılı üç savaş filmi

Neden en çok Oscar kazanan filmler genelde savaş filmleridir? Bunu cevabını kısaca şöyle verebiliriz: Çünkü her türlü duyguyu barındırdıkları gibi, insanlar arası etkileşimi en yüksek tutan olayı, yani savaşı gözler önüne sererler.

Peki en iyi savaş filmleri nasıl çekilir? Ortak özellikleri nelerdir? Bunu değerlendirmek için sırasıyla en çok Oscar kazanan savaş filmleri arasından tanesini kaleme almak istiyorum: Saving Private Ryan (Er Ryan’ı Kurtarmak-1998), Gladiator (Gladyatör-2000) ve Glory(1989-Zafer).

‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ ve ‘Gladyatör’ beş, ‘Glory’ ise üç Oscar ödülü kazanmıştır. Temsil ettikleri savaş, dram, tarih ve aksiyon dallarını çok iyi besleyen benzer bir kurguya sahip olan bu üç yapım, çekildikleri dönemin en akılda kalan filmleri arasında yer edindi.

I – Zafer

Orijinal adıyla Glory, 1989 senesi için oldukça yüksek bir bütçeyle, 18 milyon dolar harcanarak çekildi. Film, Amerikan İç Savaşı’nın korkunç yüzünü çok farklı bir karakterin başrolünde yer aldığı konu üzerinden anlatır. 1861 senesinde başlayan savaşın üçüncü senesinde, Amerikan Ordusu (Union Army) asker takviyesi sağlamak için siyahi birlikler kurulmasına karar verir. Bu birliklerden ilki olan 54’üncü Massachusetts, henüz 23 yaşında olan Albay Robert Gould Shaw’a devredilir. Shaw (Matthew Broderick), askerlerine sadık ve onlarla zafere hizmet etmek isteyen biraz saf ve gururlu bir gençtir. Beyaz generallerin uşağı gibi kullandırılan birliğini kendi çabasıyla savaşa sokar. Cesurca mücadelelerin ardından sıra, karadan saldırının çok zor olduğu kıyıda konumlanmış Wagner kalesine gelir. Tüm yürekleri ile kaleye saldıran 54. Massachusetts, Konfederasyon askerlerinin karşısında (Confederate Army) kıyıma uğrar. Shaw filmde sahnelendiği kadar olduğu şüpheli olsa da, kahramanca ölür ve asiler tarafından askerleri ile beraber toplu mezara gömülür.

Filmlerin en önemli anlarından biri olan başlangıç sahnesi, Union ordusunun gün ağarırken gösterilen görüntüleri ile başlar. Yığınla asker, top, çadır ve günlük askeri hayatın karmaşası, insanı tedirgin eden bir ortamı gözler önüne sermektedir. İlk görüntüsünde askeri birliğinin başında beliren Shaw ise annesine yazdığı mektuplar ile genel durumdan söz etmekte ve düşüncelerini aktarmaktadır. Siyahî köleler hakkında, daha şiirleri yazılmamış kadın ve erkekler için savaştıklarını söyler. Ülkelerinin devrim savaşından farklı olarak tek bir ülke haline getirilmesi gerektiğini belirtir. Gece yağan yağmurun altında yazdığı mektupta ise yeni bir yenilgi haberi aldıklarını, ancak cesaretini koruduğunu ve orduda bulunmaktan ne kadar gurur duyduğundan bahseder… Sabah olduğunda ise Union ordusu uzun bir hat halinde savaş alanına girmektedir. Karşılarında savunma hattı kurmuş olan Konfederasyon ordusu bulunmaktadır (Filmde ilk savaş sahnesini konu alan Antietam Muharenesi, 1863 yılına kadar Konfederasyon’un benimsediği savunma taktiğini yansıtan ana önemli çarpışmalardan biridir).

Tek çaresi olan Union hattı, tek bir kurşun sıkabilmek için askerlerin top ateşine karşı yüzlerce metre omuz omuza yürüdüğü bu savaşta düşmana karşı ilerlemeye başlar. İç savaşın en berbat yüzünü ortaya koyan sahnelerden biri de başlamış olur. Kesilmeksizin gelen top ve tüfek ateşi altında kıyıma uğrayan Union hattı önündeki Shaw, çaresiz bir şekilde ilerlemeye çalışmaktadır. Önünde bulunan diğer subayın top ateşinde kafasının patlaması ile ayakta kalabilen askerler de son sürat kaçmaya başlarlar. Kulakları duymayan Shaw yere düşer ve gözlerini kapayarak bu dehşet sahnesinden kaçmaya çalışır…

Çatışmanın ardından siyahî adamlar ölüleri taşımaktadır. Bunlardan biri olan ‘Çavuş Rawlins’ (Morgan Freeman) ayakkabısı ile yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için Shaw’un eline dokunur. Kafasını kaldıran Shaw, güneşin yüzünü belirsiz kıldığı bir surata bakar. Rawlins kafasını oynatarak güneşi hasır şapkasının arkasına koyar ve suratı belirir. Shaw bu etkileyici sahnede, ileride başına geçeceği birliğin askerlerinden birine bakıyordur.

Farklı karakterlerin birlikten doğan uyumu 

İç Savaş hakkında genel bir değerlendirme yapan ilk sahnelerin ardından, Shaw siyahî birliğin başına getirilir. Savaş ortamı içerisinde o zamana dek sadece kölelik yapmış olan ve sürekli ikinci plana atılan siyahiler, soru işaretleri içerisinde filme dahil olurlar. Üstüne üstlük, her birinin Shaw’a önemli etkisi olduğu iki karakter ortaya çıkar. İlki Shaw’un çocukluk arkadaşı Onbaşı Searles, diğeri ise aşırı asi ve duygusal er Trip’tir (Denzel Washington). Ayrıca birliğin binbaşısı olan Forbes da (Testere serisinin ilkinde ayağını kesen doktor, Cary Elwes) sürekli ön plandadır. Shaw, ırk çatışmasının çok iyi bir şekilde anlatıldığı filmde beyaz-siyah kavgası arasında kalır. Filmin ikinci çatışma sahnesine gelinirken savaş bir kenarda, ırk ve gurur çatışması da başlar. İlk olarak siyah birliğe ödenen paranın beyazlardan az olmasını hazmedemeyen Trip, ayaklanma çıkarır. Ardından yüzbaşı sıfatına uyum sağlamak isterken karakter sorunu yaşayan Shaw, çocukluk arkadaşı ve oldukça da çocuksu olan Searles’a çok sert davranmaktadır. Bu esnada Binbaşı Forbes’la tartışmalar yaşar. En önemli olay ise Trip’in ayakkabı bulmak için firar etmesi, Shaw’un ise yakalandığında onu kırbaç cezasına çarptırmasıdır.

Shaw, tamamen ayak işlerinde kullanılan birliğini savaşa sokabilmek için general ile konuşur. Çocuksu hali nedeniyle dikkate alınmayan Shaw, generalin pisliklerini suratına vurarak yaptığı tehdit ile savaşma şansını kazanır. İyice olgunlaşmakta olan ve birliğinin ayakkabısından tüfeğine kadar her şeyini sağlamak için önüne gelenle kavga eden Shaw, hakkını savunmak için savaşmasını öğrenen bir karakteri sunmaktadır izleyiciye. Filmdeki ikinci çatışma sahnesi yakın dövüş içermektedir ve oldukça iyi çekilmiştir. Searles vurulur, Shaw onun yaralı halini gördükten sonra ilişkileri yeni bir boyut kazanır. Trip ise rahat durmamaktadır, tükenmeyen öfkesini kampta Searles’tan çıkarmaya çalışır. Kavga edeceklerken Çavuş Rawlins araya girer ve Trip’e bir ‘zenci’ ile bir ‘siyah’ın arasındaki farkı belirten unutulmaz bir konuşma yapar…

Gururla yoluna devam eden 54’üncü Massachusetts, kritik bir nokta olan Wagner kalesini karşısına alır. Shaw, birliğinin saldırıda öncü olması için gönüllü olur. Tüm birlik karşılaşacakları sahneden haberdar kendini hazırlar, hep beraber şarkı söylenir. Saldırı gecesi Shaw ve birliği kale duvarına dayanır. Son sözleri olarak bilinen, “İleri 54!” diye bağırdıktan sonra doğrulan Shaw, tarihin dediğine göre kalbinden tek kurşunla, filmde ise ilki karnından (ki bu can alıcı noktanın askerlerinin üzerindeki tesirine dikkat çekilmektedir), sonra da göğsünden iki kurşunla vurularak kahramanca hayatını kaybeder. Askerlerinin birçoğu da ardından onu izler.

Savaşın ertesindeki sahnede havada süzülen kuşların altında yatan yığınla ceset görülür. Ardından sancağa Konfederasyon bayrağı çekilir, kamera aşağı iner, yan yana dizilmiş yüzlerce siyahî askeri gösterir. Shaw en baştadır, kazılan çukurda askerlerinin arasına atılır, görüntü yavaşça kararır…

Wagner kalesi saldırısı, strateji ve teknolojinin piyadeler için çok kıt olduğu Amerikan İç Savaşı şartlarında tam bir kıyıma yol açmıştır. 18 Temmuz 1863 gecesi yapılan saldırı, bir nevi İsyancıların (Confederates) iki hafta önce Gettsyburg’da yaşadığı “Pickett’ın Saldırısına” çok benzemektedir. O saldırıda 10 binin üzerinde isyancıya karşılık 1.500 ‘yanki’ ölürken, Shaw’un saldırısında 1.500’den fazla Union askerine karşılık sadece 36 asi hayatını kaybetmiştir.

II – Er Ryan’ı Kurtarmak

Er Ryan’ı Kurtarmak filmi, bir gazinin Normandiya çıkarmasında ölenlerin yattığı mezarlıktaki görüntüleri ile başlar. Paraşütçü olan bu gazinin hayatı, o çıkarmada mucizevî şekilde kurtulan bir başka asker tarafından (ana karakter) kurtarılacaktır. Gazinin ağlamaklı gözleri ile can alıcı başlangıç sahnesi hız kazanır. Sinema tarihinin gördüğü en çarpıcı savaş sahnelerinden biri ile Er Ryan’ı Kurtarmak filmi farkını hemen ortaya koyar. Savaşın tüyler ürperten gerçeklerini sağlamak için birçok çarpıcı sahne kullanılır. Çıkarma gemisinde kurşuna dizilen askerler, bilinçsiz bir şekilde kopan kolunu arayan ve bağırsaklarını eliyle bastırırken ‘Anne!’ diye haykıran asker bunlardan birkaçı (İkinci Dünya Savaşında ölmekte olan birçok asker ya annesini, ya da sevgilisinin ismini sayıklarmış). Glory filmindeki ilk savaş sahnesinde de top ateşine maruz kalan piyadeler ile bacağı kopmuş halde geri geri sürünen askerin görüntüsü, bu amacı taşımaktadır.

https://youtu.be/h5p5j_K0CsY

Ryan’ın kurtarılma emrini alan Yüzbaşı Miller’ın (Tom Hanks) durumu da Shaw’dan pek farklı değildir. Her biri farklı bir karakter çizen 7 kişilik bir ekibin lideri olan Miller, hem onları savaşa sokmak zorundadır, hem de belirlenen amaç içersinde aralarındaki her sorunu önlemelidir. 8 kişilik ekip ilk olarak Er Caparzo’yu (Vin Diesel) kaybeder. Duygu seli, yağmur altında ailesine yazdığı mektubu kan kaybederken arkadaşlarına uzatmak isteyen Caparzo’nun görüntüsü ile başlar. Ardından o gece konakladıkları kilisede Caparzo’nun mektubunu temize çekmeye çalışan sıhhiye eri Wade, arkadaşlarına oldukça duygulu bir şekilde annesini anlatır. Bir sonraki sahnede ölecek olan da odur.

Bu sahnenin öncesinde, ekip bir grup Alman askeri ile burun buruna gelir. Silah bırakmaları için birbirine bağıran askerler arasından korkudan kekeleyen Er Mellish, aynı lafı tekrarlayıp duran Er Reiben ve o gürültü içinde sesi duyulmamasına rağmen Almanca uyarı yapmaya çalışan ekibin en safı Onbaşı Upham, trajikomik bir görüntü oluştururlar.

Bu olayı kazasız atlatan ekip bir sonraki çatışmada sıhhiyeci Wade’i kaybeder. Yine dakikalar süren bir duygu seli ile Wade’in ölümü izlenir. Yüzbaşı Miller bu sefer Wade’e ait olan mektubunu eline alır ve gözyaşlarına boğulur. Çatışma sahnesi ise başarılıdır, özellikle Upham’ın dürbününden izlenen sahneler filme etkileyici bir hava katar. Wade’in ölümünden sonra Er Reiben isyan bayrağını çeker. Miller’ın gözüne girme çabası olan ve sadıklığından ödün vermeyen Çavuş Horvath ile kavga etmeye başlarlar. Upham kız gibi Miller’a dert yanar. Bu aile kavgası çapındaki olay yine duygusal bir şekilde, Yüzbaşı Miller’ın okul öğretmenliği anılarını anlatması ile son bulur.

Savaştan çok insanı anlatan bir hikaye

Ekip Ryan’ı bulur. Savaşı bırakmayı reddeden Ryan’a, Er Reiben onun için iki arkadaşlarını kaybettiklerini söyleyerek öfkeyle karşı çıkar. Burada izleyici yine kalbinden vurulur. Ryan ekibe katılır. Son sahnenin vakti gelmiştir. Kasabadaki çatışma sahnesi yaklaşık yarım saat sürmesi ile filmin başında olduğu gibi izleyici sahneye kitler. Teker teker tüm karakterler ölmektedir. Yüzbaşı Miller ise Wade’in ölümünden sorumlu olan ve gitmesine izin verdiği Alman askerinin(yerlerini bildiren) kurşunu ile ölür. Bu ‘etkileyici’ detayın yanı sıra, Yahudi olan Mellish bir Alman askeri ile boğuşurken göğsüne yavaşça saplanan bıçak ile hayatını kaybeder. Asıl ekipten Upham ve Reiden ise hayatta kalmayı başarır.

Er Ryan’ı Kurtarmak bir olay filmi olmaktan çok, savaşa dair sahnelerdeki isimsiz onca askeri karakterleri ve yaşadıkları ile öne çıkartarak izleyicinin gözünde çok önemli bir yer edinmeyi başarmıştır. Çıkış noktası ise yarı kurgu denilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nda ölen beş kardeş, USS Juneau’da görev yaparken hayatını kaybeden Sullivan kardeşlerdir. Ancak Er Ryan’ı Kurtarmak, üç kardeşi (Robert, Preston ve Edward) öldükten sonra eve dönüş emri alan Fritz’in temsil ettiği Niland’lara dayanır. Öldüğü sanılan kardeşlerden Edward, Burma’daki bir Japon kampından kaçmayı başararak Fritz’in ardından evine dönmüştür.

III – Gladyatör

Gladyatör, ilk iki film ile geçtiği dönem açısından kıyaslanamayacak olsa da, muhteşem kurgusuyla sinema tarihinin bir diğer unutulmaz savaş filmlerinden biri. Tabii ki bir macera ve dram olduğu da şüphe götürmez. En bayıldığımız ve içimizde barınan süper asi ve süper gururlu karakterin, en aşağılık ve güçlü zorbaya karşı verdiği ‘bireysel’ mücadelenin öyküsüdür. Onca karakter, zaman ve yer içeren film, iyiler ile kötülerin savaşını farklı bir açıdan harika bir biçimde ele almaktadır. Kötüler etraflarına topladıkları güç ile sahte tahtlarında otururlar, ancak iyiler ne kadar uzak kalsalar da birbirlerinden kopmaz, liderin peşinden giderler.

Filmin başında Maximus (Russell Crowe), savaş alanında evinin özlemi ile ekinlerinin üzerinde ellerini gezdirmektedir. Gözlerini açıp hayalinden sıyrılan Maximus, kameraya dalgın gözleri ve yorgun suratı ile kendini tanıtır. Savaştan tamamen bağımsız küçük bir kuşun dalından kanatlanıp gitmesini gülümseyerek seyreder. Ardından görkemli Roma ordusunun düzenli hatlar halinde sıralandığı savaş alanına gelir. Askerleri ile selamlaşır, yardımcısı ile olan kısa diyalogda, kararları ile soğukkanlılığını gösterir. Ardından süvari birliğinin başına geçer ve savaşa hazırlanır. Filmin ilk savaş sahnesinde seyirci Roma ordusunun mancınıkta ne kadar gelişmiş olduğuna tanık olmakla beraber, az rastlanan bir yakın dövüş sahnesine de izlemiş olur. Kahramanca dövüşen ve savaşı kazanan Maximus, artık evine dönmeyi istemektedir.

Farklı karakterlerin çatışması yine dorukta

Gladyatör, filmde önemli yer tutan birçok karakter içermektedir. Bunlardan bazıları Maximus’un safında iken, bazıları babasını alçakça öldüren Commodus’un safındadır. Bazı karakterler ise iki karakterin arasında sıkışmıştır. Filmin önde gelen iki karakterinin hayatları ilk başta ayrılmakta, sonradan ise tekrar karşı karşıya gelmektedir. Tüm olay bu iki zıt karakterin ayakta kalma mücadelesi içersinde geçer. Hal böyle olunca, diğer karakterler de kendilerini bu düzene sokmak zorunda kalırlar. Bu alışa gelmemiş tarzı ile müthiş uyumu, Gladyatör’ü birçok filmden ayrı tutmaktadır.

Maximus, bir gece içinde Roma’nın tacını giymemiş İmparatoru sıfatını yitirir, zorba Commodus’un elini reddeder ve tutsak edildiği ölümden yine kendi çabası ile kurtulur. Ancak ölümden kurtaramadığı ailesi bu yiğit adamın intikam gücünü kamçılayan bir unsur olarak filmde birkaç dakika belirip yok olur. Bir anda kuralları ve şartları çizilmiş bir dünyada değersiz bir köleye dönen Maximus, kendini Roma İmpratorluğu’nun bambaşka bir köşesinde bulur. Bu esnada Roma’da, onun varlığından habersiz Commodus, kendisinden rahatsız olanlar ile faydalanmak isteyenlerin arasında İmparatorluk rolü oynamaktadır. Babasının ölümünü anmak için düzenlediği oyunlarda karşısına çıkaracağı gladyatörlerden biri Maximus olacaktır ve filmin ortasındaki, ikinci önemli dövüş sahnesine zemin hazırlanır. Gladyatörler arasında lider konumuna yükselen Maximus, arkadaşları ile ölümleri kesin gözüken bir yarışa sokulurlar. Maximus’un önderliğinde müthiş bir mücadele örneği verirler ve rakiplerini alt ederler. Maximus’un hayatta olduğunun ortaya çıkması ile dengeler tekrar alt üst olur. Aşağılık olduğu kadar kurnaz olan Commodus akıllıca ölüm taktikleri uygulamaya başlar. Ancak ölmeye direnen Maximus her dövüşü aşarak Commodus’a iyice yaklaşmaktadır. Commodus, zekâsını arkasında yürütülen oyunları çözmekte kullanır ve Maximus’u kuralları kendisinin belirlediği son bir dövüşe zorlar. Maximus son sahnede yaralı olduğu halde Commodus’u öldürür, ardından da kendisi de arenaya yığılır ve ailesine ulaşır…

Karakter değişimleri ve güç kavgaları bitmiyor

Filmin akıcılığı içerisindeki etkileyici diğer bir unsuru, karakterlerin arasındaki etkileyici diyaloglardır. Bu diyaloglar arkadaşlık, nefret, intikam ve özlem gibi birçok duyguyu içerir. Özellikle Marcus Aurelius’un ölmeden önce Maximus’la bir baba-oğul gibi geçen diyalogunun ardından, alçak oğlu Commodus tarafından öldürülmesi, duygu akışının çok değişken olduğu filmde oldukça etkileyici sahnelerdir.

Ayrıca Maximus’un değişen bir karakter sergilediği görülür. General iken Roma’ya sadık bir asker olan Maximus, köle düştüğünde dövüşmeyi reddedecek kadar gururlu, gladyatör olduğunda ise omzundaki lejyon simgesi harfleri taşıyan derisini kesip atacak kadar nefret doludur. Onun bu hali, bir zorbaya karşı kendisine verilen sözü tutmaya çalışırken tek başına ayakta kalmaya çabalayan birinin en etkileyici hikâyelerinden birini oluşturur. İyi ile kötü arasındaki yazgının en güzel anlatımlarından biri olarak sinema tarihindeki yerini alır Gladyatör.

Glory tamamen tarihi gerçeklere dayanırken, Gladyatör de Er Ryan’ı Kurtarmak gibi yarı kurgudur. Roma’nın en ünlü imparatorlarından biri olan Marcus Aurelius’un oğlu olan Commodus, babasının ölümünün ardından imparatorluğu 13 yıl yönetmiş, halkın açlık ve hastalıkla boğuştuğu yıllarda yönetimi birbirine düşen çocukluk arkadaşlarına bırakarak vaktinin büyük kısmını Kolezyum’da gladyatör dövüşleri yaparak geçirmiştir. Birçok erdemden sıyrılmış bir karakter olan Commodus, arenadaki tüm rakiplerini ellerine zorla tutuşturulan sahte kılıçlar kullandıkları için alt edebilmiştir. Bunu nihayetinde fark eden dövüş hocası ve eski bir gladyatör olan Narcissus, öfkesinin taştığı bir gün Commodus’u öldürür…

Gladyatör’ün en etkileyici sahnesi belki de Commodus’un (Joaquin Phoenix), babası Marcus Aurelius (Richard Harris) ile yaptığı son konuşmadır. Bu sahnede, günlük hayatında gayet utanmaz ve yapmacık olan bir karakter, tamamen dürüst bir kişiliğe bürünerek babasına neden ondan farklı ve kim olduğunu anlatır. Nihayetinde, babası ile yolları kesişmeyecektir.

Üç filmin taşıdığı ortak özellikler

1- Filmlerin başında ana karakterlerden biri ile filmin genel atmosferi bir arada sunuluyor.
2- Filmlerin başlangıcında ana karakterin de içinde bulunduğu bir savaş sahnesi var.
3- Her filmde, filmin başına, ortasına ve sonuna yerleştirilmiş üç savaş/dövüş sahnesi var.
4- Her karakter lider konumunda. Çevrelerindeki insanları birçok defa onlar yönetiyor.
5- Duygusal tema ön planda. Savaş dışındaki sahnelerde genelde ölüm, keder, karakterler arası çatışmalar ve duygusal diyaloglar var.
6- Sınıf, ırk, rütbe farkları arasındaki mücadele gözler önüne seriliyor.
7- Ana karakterlerin kişilik çatışmasına yer veriliyor.
8- Savaş sahnelerinden en az ikisi on dakikadan daha fazla sürüyor. Gladyatörde ise kısa ama tam 5 dövüş sahnesi bulunuyor.
9- Filmlerde yıldız oyuncu sayısı ikiyi geçmiyor, gerçeğe uygun olması için doğal karakterler seçiliyor.
10- Filmler efsane değil, gerçeklerden alınma. Ana karakter doğallığından uzaklaştırılmıyor, öyküsü ile karakteri çok iyi uyuşturuluyor.

Not: Bu yazı “Kapitalizm vs. İnsanlık” adlı yazı arşivimden derlenmiştir.