Çin casusu olduğundan şüphe edilen güvercin sekiz ay sonra serbest bırakıldı

Çin Komünist Partisi adına casusluk yaptığından şüphelenildiği için Hindistan’da gözaltına alınan bir güvercin, sekiz ay süren tutukluluğun ardından serbest kaldı.

Evet, başlık doğru. Çin ile Hindistan arasındaki gergin politik ilişkilerin de 2020 ve 2021’de yaşanan sınır çatışmalarında iyice yükseldiğini de biliyoruz. Hal böyle olunca, sıçrama yapan paranoya Mumbai Havaalanı’ndaki bir güvercine vurdu.

Güvercin, Hindistan güvenlik güçleri tarafından Mumbai Uluslararası Havaalanı’nda ‘pusuya yatmış vaziyette’ tespit edildiği için gözaltına alınmıştı. New York Times tarafından verilen bilgiye göre, şüpheli hareketleri üzerine yerel bir polis merkezine götürülen güvercinin bacaklarında ‘özel yüzükler’ bulundu. Bir tanesinde ise mikroçip bulunduğu bildirildi. Şüpheleri tavana çıkaran ek detay, güvercinin bacaklarında Çin el yazısı ifadeler yer almasıydı.

Söz konusu detaylar kuşun casus olabileceğine işaret ederken, kuşların geçmişte ABD Merkezi İstihbarat Ajansı (CIA) dahil bazı ülkeler tarafından casus olarak kullanıldığı biliniyor. Dahası, kuşun yakalanmasına yol açacak kadar şüpheli davranış sergilemiş olabileceği de ilginç bir detay.

Nihayet serbest kaldı

Kuşun bacağındaki mikroçip bir adli tıp laboratuvarına, kendisi ise bir veterinere yollandı. Çipten yola çıkarak kuşun seyahat ettiği yerleri tespit eden yetkililer, hayvanın muhtemelen Tayvan’dan yolu Hindistan’a düşen bir yarış güvercini olduğu sonucuna vardı.

Kuşun masumluğu kısa sürede ortaya çıkarılmış olsa da, göz hapsinde tutulduğu veterinere bu bilgi aylar sonra iletildi. Hatta, hayvan hakları savunucusu PETA organizasyonunun Hindistan şubesi devlete bu konuda çağrıda bulundu. Sonuç: Yarışçı kuş tekrar özgür.

Kaynak: Gizmodo
Ana görsel: Ivan Borinschi/Unsplash

Hacker’lar deepfake kullandıkları video konferans ile 25 milyon dolar çaldı

Hong Kong polisi, siber korsanların bir şirketin finansal çalışanı ile düzenledikleri video konferansta deepfake görüntüler kullandıklarını ve çalışanı kendilerine 25 milyon dolar göndermeye ikna ettiklerini açıkladı. Son derece titiz gerçekleştirilen dolandırıcılık, gerçek görüntülerden oluşturulan deepfake videoların iş dünyasının başına ne denli sorunlar açabileceğine en iyi örneklerden biri.

Hong Kong’da uluslararası bir şirketin finansal çalışanlarından biri her biri deepfake görüntülerle karşısına çıkan siber korsanlara yüklü miktarda para kaptırdı. Her ne kadar oltalama (phishing) saldırılarına karşı bilinçlilik son yıllarda fazlasıyla artmış olsa da, siber korsanlar Hong Kong’daki hedeflerine ‘bu kadarı da olamaz’ dedirtecek bir yöntemle yaklaştı ve hedefine ulaştı. Kandırılan çalışan ifadesinde kendisine ilk olarak bir e-posta geldiğini ve Britanya’daki finans müdürü tarafından gizli bir para transferi gerçekleştirilmesi gerektiğine yönelik bir talimat aldığını belirtti. Her ne kadar şüphelense de, beklenmedik e-postayı gönderici finansal müdür ve şirketin diğer üst düzey yetkililerinin katıldığı video konferans izledi. Çalışan, katılımcıların tıpkı meslektaşlarının belirttiği gibi göründüğünü ve hiç şüphe uyandırmadıklarını ifade etti.

İçin su serpilen çalışan, video konferansın ardından 200 milyon Hong Kong dolarını ($25.6 milyon dolar) siber korsanlara iletti. Ardından şirketin ana bürosuna yapılan işlemi bildiren çalışanın birkaç dakika sonra başından aşağı kaynar sular boşaldı.

Çalıntı kimlik kartları da kullanılıyor

Yetkililer, siber korsanların titizlikle kamuya açık görüntüleri ve ek görselleri bir araya getirerek birçok yöneticiyi birebir taklit ettiklerini belirtti. Hong Kong polisi, bugüne kadar benzer suç girişiminde bulunan altı kişinin tutuklandığını da not düştü. Verilen detaylar ise oldukça ilginç:

Hong Kong’da kimlik kartını kaybettiği beyan eden sekiz kişinin bilgileri, Temmuz ve Eylül 2023 arasında tam 90 kira başvurusunda ve 54 tane banka hesabı açmak için kullanıldı. Siber suçlular aynı zamanda deepfake kullanarak kimlik kartlarından elde ettikleri fotoğrafları en az 20 defa yüz tanıma sistemlerini atlatmak için kullanmaya çalıştı.

Deepfake ile düzenlenen dolandırıcılığın geldiği boyut, yapay zekanın art niyetle kullanıldığı zaman ne gibi sorunlara neden olabileceğini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Sorun sadece iş dünyası ile de sınırlı değil. Ocak başında ABD’li ünlü şarkıcı Taylor Swift’in yapay zeka ile harırlanmış pornografik görüntüleri sosyal medyada yayılmış. Hedeflenen kişi için yıkıcı derecede manipülatif olabilecek bu tür saldırıları engellemek ve etkilerini ortadan kaldırmak da hiç kolay değil. Swift’e ait sahte fotoğraflar sosyal medya platformlarında on milyonlarca kişi tarafından görüntülendikten sonra kaldırıldı.

Kaynak: CNN
Ana görsel: Sebastiaan Stam/Unsplash

Japonya ‘baş aşağı’ duran Ay gözlem aracı ile tekrar temas sağladı

Japonya Uzay Ajansı (JAXA), 20 Ocak’ta Ay yüzeyine benzersiz bir iniş yapan ve güneş panelleri çalışmadığı için temasın kaybedildiği SLIM (Smart Lander for Investigating the Moon) uzay aracı ile yeniden iletişim kurmayı başardı.

Ana görsele dikkatli bakın. Ay’a insan yapımı bir uzay aracının ilk kez başarıyla ulaşmayı başardığı 1959’dan bu yana (Sovyet yapımı Luna 2), derin uzay keşfi böyle bir sahneye tanık olmadı. JAXA tarafından Ay yüzeyini incelemesi için geliştirilen SLIM uzay aracının taşıdığı iki mikro yer gözlem aracından biri tarafından çekilen fotoğraf, SLIM’i ‘nokta atışı’ iniş pozisyonunda tepe taklak gösteriyor.

SLIM, 7 Eylül tarihinde Tanegaşima Uzay Merkezi’nden ateşlendi ve üç aydan biraz daha fazla süren yolculuğunun ardından Ay’ın ‘Mare Nectaris’ bölgesindeki iniş noktasına 100 metreden daha az bir sapma ile 20 Ocak günü iniş yaptı. Japonya, tarihi başarı ile Rusya, ABD, Çin ve Hindistan’ın ardından Ay’ın yüzeyine başarıyla bir uzay aracı indirmeyi başaran beşinci ülke oldu. Hem de benzersiz bir görüntü eşliğinde. SLIM’in yüzeye iniş yapmadan önce serbest bıraktığı ve her biri yaklaşık 2.1 kg ağırlığındaki, beyzbol topu kadar büyük yer gözlem araçlarından biri, uzay aracının tepe taklak haldeki görüntüsünü çekti. 90 gram ağırlığındaki iletişim donanımı ile Dünya’ya tarihi fotoğrafı gönderdi.

JAXA, 25 Ocak’ta yayınladığı fotoğraf ile yaptığı açıklamada, SLIM’in ters iniş pozisyonu nedeniyle güneş panellerini açamadığını ve enerji toplayamadığı için iletişim kurulamadığını belirtti. İki otonom yer gözlem aracı, LEV-1 ve LEV-2 (aynı zamanda Sora-Q olarak da biliniyor) görevlerine başarıyla devam ediyor.

SLIM üzerindeki kameralardan biri tarafından elde edilen bir kare. Kaynak: JAXA / RITSUMEIKAN UNIVERSITY / THE UNIVERSITY OF AIZU

Moon Sniper halen hayatta

SLIM Ay iniş aracı aynı zamanda Moon Sniper olarak adlandırıldı ve nokta atışı inişi ile bu adın hakkını verdi. Güneş panellerinde yaşanan sorun nedeniyle SLIM ekibi inişin 2,5 saat ardından uzay aracını ‘kapattı.’ İniş sırasında ise neyin ters gittiği tam olarak anlaşılamadı. Yerden yaklaşık 50 metre yükselikte SLIM engel önleyici manevra gerçekleştirdi ve iki motoru bir anda çalışmayı keserek uzay aracının sürüklenmesine neden oldu. Motorların neden kapandığı konusunda inceleme devam ediyor. SLIM, nokta atışı inişini gerçekleştirmek için algorismaların sadece birkaç saniye içinde konumu kesinleştirmesi gereken fotoğraf eşleştirme teknolojisi kullandı.

Güneş panellerinin büyük kısmı batıya bakıyor olsa da, SLIM’in halen enerji alabileceği belirtilmişti ve 29 Ocak günü JAXA uzay aracı ile temas sağlandığını açıkladı. Öyle ki, JAXA çok-bantlı spektral kamera ile bilimsel çalışmaların başladığını belirtti. Kapanmasından önce SLIM üzerindeki kameralar ile etrafını incelemeyi de eksik etmemişti.

Açıklamada, SLIM’in belirlenen iniş noktasının sadece 55 metre doğusuna indiği ifade edildi. Geçmişteki Ay iniş görevleri için 10 km içerisindeki alana iniş yapmanın başarılı kabul edildiğini not düşelim. NASA, 25 Ocak tarihinde Ay Yörünge Kaşifi (LRO) ile SLIM’in Theophilus krateri yakınında gözlemledi:

SLIM’in Ay yörüngesinde çektiği görüntüler:

Japonya’nın elde ettiği başarıda çektiği zorluklara bakarak, Ay’a ulaşmanın halen ne kadar zor olduğuna dikkat çekmemiz lazım. Her ne kadar ilk insanlı görevden bu yana 54 sene geçmiş olsa da, Ay’a son yıllarda düzenlenen birçok keşif görevi başarısız oldu. 2023’te düzenlenen Ay görevlerinin neredeyse yarısı başarısız olurken, yüzeye gönderilen üç uzay aracından sadece bir tanesi başarılı oldu ve Hindistan Ağustos’ta Ay’a inmeyi başaran dördüncü ülke olarak tarihe geçti.

Japonya’nın on yıllardır üzerinde çalıştığı proje de birçok engele takıldı. Mart 2023’te Japonya’nın geliştirdiği en yeni roket H3 deneme ateşlemesinin ardından yaşanan hatanın ardından kendi kendine imha komutu ile infilak etti. Nisan 2023’te Tokyo merkezli ispace özel uzay-havacılık şirketi tarafından geliştirilen Hakuto-R uzay aracı da iniş denemesinde başarısız oldu.

SLIM ile elde edilen başarı derin uzay görevlerinin asla kolay olmayacağına bir örnek iken, Ay’ın güney kutbuna astronot göndermeyi planlayan ve kolonileşme planları üzerinde çalışan ABD ile Çin için önemli örnek teşkil ediyor.

SLIM navigasyon kamerası tarafından elde edilen kare, baş aşağı olduğu için döndürülüp yayınlandı. Kaynak: JAXA

Kaynak: FT/Mashable/JAXA

Ana görsel: SLIM/X.com

iPhone’u yeniden tanımlayacak iOs 17.4 güncellemesi neler getirecek?

Apple’ın Mart başında sunması beklenen 17.4 iOS, App Store ve iOS ekosisteminin kapılarını ilk kez bu ekosistemin dışında kalan şirketlere açacak. Temel olarak Avrupa Birliği’nin (AB) Digital Markets Act (Dijital Piyasalar Yasası – DMA) ile uyum sağlamak için getirilen yenilik, ‘sideloading’ yani üçüncü partilerin Apple ekosistemine erişimini sağlayaacak. Güvenlik uzmanları ise sideloading yeniliğinin Apple’ı siber saldırıların ana hedefi haline getirebileceği uyarısında bulunuyor.

AB sınırları içerisindeki Apple kullanıcıları için Amerikan teknoloji devinin almış olduğu karar hayli sevindirici iken, Apple sideloading dönüşümü için gereken yeniliklerin iPhone kullanıcıları için büyük bir güvenlik riski taşıdığı uyarısını yaptı. Sideloading, Apple iOS 17.4’ün hayata geçmesi ile Google Android’in benimsediği açık piyasa anlayışını App Store’a taşıyacak. iOS 17.4 güncellemesinin sunulması beklenen 6 Mart’tan itibaren, Apple’ın donanım ve yazılım kontrolü sayesinde elinde bulundurduğu güvenlik denetimi AB coğrafyasındaki kullanıcılar için azalmaya başlayacak.

Neler değişiyor?

AB Dijital Piyasalar Yasası’nın amacı, geçmişte yaşanan antitröst davalarından da anlaşıldığı üzere Apple gibi teknoloji devlerinin dijital piyasalarda ‘kapı koruyucusu’ (gatekeeper) olmasını engellemek. iOS 17.4 güncellemesi, geliştiricilere alternatif uygulama platformlarından indirilmek üzere iOS uygulaması sunmalarına izin verecek yeni API (uygulama programlama arayüzü) ve araçlar içeren yeni opsiyonlar sunacak.

Aynı zamanda eklenecek yeni ortam çerçevesi ve API’lar alternatif uygulama platformlarının oluşturulmasına izin verecek ve geliştiricilere uygulama yükleme ve diğer geliştiriciler adına güncellemeleri yönetmeleri imkanını sunacak. Ek olarak, geliştiriciler tarayıcı uygulamaları ve uygulama içi tarayıcı tecrübesi sunan uygulamalar için WebKit dışındaki tarayıcı motorlarını kullanma imkanına sahip olacak.

Tüm bunların üzerine DMA uyumluluğu altında bağlantısız ödemelerde de güncellemeler olacak. Bu kapsamda, geliştiriciler Avrupa Ekonomik Bölgesi içerisinde bankacılık ve dijital cüzdan uygulamalarının yeni API’lar aracılığıyla NFC teknolojisi ile uyumlu olması sağlanabilecek. Apple aynı zamanda, AB’de kullanıcıların bir üçüncü parti temassız ödeme uygulamasını veya alternatif bir uygulama platformunu standart ayar olarak atamasına imkan verecek.

Güvenlik riskleri neler?

Apple, DMA altında daha açık bir ekosisteme geçiş yapmanın güvenlik risklerinin artacağı anlamına geldiğini belirtti. Söz konusu riskler dolandırıcılık uygulamaları hatta tacize kadar uzanan yasadışı ve zarar verici içeriklere kadar uzanıyor. Risklerin artmasının ana sebebi ise Apple’ın App Store’da olduğu gibi kendi yönetimi altında olmayan (veya kısmen olan) platformlara yüklenecek uygulamaları doğrudan denetimden geçirememesi.

Apple, App Store dışında dağıtılan uygulamalar üzerinde App Tracking Transparency (Uygulama Takip Şeffaflığı) içeriğini uygulamaya devam edecek. Öte yandan, DMA gereksinimleri altında App Store dışında indirilen iOS 17.4 uyumlu uygulamalar ‘Family Purchase Sharing’ (Aile Satın Alım Paylaşımı) ve ‘Ask to Buy’ (Alım Talebi) içerikleri ile uyumlu olmayacak.

Forbes’a konuşan ESET küresel siberlik güvenlik danışmanı Jake Moore, App Store ekosisteminin altın güvenlik kuralının, uygulamaların bu platformdan indirilmesi olduğunu belirtti. Ekosistemin kontrol dışında kalan üçüncü partilere açmak, Truva atı (trojan) ve kötü amaçlı yazılımların iPhone’ları hedef alması için bir davet olabilir. Öte yandan, güvenlik riskinin sanıldığı kadar yüksek olduğunu düşünmeyenler de mevcut. Forbes’a açıklama yapan Featurespace uygulama güvenliği uzmanı Sean Wright, Android’e diğer platformlardan uygulama indirilmesinin “çok ciddi bir durum oluşturmadığını” not düştü.

Apple güvenliği güçlendirmek için ne yapacak?

Apple’ın yaşanacak değişime ayak uydurmak için getireceği yenilikler arasında iOS uygulamarına yönelik ‘Notarization’ yer alıyor. Uygulama geliştiricileri ve alternatif uygulamalara yönelik seçeneklere sunulan izni belirten Notarization, Apple’ın deyimiyle AB kullanıcıları için ‘en iyi ve güvenli tecrübeyi sunmayı’ amaçlıyor. Buna rağmen, Apple birçok risk faktörünün var olmaya devam edeceğini de ifade etti (muhtemelen AB’nin kulağına küpe olsun diye).

Neler yapılmalı?

iPhone’un sahip olduğu güvenlik seviyesinden dolayı, iPhone kullanıcılarının birçoğunun güvenlik ayarları ve uygulamaları ile çok haşina olmadığı biliniyor. Moore, iPhone sahiplerinin iOS 17.4’ün sunulmasının ardından uygulama indirdikleri platformlara daha fazla dikkat etmesi gerektiğini savunuyor. “Tecrübeli Android kullanıcıları bu duruma en başından beri aşina. Şimdi Apple kullanıcıları cihazlarını ve verilerini korumak için daha titiz olmalı.”

Kasperky GReAT (küresel araştırma ve analiz ekibi) üyesi Boris Ladin, kullanıcıların ödeme yaparken bilgilerini üçüncü partiler ile paylaştıklarına dikkat etmesi gerektiğini not düştü. Dolandırıcılık halinde, Apple kullanıcılara yaşadıkları zararı ödemeyemecek.

Analistler iOS 17.4’ün yayınlanmasının ardından belli bir süre boyunca iPhone kullanıcılarının App Store’a bağımlı kalmaya devam edeceğini düşünüyor ve bunu olumlu karşılıyor. Önemli olan, alışma sürecinde kullanıcıların üçüncü parti platformlardan uygulama indirmek konusunda gerekli tüm önlemleri öğrenmesi.

Kaynak: Forbes

Ana görsel: Zhiyue/Unsplash

NASA: James Webb Uzay Teleskobu Dünya dışı yaşam keşfetmedi

İngiltere’de yayınlanan bir makalede ünlü bir astrofizikçinin yaptığı yorumların üzerine üzerine bir İngiliz astronotun da “2024’te Dünya dışı yaşamın tespit edileceğine inandığını” belirtmesi, sosyal medya tarafından fazlasıyla yanlış anlaşıldı.

Bilim dünyasında son birkaç gündür tartışılan bir hadise söz konusu: James Webb Uzay Teleskobu (JWST) bir ötegezegende Dünya dışı yaşam keşfetti mi? Tartışmanın başlangıcı, yılbaşından birkaç gün önce BBC’de yayımlanan bir tartışma programına katılan University College London’dan astrofizikçi Dame Maggie Aderin-Pocock’un “2024’te Dünya dışı yaşamın keşfedilebilececeğini” belirtmesi ile başladı. The Spectator, bu açıklamaları “Uzaylıları keşfetmiş olabilir miyiz?” şeklinde bir başlık ile verdi ancak makalede gelişmiş bir dış medeniyete değinecek hiçbir ifade kullanılmadı.

Bu açıklamayı takiben, YouTube’da 700 binden fazla takipçici olan bir diğer astrofizikçi Becky Smethurst yayımladığı videoda “2024’te bir ötegezegenin atmosferinde biyolojik izlere rastlanacağını umduğunu” söyledi. Bunun da üzerine yeni yılın ilk haftasında Britanyalı astronot Tim Peake CNBC’ye verdiği röportajda “JWST’nin Dünya dışı yaşam izlerine rastlamış olabileceğini ancak biyolojik yaşama dair izlerin kesinleştirilmesi için bilim insanlarının emin olmadan açıklama yapmayacağını” söyledi.

Ne anlaşıldı?

İki astrofizikçi ve bir astronot tarafından art arda yapılan üç açıklamanın içerdiği bilgi ve açıklandıkları mecralar açısından sergiledikleri özelliklere bakalım:

  • Üç kişi üç ayrı ortamda ‘Dünya dışı yaşam bağlantılı’ açıklama yapıyor,
  • Her üçü de, sonuncusu kısmen olsa da, 2024’te Dünya dışı yaşamın bulunabileceğini belirtiyor,
  • Açıklamaların ilki kısmen Dünya yaşamın ne olabileceği hakkında kesin bilgi vermiyor, ikincisi ‘biyolojik yaşam izinden’ bahsediyor ve üçüncüsü üstü kapalı aynı şeyi söylüyor ancak kamuoyunun doğrudan anlayacağı şekilde değil.

Haliyle ne oluyor? Sosyal medyada UFO meraklıları (UFO’lara ve ileri Dünya dışı medeniyetlere inanmakta tabii ki bir sorun yok) bu bilgileri derme çatma birleştirerek ‘JWST Dünya dışı yaşam izi keşfetti’ye getiriyor.

Peki, böyle bir durum var mı? Hayır.

NASA’dan açıklama

Yaşanan durumda anlaşılmayacak bir şey yok, sadece ortaya çıkarılan bir karmaşa söz konusu. Bu aşamada aynı türden açıklamaların farklı kanallardan bir anda gelmesi ve ortak anlamlarının doğru bir şekilde aktarılmaması, üzerine komplo teorisyenlerinin durumdan fırsat çıkarmaya çalışması, gereksiz bir karışıklığa neden olmuş durumda.

Konuyu açıklığa kavuşturma zahmetinde bulunan Ars Technica, NASA’dan JWST ile ilgili keşifler hakkında bilgi istedi. JWST ötegezegen bilimi projesinde yer alan Knicole Colón, “JWST tarafından bir ötegezende yaşama dair kesin delil bulunmadığını” belirtti.

Colón açıklamasında, “JWST’nin araştırılan ötegezegenlerde gezegenin yaşabilirliği hakkında ipucu sunacak biyolojik yaşam izlerine rastlayabileceği görev öncesinde yapılan öngörüler arasında. Bir ötegezegenin yaşanabilir olup olmadığını anlamak için gelecekte görevler düzenlenmesi gerekiyor” ifadesini kullandı.

Peki, burada bahsi geçen ötegezegen hangisi? Söz konusu gezegen, Güneş Sistemi’nden 120 ışık yılı mesafede yer alan ve Dünya’dan 8,6 misli daha büyük olan K2-18 b. Gökbilimciler K2-18 b’nin bir ‘hiyanus gezegeni’ olabileceğini, yani atmosferi hidrojen zengini bir su dünyası olabileceğini düşünüyor.

İlk olarak Hubble Uzay Teleskobu (HST) tarafından incelenen K2-18 b, JWST tarafından 2022 sonundan bu yana yapılan taramalarda daha ilginç bulgular sundu. Tespit edilen moleküller arasında, organik bir bileşen dimetil sülfit de yer alıyordu.

Dünya’daki okyanuslarda yaşayan bitkisel planktonlar tarafından metabolizma sürecinde salgılanan dimetil sülfit, Dünya’da sadece yaşam döngüsü ile ortaya çıkıyor. Bu bilgi K2-18 b’de kesin olarak organik yaşam olduğuna işaret etmiyor (şimdilik) ancak bugüne kadar elde edilen Dünya dışı yaşam bulguları arasında kritik bir önem taşıyor. Sebebi, gözlem gücü Hubble’dan çok daha üstün JWST ötegezegenler hakkında çok daha kesin bulgular toplayabiliyor. Dikkat edilmesi gereken nokta, dimetil sülfit kaynaklı potansiyel organik yaşamın gelişmiş medeni bir uzaylı medeniyete dair bir izden çok uzak kalması.

Bu tarz karmaşaların önlenmesi için ne yapılabilir. Açıkçası, sosyal medyanın geldiği nokta düşünüldüğünde hiçbir şey. Bazıları bilgiye doğru haliyle ulaşacak, bazıları da yanlış bilmeye devam edecek.

Ana görsel: K18-2 b’ye ait illüstrasyon.
NASA, CSA, ESA, J. Olmsted (STScI), Science: N. Madhusudhan (Cambridge University)

Evrimi baştan yazacak olasılık: Homo sapiens ile Neanderthal aynı tür mü?

İnsanlığın empati ve sanat odaklı kuzeni olarak tasvir edebileceğimiz ve nihayetinde insanlık (bilimsel terimi ile Homo sapiens) tarafından katledilen Neanderthallerin aslında insan ile aynı tür olabileceği öne sürüldü.

Homo sapiens’in en yakın akrabası olarak kabul edilen Neanderthallerin hatırladıkça insana iç çektiren birçok özelliği var. Bizler gibi oradan oraya göç edip önüne geleni katletmek yerine yerleşik ve medeni bir hayat kurmaya çalıştıkları biliniyor. Öyle ki, Avrupa’da bilinen ilk sanat eserini, aynı zamanda kuş tüyleri ve hayvan kemiklerinden mücevher yapan, avcılıkta kabiliyetli bir türdü Neanderthaller. Beyin büyüklüğü ve fizyolojik yapısı neredeyse Homo sapiens ile aynı olan Neanderthallerin, karşılaştıkları birçok bölgede insan tarafından katledildiği de delillerle ortaya kondu. Yine de, yaklaşık 40,000 yıl önce yok olmalarının nedenleri arasında iklim değişikliğine karşı koyamamaları gibi sebepler de mevcut.

Günümüzde birçok insanın %2 oranında Neanderthal geni taşıdığı biliniyor. Neanderthallerin keşfedilen her bir özelliği, barbar görünümlü bir türden öte çok daha akıllı ve medeni bir tür olduklarına işaret etti. Hatta, Neanderthaller ile Homo sapiens’in aynı olduğunu düşünen bilim insanları da mevcut.

İlk Neanderthal fosili 200 yıl önce tespit edildi. Yine de, Denisovan ve Homo erectus gibi türlere kıyasla halen bizden ne kadar farklı oldukları belli değil. Fransa Doğal Tarih Müzesi’nden paleontolog Antoine Balzeau’ya göre, bu konu fazlasıyla tartışmaya açık. “Fosiller 19’uncu yüzyılda değerlendirildiklerinde spesifik bir türe özgü olup olmadığı düşünülmüyordu çünkü insanlar standart tür olarak kabul ediliyordu” ifadesini kullanıyor.

Son yıllarda elde edilen arkeolojik bulgular, Homo sapiens’in sanıldığı gibi 70,000 yıl önce Afrika’dan göç ettiği inanışına fazlasıyla ters düşüyor. Neanderthaller de bu bulmacının önemli bir yerinde bulunuyor. Avrupa’da yaklaşık 430,000 yıl önce yaşadığı bilinen türün insanla 50,000 yıl önce karşılaştığı düşünülüyor. Soyların yaklaşık 500,000 yıl önce birbirinden ayrıldığı ele alındığında, iki ayrı tür olduğuna kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak bu inanış 2008’de değişmeye başladı.

DNA ne söylüyor?

İsveçli genetik bilimci Svante Pääbo, antik kemiklerden elde ettiği DNA ile Neanderthal genomonun dizilimini çıkarmayı başararak büyük bir başarıya imza attı. Elde ettiği sonuçlar, modern insanın %2 oranında Neanderthal DNA’sı taşıdğını ortaya koydu. Birkaç yıl sonra yapılan araştırmalar Homo sapiens ile Neanderthal’in yaklaşık 50,000 yıl önce çocuk yaptığı bulgusu da ortaya çıkardığında, iki türün benzerliği daha da öne çıktı (hatta Homo erectus ile de aynısını yaptığımız öne sürülüyor).

Farklı türlerin biyolojik tanım altında sağlıklı yeni bir birey üretemediği biliniyor. Business Insider’a konuşan evrim antropoloğu Laura Buck’a göre, Neanderthal ile Homo sapiens’in çocuk üretmiş olması oyunun kurallarını değiştiren bir delil.

Buck, “Türlerin yeni birey üretemeyeceği içgüdüsel olarak çekici çünkü bir kısa yol sunuyor. Ancak biyoloji bir kısa yol değil” ifadesini kullanıyor. Örneğin, köpek ve kurtlar tamamen farklı türler olarak kabul edilse de, üreyebilen yeni bireyler ürettikleri biliniyor.

Neanderthallere gelindiğinde, Buck’ın dikkat çektiği bilimsel bir unsur söz konusu: Neanderthal kemiklerinin özellikleri, modern insan ve doğrudan atalarınınkinden farklı. “Birçok araştırmada anlatılanlar doğrultusunda bir Neanderthal’i tıraşlayıp takım elbise ile metroya bindirseniz kimsenin farkı anlamayacağı yönünde. Ancak bunun doğru olduğunu sanmıyorum” diyor Buck. “Böyle bir senaryoda kesinlikle biraz farklı durduklarını düşünürdük.”

Balzeau bu ifadeyi doğruluyor. “Farklı grupları paleontolojik açıdan nasıl değerlendireceğimiz konusunda tartışmalar olabilir. Ancak Neanderthaller ve Homo sapiens çok belirgin anatomik farklılıklara sahipti” ifadesini kullandı.

Bazıları da genetik bilginin bu konuda belirleyici olması gerektiğini düşünüyor. Britanya Durham Üniversitesi’nden arkeolog Paul Pettitt, “Evrimsel farklılaşmayı farklı türleri belirlemek için kullanmak tahmin yürütmek olurdu” ifadesini kullanıyor.

Türler kültür ile belirlenebilir mi?

Pettitt, son 20 yılda yapılan ve aslında Neanderthallerin ne kadar akıllı olduğunu ortaya koyan araştırmalara kadar bu türün geri kaldığını düşünenler arasındaydı. Ancak bu görüş artık dar kalıplarından çıkmayı başardı. Başlangıç olarak, Neanderthal beyni insanınkinden büyük olmasa da belirgin bir şekilde küçük de değildi. “Son model bir bilgisayarı sadece alarm saatini kullanmak için almazsınız. Haliyle Neanderthallerin de beyinleriyle oratılı evrimsel bir sebebi olmalı” diyor.

Neanderthaller başarılı avcılar olmalarının yanı sıra işçiliği de öne çıkan bir türdü. Aynı zamanda ilkel mücevher yapıyor ve hatta pigmentleri kullanarak resimler de çiziyordu. Hatta, ölülerini gömdükleri bilinen Neanderthallerin spiritüel bir tarafı da mevcuttu. Haliyle Avrupa’da bir süre beraber yaşamış olan Homo sapiens ve Neanderthallerin kültür paylaşımı yaşadığı büyük de bir olasılık. Örneğin farklı ancak ortak anlamlar taşıyan basit diller kullandıkları düşünülüyor. Kısaca, iki tür arasında fazlasıyla kültürel benzerlik olduğunu söylemek mümkün.

Neanderthaller insan mıydı?

Tüm bu değerlendirmelerin ardından gelen büyük soru, Neanderthallerin insan olup olmadığı. “İnsanlığın ne olduğu hangi insan grubuyla konuştuğunuza dayanıyor… Kültür ile ifade edildiği gibi değer yargıları da olan bir husus. İnsanlık veya insanlık dışı sadece farklı organizmalara özgü bir şey değil.”

Dahası, istatistiksel olarak insan populasyonu düşünüldüğünde günümüzde geçmişte hiç olmadığı kadar Neanderthal DNA’sı mevcut. Yazar Angela Saini’ye göre bu durumu yanlış anlamak da olası. Fazla Neanderthal DNA’sı bulunanları az gelişmiş olarak görebilmek gibi bir hata olabilir. Bunun anlamı, Neanderthal DNA’sının modern hastalıklara daha fazla kapı aralıyor olması. Bazı Neanderthal genleri diyabet ve kanser türleri gibi hastalıklarla bağlantılı görülürken, Covid-19 kapmayı da fazlasıyla kolaylaştırdığı belirtildi. Daha da kötüsü, Doğu Asyalı populasyonların daha fazla Neanderthal DNA’sına sahip olması, ayrımcılık için kullanılabilecek bir tehlike olarak beliriyor.

Öte yandan, son yıllardaki araştırmalar geri kafalılara malzeme vermeyecek türden. Neanderthallerin fazlasıyla Avrupalı olduğunun yanı sıra, genetik bilgiler açık tenli ve kırmızı saçlı olduklarına işaret etti. Bilim geçmişi aydınlattıkça, insanların ilkel öngörüleri de ortadan kalkmaya başlıyor. Saini, 100 yıl önce Neanderthal ve Aborjinlerin insanalar ile modern insanlar arasında çizgi çekmek için kullanıldığını, günümüzde ise Neanderthallerin insan çemberine atıldığı söylüyor. Her haliyle ironik.

Tarihi yeniden yazmak

Halen Neanderthalleri ve bizlerle olan bağlarını anlamaya çalışıyoruz. İnsan ile Neanderthal’in evrim süreci hakkında daha fazla bilgi belirdikçe, bilim insanları da aralarından hangisinin daha üstün olduğunu belirlemek için gittikçe daralan bir çember içinde kalıyor.

Genom araştırmasını gerçekleştiren Pääbo’ya göre insanlar doğası itibari ile istisnai değil. Tersine, insan evriminde Homo sapiens tek insan benzeri varlık olarak gezegenimizde çok az vakit geçirdiği için istisna olarak görülüyor. Pääbo, güzel de bir soru ekliyor: “Neanderthaller ve Denisovan insanı hayatta olsaydı, nasıl bir tablo ortaya çıkardı?”

Birinci ve en olası ihtimal, ırkçılığın günümzdekinden kat be kat fazla olacağıydı. İkincisi, çok az bir ihtimal de olsa, herkesi tek bir ırk olarak düşünebilmek olurdu. “Bence her ikisi de mümkün ve bir nevi insanları nasıl gördüğümüzü ve bunun üzerinde nasıl spekülasyonlar ürettiğimizi yansıtıyor” diyor Pääbo.

Kaynak: Business Insider
Ana görsel: Crawford Jolly/Unsplash

Araştırma: Kadınların gözyaşlarını koklamak erkeklerde agresifliği ciddi oranda düşürüyor

İsrail’in Weizmann Bilim Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre, erkeklerin agresigliği kadınların gözyaşlarını kokladıkları zaman ciddi oranda, tam %44 azalıyor. Kemirgenlerde de görülen ve gözyaşlarındaki kimyasal izlerden kaynaklandığı belirtilen etki, koruyucu bir özellik olarak beliriyor.

Evrimin babası olarak kabul edilen Charles Darwin için gözyaşlarının duygusal etkisi oldukça kafa karıştırıcıydı. Öyle ki, Darwin için gözyaşları gözü nemlendirmenin dışında bir özellik taşımıyordu. Gözyaşı dökmek insanın kendisine özgü duygusal bir tepki olarak bilinse de, bilime göre içinde duygudan çok daha fazlası var.

Araştırmacılar, memeli gözyaşlarının sosyal işaretler görevi gören kimyasallar içerdiğini, bir tanesinin de agresifliği ciddi oranda düşürdüğünü tespit etti.

Örnek olarak, dişi bir farenin gözyaşları erkeğin beyin ağlarındaki agresifliği düşürerek agresif hareketlerinin de azalmasını sağlıyor. Ek olarak, dişisine sadıklığı ile bilinen çıplak kör farelerin agresifliklerini azaltmak için kendilerini gözyaşları ile kapladığı belirtildi.

Yukarıdaki bulgulardan yola çıkarak insanlar üzerinde deneyler yapmayı kararlaştıran bilim insanları, erkeklerin kadın gözyaşlarını kokladığında nasıl değişim gösterdiklerini ve beyinleri üzerindeki etkisini inceledi. Araştırmanın başında yer alan Shani Agron, “gözyaşı koklamanın testesteronu düşürücü etkisini bildiklerini ve erkeklerde kadınlardan çok daha fazla agresifliği yatıştırdığını” söyledi.

Geçmişte yapılan bir diğer araştırma, kadın gözyaşlarının kokusuz bir kimyasal işaret içerdiğine ve erkekler tarafından koklandığında cinsel dürtüyü ve psikolojik bariyerleri azalttığı, testeteron seviyesini de düşürdüğüne işaret etti. Peki bulgular neler gösteriyor?

Agron et al.

Gözyaşı koklamak en az %40 daha fazla sakinlik demek

İlk olarak, kadın gözyaşlarının erkeklerde agresifliği düşürüp düşürmediğini anlamak için altı kadın donör kullanıldı. 22-25 yaşları arasındaki kadınlara ağlamalarını tetikleyecek duygusal videolar izletildi. Öte yandan, 25 erkeğe bilgisayarda kart oyunu oynatıldı. Kendilerine karşılarınındakinin insan olduğu belirtilse de belli bir algoritme karşı oynadıkları söylenmedi ve oyunda hile yapıldığı izlenimi uyandırıldı. Gerçek bir maddi kazançları olmasa da, oyuncular elde ettikleri fırsatlarda karşılarınındakinin para kaybetmesini sağlayarak tatmin içine girdi.

Deneyden önce erkek denekler kadın gözyaşları ve tuzlu bir solüsyon kokladı ancak kendilerine ne kokladıkları söylenmedi. Kadın gözyaşları koklayan erkeklerde agresifliğin %43.7 düştüğü gözlemlendi. Sonuçları değerlendirmek için istatistiksel yöntemler kullanan araştırmacılar, gözyaşlarının etkisine yönelik sonucun sadece %2.9 oranında şans eseri elde edilebileceğini gördü. Kemirgenlerde olduğu gibi insanın duygusal gözyaşlarının agresifliği bloke eden temel bir özelliği olduğu anlaşıldı.

İkinci aşamada, gözyaşı koklamanın deneklerin beyni üzerindeki etkisine bakıldı. Gözyaşı ve tuzlu solüsyonu kokladıktan sonra 26 erkek katılımcı Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) taraması altında kart oyunu oynadı. Beyinde agresiflik ile bağlantılı olan sol iç insular korteksi (AIC) ve prefontal korteksinde (PFC) faaliyetin yavaşladığı tespit edildi. Gözyaşı ve solüsyon koklayan deneklerin bu beyin bölgeleri arasındaki faaliyetlerin belirgin şekilde farklı olduğu görüldü.

Beynin fonksiyonel bağlantısına bakıldığında, gözyaşlarının sol AIC’nin sağ amigdala ve priform korteksi ile bağlantısını güçlendirdiği görüldü. Yapısal bağlantı bulundurmalarının yanı sıra, bu bölgeler koklama ve agresifliğin fonksiyonel ağının bir parçasını temsil ediyor.

PLOS Biology dergisinde yayımlanan araştırmada, yer alan bir diğer isim Noam Sobel, gözyaşlarının koklama ile bağlantılı reseptörleri etkilediği ve agresiflik bağlantı beyin faaliyetlerini ciddi ölçüde azalttığını belirtti. Buradan yola çıkarak gözyaşlarını “kimyasal bir örtü” olarak nitelendiren Sobel, kemirgen ve insanların yanı sıra belki birçok diğer memelide gözyaşlarının agresifliğe karşı bir koruma sağladığını söyledi.

Bu düşünceyi savunan bir araştırmada, köpeklerin sahipleri ile tekrar bir araya geldiklerinde mutluluk gözyaşları döktüklerini ortaya çıkarmıştı. Yine de, bu kimyasal izlerin diğer köpekler veya insanlar tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını kesinleştirmek için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor.

Araştırmalarını genişletmek isteyen bilim insanları, kadınların gözyaşı örnekleri vermekte çok daha hazır olduğunu çünkü ağlamayı sosyal anlamada daha kabul edilebilir gördüklerini not düştü.

ESA’nın en gelişmiş uzay teleskobu Euclid hakkında tüm bilmeniz gerekenler

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından geliştirilen ve 1 Temmuz 2023 tarihinde SpaceX Falcon-9 roketi ile ateşlenen Euclid uydusu, karanlık varlıkları aydınlığa çıkarabilecek mi?

Geride kalan 15 yıllık kesitte uzay gözlem araçları alanında yaşanan gelişme akıllara durgunluk verecek cinsten. ESA’nın en gelişmiş uzay aracını temsil eden ve gözlem kabiliyeti NASA James Webb Uzay Teleskobu’nu (JWST) kat geride bırakan Euclid (Öklid), derin uzayı hiç olmadığı kadar derin ve geniş gözlemleyecek.

Uzayın %95’ini doldurduğu düşünülen ancak halen gözlemlenmesi başarılamamış karanlık madde ve karanlık enerjiyi araştıran Euclid, altı yıl sürecek görevinde insanlığın kozmostaki ufkunu hiç olmadığı kadar genişletecek. Nasıl mı? 10 dakikalık videomuzda Euclid hakkındaki tüm bilgileri, sahip olduğu donanımlar ve çıkaracağı gökyüzü haritasına kadar detaylı şekilde öğrenebilirsiniz:

Kapak görseli: ESA

Hollanda’da iletişim ve medya eğitimi hakkında tüm bilmeniz gerekenler

Rotterdam Erasmus Üniversitesi öğrencisi Elvan Ersoy ile Hollanda’da İletişim ve Medya öğrencisi olmaya dair her şeyi konuştuk.

Liseden mezun olduktan sonra direkt Hollanda’da üniversite eğitimine başlamak mümkün mü? Hollanda’da en çok öne çıkan hususlardan kalacak yer ve garantör hususu nasıl aşılabilir? Bir öğrencinin Rotterdam’da aylık masrafları ne kadar ve maliyetler nasıl karşılanıyor?

Yaklaşık 1,5 yıldır Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nde öğretim gören Elvan Ersoy ile Türkiye’den Hollanda’ya geliş süreci ve öğrenci ile sosyal hayat hakkındaki tüm detayları konuştuk. Bir gün Hollanda’da üniversite okumak ve yaşamayı düşünenler varsa, videomuz aşağıda:

Kapak görseli: https://www.eur.nl/en/news-calendar/press/press-images

ESA giderek yaşlanan uzay istasyonunu Starlab ile değiştirmek istiyor

Avrupa Uzay Ajansı (ESA), alçak yörüngeye erişimini kaybetmemek için uluslararası anlaşmaların kapsamını genişletmeye devam ediyor. Uydu ve uzay teleskoplarının ateşlenmesi için SpaceX ile anlaşan ESA, şimdi de ömrü sona yaklaşan Uluslararası Uzay İstasyonu’nu (ISS) değiştirmek adına yeni bir işbirliğine adım attı.

Starlab, 20 Kasım 2023 tarihinde 25 yaşına basacak ISS’in yerini alacak uzay istasyonu olmaya aday. ESA, bu projede yer almak için Kasım başında ABD merkezli Voyager Space ve Avrupa’nın uzay-havacılık devi Airbus ile mutabakat anlaşması imzaladı. Anlaşma kapsamında, ESA astronotları uzay görevleri ve araştırmaları için Starlab’i ISS’in emekliye ayrılacağı 2030’un ardından kullanmaya başlayacak.

ISS’in emekliye ayrılması ile küresel uzay ajanslarının işbirliğini ile inşa edilen yörünge laboratuvarları tarihe karışacak ve ticari uzay istasyonları dönemi başlayacak.

Starlab, Aralık 2021’de NASA’nın ISS sonrasında kullanılması için öne sürülen üç uzay istasyonu tasarımı arasından seçildi. NASA, Ticari Alçak Dünya Yörüngesi Destinasyonları programı kapsamında yaptığı anlaşmalarda projeye $415.6 milyon dolar yatırdı. Projeye destek veren diğer şirketler Jeff Bezos’un sahibi olduğu Blue Origin ve uzay-havacılık ve savunma sanayi devi Northrop Grumman.

Voyager Project, imzaladığı $160 milyon dolarlık anlaşma kapsamında Airbus ile Starlab’in geliştirilmesi, inşa edilmesi ve idare edilmesinden sorumlu olacak. Her ne kadar Airbus projeye tasarım alanında yardım etmek için dahil olsa da, Ağustos ayında ilerleyen işbirliği kapsamında temel ortaklardan biri haline geldi. Daha da önemlisi, Airbus’un rolünü artırması ile Avrupa Starlab ile alçak yörüngeye erişimini garantiledi.

Transatlantik anlaşmanın her iki ucunda yer alan tarafları son derece memnun ettiğini görmek ABD-Avrupa uzay ittifakının önümüzdeki yıllarda güçleneceğinin işareti. Voyager Space, Airbus ve ESA ile çalışmaktan ve Avrupa’nın uzaydaki ayak izinin devamını sağlamaktan çok mutlu olduklarını ifade etti. ESA ise Starlab ile Avrupa’nın önemli sanayi ve kurumsal katkısı olacağını belirtti. Hayırlısı.

Metin içi görsel: Starlab Space.