Gerçekliğin Perdesini Aralayan The Matrix’i Bilim-Kurgu Efsanesine Dönüştüren Hikaye

0
8461


Mermi-zamanı

Burbank’da vücutlarına tekrar ayar verme sürecini bitiren the Matrix ekibi, Wachowski’lerin hevesle çekmeyi beklediği bilim-kurgu öyküsü için Sydney’e uçtu. Yıllarca the Matrix’in nasıl görünmesi gerektiği konusunda fanteziler kurmuş ve yapımını olabildiğince dikkatli düşünmüşlerdi: Aylar süren fiziksel eğitim. Sayfalar dolusu detaylı film şeritleri. Saatler süren toplantılar. Yine de the Matrix’in en büyük zorluklarından biri kendi ifşaatı olacaktı: Mermi zamanı.

Terimin kendisi, the Matrix’in senaryosunda kendini gösterior. Neo, bir gökdelenin tepesinde saldırı altında. Bir Matrix işbirlikçisi olan Ajan Jones, ona kısa mesafeden ateş ediyor. Ancak o zaman kadar Matrix’te yığınla vakit geçirmiş olan Neo, onu nasıl değiştirebileceğini biliyor. Aşağıda, söz konusu sahnenin Ağustos 1998’de hazırlanan anlatımı var:

[Jones’un] silahı, Mermi-zamanın sıvı uzayına girdiğimiz anda boom ediyor.

Hava, öfkeli sinekler gibi uçan kurşunlar ile sızlıyor ve Neo eğiliyor, bükülüyor ve mermilerin arasında kalıyor… İmkansız şekilde arkaya eğiliyor, bir el yerde iken kıvrılarak gelen mermi top omzunu ortaya çıkaracak şekilde sıyırıyor.

Wachoswki’lerin sahneyi anlatımları kısa, heyecan verici ve aynı zamanda kafa karıştırıcı: “Sıvı uzay?” Bu ne anlama geliyordu? Ayrıca, henüz sırtından ameliyat olmuş Reeves nasıl “imkansız bir şekilde” arkaya eğilecekti? Uzun bir müddet kimse “mermi zamanının” beyaz perdede nasıl görüneceğini kestiremedi. Bu isimler arasında Wachowski’ler de vardı. “İnsanların, ‘Evet, bunu nasıl yapacaksınız?’ diye sorduklarını hatırlıyorum” diyor Lana. “Biz de, ‘üzerinde çalışıyoruz’ diyorduk.”

Mermi-zamanının arkasındaki fikre göre, kamera normal bir hızda ilerleyecek ancak hareketi ağır çekimde yakalayacaktı. Bu da her açıdan bakan kameranın her yere hareket edebileceği ve her detayı yakalayabileceği “sıvı uzayı” oluşturacaktı. Wachowski’lerin ihtiyacı, görsel efektlerin “gerçekliğin sınırlarını aşmasıydı.” Ancak film yapımcılığının gerçekleri bu isteği geri itti. Kardeşler nihayetinde ağır çekim kamerayı roket benzeri yüksek hızlı bir cihazın üzerine yerleştirme fikri ile eğlense de, tehlike arz ettiği için ortadan kaldırıldı. Tersine, mermi-zamanı dijital efektlerle yaratılacaktı. Dijital efektler the Matrix öncesi senelerde film yapımcılarına yeni yaratıklar ve galaksiler oluşturmalarında izin vermemekle kalmamış, aynı zamanda dünyanın bildiğimiz halini baştan yaratlamalarını sağlamıştı.

Onlarca yıl, görsel efektler sanayisi George Lucas’ın Star Wars’u çekmek için 70’lerin ortasında kırdığı Industrial Light&Magic adlı San Francisco merkezli firmanın tekelindeydi. Ancak 90’larda yaşanan atılımlar ile aralarında Mass Illusions’ın (sonradan Manex Visual Effects adını aldı) olduğu birçok derme-çatma firma türedi. Robin Williams’ın başrolünde olduğu 1998 yapımlı What Dreams May Come, dijital efektler ile oluşturulan şatafatlı ölümden sonraki dünyası ile Manex’e Academy Award kazandırdı. Ancak 90’ların sonunda firma halen California’daki Alameda Donanma Hava İstasyonu’ndaki eski bir binada faaliyet gösteriyordu. Burası, San Francisco Körfezi’ndeki görevden çıkarılmış eski bir federal üs bölgesiydi. Kendi haline terk edilen sanayi bölgesi silah test alanları ve kömürleşmiş bilgisayar kalıntıları ile doluydu. Manex teknolojiden sorumlu kıdemli baş yardımcısı Kim Libreri bölgeyi “siyaha bürünmüş elektroniklerle dolu tuhaf teknoloji bahçesi” olarak tanımlıyordu. Alameda’da çalışmak, onları korumakla yükümlü olan enstitülerin ve işlerini yapmalarını sağlayan teknolojilerin kendileri kadar hataya düşebileceğini gösteren bir ders gibiydi. Bazen, bize ters bile düşebiliyorlar. Manex’in merkez binasında, “eğer hapşırırsanız, siyah şeyler püskürür” diyor Libreri. “Sanki bir şeyler sizi yutuyormuş gibiydi.”

Burası the Matrix’in her şeyi çevreleyen ve istila eden bir ve sıfırlarla dolu dünyasını yaratmak için uygun bir ortamdı. Libreri ve Manex’in kıdemli görsel efektler uzmanı John Gaeta, Wachowski’ler ile ilk kez 1996’da tanışmışlardı. O dönem yönetmenler halen senaryolarını düzenlemekle meşguldü. Gaeta, “Kafalarının içinde gördükleri şeyleri nasıl ortaya çıkaracaklarını anlamaya çalışıyorlardı” diyor. Ona göre Wachowski’ler “fiziksel kameralara bağlı iken sanal gerçekliğin -uzay ve zaman üzerinde güç sahibi olmanın- hissini uyandırmak istiyorlardı. Konsept, özellikle geçmişte hiç yoğun efekt içermeyen film yapmamış iki yapımcı için oldukça hırslı görünüyordu. Libreri, “İnsanlar Wachowski’lerin mermi-zamanın altından kalkabileceği konusunda süper şüpheliydiler” diyor. Aktörleri the Matrix için eğitmek yeterince külfetliydi. Bazıları, “Keanu Reeves? Sanal gerçeklik? Bir başka Johnny Mnemonic mi yapıyorsunuz?” tepkisi veriyordu.

Mermi-zamanı teknolojisi, Reeves’in çatıdaki hesaplaşması dahil birçok sahnede gerekecekti. Sydney’deki tamamen yeşil sesli çekim stüdyosunda, Reeves halatlara bağlı bir şekilde 120 sabit kameradan oluşan basamaklı bir yarım dairenin ortasında duruyordu. Halatlar Reeves’i yere doğru çekerek gövdesini 90 dereceye getirdi. Bu esnada sabit kameralar etrafında döndü. Birleştiriilen görüntüleri çevresini tamamen almıştı. Halatlar onu geriye çekerken, arkaya doğru katlanışı bir çift kamera tarafından görüntülendi. Ardından, tüm bu elementler dijital bir arkplan eşliğinde bir araya getirildi ve havada süzülen birçok mermi eklendi.

Sadece çatıdaki sahneyi çekmek neredeyse iki sene sürdü ve bilgisayar maliyetleri ile 750,000 dolara geldi. Kısa sürede maliyetine değen bir yatırım olduğu anlaşıldı. Libreri Matrix’in iç gösterimlerinden birinde ön koltukta oturan Reeves’in sahneyi izlerken heyecanla koltuğunda arkaya doğru gidişini hatırlıyor. Aynı gösterimde, ekip bir diğer temel efektli sahneyi gözden geçirdi: Trinity’nin havaya sıçradığı ve bir polisi tekmelediği açılış sahnesi. Libreri’nin o ana ait hatırası şu şekilde: “Joel Silver ayağa kalktı ve ‘İşte bu! Herkesin ayağa kalkıp çığlık atacağı sahne bu’ dedi.”  

Manex ekibi the Matrix için dört yüzden fazla digital çekim gerçekleştirdi. Bazen kendilerini filmin kontrolden çıkan aksiyon sahnelerinin içinde buluyorlardı. Bir haftasonu, Sdyney’in merkezinde çekilen karmaşık bir helikopter sahnesi için yardım ederken dijital efekt yönetmeni Diana Giorgiutti’yi yakınlardaki anne-babası aradı. Ona, “Şu an çekimde olma ihtimalin var mı?” diye sordular. Giorgiutti, “Evet… Aslına bakarsanız kırk dördüncü kattaki bir tırabzana halatla bağlı durumdayım” dedi.

Giorgiutti, çekimler esnasında Wachowski’ler ile yakınlaştı ve kardeşler stüdyo dışında kafa dinlendirirken ofislerinde takılmaya ve çekimlerde bir araya gelmeye başladılar. Bir noktada onlara yönetmenlik sorumluluklarını zamandan tasarruf etmek için bölmeyi düşünüp düşünmediklerini sordu. Wachoswki’ler ona, “Bunu yapmıyoruz. İkimiz bir olarak çalışıyoruz” dedi.

The Matrix çekimleri süresince bir araya gelen ön cephe hiçbir zaman bocalamadı. Çekimleri Avustralya’da yapmak kardeşlere Warnes Bros’tan coğrafi olarak uzak kalma ve bolca otonomluk fırsatı verdi. Kostüm tasarımcısı Kym Barrett, “Bir sırmışız gibi hissediyorduk” diyor. Yine de kendilerini stüdyo ile zor duruma düştükleri anlarda buldular. “Warners bütçe konusunda endişeliydi” diyen Matrix yapımcısı Osborne, stüdyonun bütçenin aşılması halinde keseceği sahneleri çoktan belirlediğine dikkat çekiyor.