Bilim Karşıtlığı Nasıl Yükseliyor ve Nasıl Önüne Geçilebilir?

0

Antik Yunan felsefecilerinin günümüze kadar ulaştırdığı kültürel bir miras olan hitabet bugün de etkisini devam ettiriyor. Bir kişi iyi hitap ediyorsa birçok kişiyi farklı kanallarda ikna etmenin yolunu bulabilir. Son dönemlerde küresel anlamda yaşanılan iklim krizi, toplumsal cinsiyet ve aşı gibi olaylarda bundan birkaç yüzyıl önce toplumun çoğunluğunun gösterdiği refleks bugün gösterilmiyor. 2020 yılında tüm dünyada patlak veren ve insanların hayatını solunum yolu gibi çok temel bir hadiseyle tehdit eden COVID-19 salgınında bunun örneği görüldü. Salgının bitmesi için çeşitli ülkelerde üretilen aşılar toplumdaki dezenformasyonu ve bu yanlış bilgilere inanan insan sayısını artıran bir olay oldu.

Ohio Eyalet Üniversitesinde yapılan bir araştırma sonucunda bilim karşıtı inançların dört temel üzerine kurulduğu görüldü. Bu temeller: Bilimsel kaynakların inandırıcılıktan yoksun olduğunu düşünmek; bilim karşıtı tutumlara sahip gruplara fikirsel yakınlık; kişinin mevcut inançlarıyla çelişen bilimsel bir mesaj ve bir mesajın nasıl sunulduğu ile bir kişinin düşünme tarzı arasındaki uyumsuzluktur. Bu dört ana sebebin toplumdaki yansımalarını görmek bilim karşıtlığına karşı çözüm üretebilmenin ilk odak noktasını oluşturmaktadır.

Araştırmacılar aynı zamanda modern dünyada siyasi ideolojilerin de giderek önemini artırdığını söylemektedir. Eskiden bilim ve siyasetin birbirinden ayrı olduğu fakat İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki dönemde bilimin ve siyasetin ortak amaçlar edinmeye başladığı görüldü. Siyaset insanların kimliğinin temel bir parçası olmaya başladığı anda sahip olunan görüş iklim değişikliği veya aşı gibi bilimsel çözümleri bulunabilecek konulara nasıl tepki verileceğini etkiler çünkü yeni bilimsel bilgileri insanlara kabul ettirmek insanların mevcut siyasi ve ideolojik fikirlerini değiştirmekten çok daha zordur.

Bilimsel Bilgi Nasıl Yaygınlaştırılabilir?

Bugün bilim karşıtlığına karşı üretilen fikirlerle mücadele edebilmenin en iyi yolu bilim insanlarının ve bilimsel bilginin halkla ve medyayla olan temasında dikkatli olmasıdır. Bilimsel bilgiyi basit ve sade yöntemlerle anlatmak önemlidir ancak bu bilim karşıtlarının anlattıklarını göz ardı ederek değil onları da kullanarak mümkün olmalıdır.

Araştırmada bilimi reddeden insanlarla ortak bir zemin bulmanın onları ikna etmede önemli bir kabul olduğu görülmüştür. Bu ortak zemin bilimsel bilgi içermese bile size tamamen karşı olduklarını düşündükleri bir noktada ortak nokta görmek bilim karşıtlarının savunmasını aşağı çekecektir. Bu yüzden daha çok bilim insanının çalışmaları hakkında kuracağı iletişim stratejisi ve psikolojisi üzerine yoğunlaşması gerekiyor. Bilim karşıtı oluşumlar her fırsatta fikirlerini yaymak için uğraşırken bilimsel bilgi onlar kadar şanslı ve talepkâr değil. Bu sebeple ele geçirilen fırsatları doğru değerlendirmek ve bilimin toplum gözünde değerini artırabilmek için tamamen kanıta dayalı fikirlerin öne sürülmesi elzemdir.

Her ne kadar bilim karşıtlığının yükseldiğini ve toplumda daha görünür hale geldiğini söylesek de gerek aşı oranları gerek iklim krizinin önüne geçilmesi için alınan önlemler toplumda karşılık bulmuyor değildir. Özellikle koronavirüs salgını çıktıktan ve insanlar sokağa çıkma yasaklarıyla evlere kapandıktan sonra tüm gözler bilim insanlarına yönelmiş ve ivedi bir çözüm bulunması istenmiştir. Ülkelerde hükümetlerle birlikte çalışan bilim kurulları oluşturulmuş ve karar alma sürecine onlar da dahil edilmiştir. Bugün sosyal medya ve diğer platformların belli düşüncelerdeki insanların fikirlerini yaygınlaştırmasını kolaylaştırmasından dolayı çeşitli düşünce yapılarının kendilerine rahatlıkla sempatizan toplayabilmesi endişe yaratırken bunun önüne geçilmesi de ancak ve ancak bilimsel metodu uygulamak ve uygulayıcıların sesini duyurmakla mümkündür. Bilimsel paradigma belirli dönemlerde değişkenlik gösterse de bilim karşıtlığının artmasına imkân verilmeden cevaplar üretmenin mümkün kılınması gerekmektedir.

Kaynakça

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/07/220711163156.htm

https://www.newstatesman.com/politics/2019/01/in-the-post-truth-world-we-need-to-remember-the-philosophy-of-science

Telefonlar Evrilmeye Devam Ediyor: iPhone 14 Pro ve Galaxy Z Fold

Apple’ın Dynamic Island ve Samsung’un katlanabilir telefonları, telefonlarımızdaki uygulamalar ile nasıl etkileşimde bulunduğumuzu değiştirmeyi amaçlıyor olabilir mi?

Apple ve Samsung, bir akıllı telefondan beklenilenleri daha öteye taşımaya çalışıyor gibi görünüyor; tabii iki marka da bunu oldukça farklı şekillerde uyguluyor. Apple, iPhone 14 Pro’daki Dinamik Adası özelliğiyle iPhone yazılımının uygulamalardan ve hizmetlerden gelen bilgileri görüntüleme şeklini değiştirken, Samsung ise katlanabilir Galaxy Z Fold ve Galaxy Z Flip akıllı telefonlarıyla görüntüde fiziksel değişikliğe gidiyor.

Apple, 16 Eylül’de “Far Out” etkinliğinde tanıtılan iPhone 14 Pro’yu piyasaya sürdü ve göze çarpan yeni özelliklerinden biri de Dynamic Island (Dinamik Ada) olarak adlandırılan yeniden tasarlanmış bir çentik alanı oldu. Ön kamera ile Face ID sensörlerini içeren bu çentik, Apple’ın bildirimleri ve diğer içerikleri göstermek üzere minyatür bir ikincil ekran olarak yeniden tasarlandı.

İlk bakışta, Apple’ın Dinamik Ada’sı ve Samsung’un katlanabilir telefonları arasında çok az ortak nokta var. Ancak her ikisinin de arkasındaki amaç aynı: telefonlarımızın bilgiyi nasıl gösterdiğini geliştirmek ve iyileştirmek.

iPhone 14 Pro’nun Çarpıcı Dinamik Ada Özelliği

Dinamik Ada, esasen Apple’ın iPhone’da daha hızlı çoklu görevlere verdiği yanıt olarak nitelendirilebilir. Samsung gibi Android telefon üreticileri, ekranda aynı anda birden fazla uygulama açma özelliğini desteklerken, Apple bunun yerine bağlamsal bilgileri göstermek için genişletmek ve daraltmak üzere Dinamik Ada’yı kullanmaya başladı. Dinamik Ada; uyarıları gösterecek şekilde genişleyebilir ve uygulamaya bağlı olarak şekil değiştirebilir.

Örneğin Dinamik Ada, ana ekrandayken bile dinlediğiniz şarkıyı gösterebilir. Aynı anda çalışan bir zamanlayıcınız varsa, zamanlayıcıyı ve müzik çalma bilgilerini aynı anda kendi küçük balonuna bölerek görüntüler. Benzer şekilde, bir uygulamadan diğerine atlamanıza gerek kalmadan Dinamik Ada’da adım adım yol tariflerini görebilirsiniz. Aynı şey spor skorları için de geçerli. Dinamik Ada’ya dokunmak sizi doğrudan o uygulamaya götürecek ve iPhone 14 Pro’da çoklu görev yapmayı biraz daha kolaylaştıracaktır.

Apple şirketinin yeni telefonundaki özellik: Dinamik Ada/Dynamic Island.

Apple, Dinamik Ada’sının arkasındaki amacın, içinde bulunduğunuz uygulamadan dikkatinizi dağıtmadan bilgileri net bir şekilde göstermek olduğunu söylüyor. Apple’ın dünyadaki pazarlamadan sorumlu kıdemli başkan yardımcısı Greg Joswiak, “Bu değişiklikle, iPhone’unuzla nasıl etkileşim kurduğunuzu yeniden gözden geçirdik” diyor.

Samsung’un ‘Katlanabiliri’ vs. Apple ‘Dinamik Ada’

Samsung’un katlanabilir telefonları ve iPhone 14 Pro’nun Dinamik Adası doğal olarak birbirinden farklı. Ancak ikisi de telefonlarımızdaki uygulamalarla etkileşim kurma şeklimizi değiştirmeyi amaçlıyor. Samsung, örneğin, yarıya kadar katlandığında uyumlu uygulamaları ekranın üst ve alt bölümleri arasında bölen Z Flip 4’ün Flex Modu’nu tanıttı.

Kamerayı Flex Modu’nda açarken, ekranın üst yarısı kamera vizörü görevi görürken alt yarısı deklanşör gibi kontrolleri görüntüler. Ayrıca Z Flip 4’teki belirli mesajlaşma uygulamalarında, kapak ekranını kullanarak telefonu açmadan fotoğraf çekebiliyor ve hazır yanıtlar gönderebiliyorsunuz.

Samsung’un kitap şeklindeki katlanabilir Galaxy Z Fold 4 modeli, cebinize sığan bir cihazda daha fazla ekran alanı sağlamak için tasarlanmış. Z Fold 4’ün tablet boyutundaki ekranında aynı anda birden fazla uygulamayı da açabiliyorsunuz.

Samsung'un yeni katlanabilir telefon modeli Galaxy Z Fold

iPhone 14 Pro’nun Dinamik Adası ile Galaxy Z Flip ve Galaxy Z Fold arasındaki ortak nokta, hepsinin uygulamaların telefonlarımızın ekranlarında görüntülenme şeklini değiştirmeleri ve nihai hedef uygulamaları daha kullanışlı hale getirmeleridir. Dinamik Ada ve Samsung’un katlanabilir ürünleri, duruma göre telefonlarımızı daha uyumlu hale getirmek için tasarlanmış gibi duruyor.

Apple’ın yeni çentik değiştirme özelliği, belirli uygulamalardan gelen bilgileri ekranınızın üst kısmına sabitler ve bu yaptığınız işe göre değişkenlik göstermekte. Samsung’un katlanabilir ürünleri, telefonunuzun boyutunu ve konumunu – ve üzerinde çalışan uygulamaları – farklı senaryolara uyacak şekilde değiştirmenize olanak tanıyor.

Her iki yaklaşımın da uzun vadede telefonlarımızı kullanma şeklimizi anlamlı bir şekilde etkileyip etkilemeyeceğini bilmek için çok erken. Apple’ın yeni iPhone 14 serisi piyasaya sürüldü ancak Dinamik Ada’nın aylar hatta yıllar boyunca günlük yaşamda ne kadar yararlı olacağı belli değil. Katlanabilir telefonlar ise yaklaşık üç yıldır yaygın olarak kullanımda ancak yine de genel akıllı telefon satışlarının küçük bir bölümünü oluşturuyorlar.

Sonuç olarak Apple ve Samsung’un her gün telefonlarımızdan akan büyük miktarda bilgiyi özümseme ve yönetme şeklimizi geliştirmeye çalıştığı bir gerçek. Artık telefonlar, çoğu güncellemenin artımlı hissettirdiği noktaya kadar olgunlaştığına göre, gerçekten farklı hissettiren değişiklikleri görmek umut veriyor.

Samsung katlanabilir telefon modellerinin fiyatı ne kadar?

Samsung Galaxy Z serisi modellerinin bugün (25.09.2022) itibariyle güncel fiyatı resmi sitesinde yer alan bilgiye göre:

Galaxy Z Fold4 256GB: 39.999 TL.
Galaxy Z Fold3 5G: 33.999 TL.
Galaxy Z Flip4: 25.999 TL.
Galaxy Z Flip4 5G: 20.999 TL.

iPhone 14 Pro modelinin fiyatı ne kadar?

iPhone 14 Pro modelinin bugün (25.09.2022) itibariyle güncel fiyatı resmi sitesinde yer alan bilgiye göre:

128 GB: 39.999 TL.
256 GB: 42.599 TL.
512 GB: 47.899 TL.
1 TB: 53.199 TL.

Epilepsi Hastalarının Yaşam Konforunu Artıran Uygulama: inEpilepsy

0

Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de 950 bin, dünyada ise 65 milyon epilepsi hastası bulunuyor. Yeryüzünde en yaygın ilk 10 hastalık arasında gösterilen rahatsızlığa karşı geliştirilen ‘inEpilepsy’ uygulaması ile nöbet gelmeden 180 saniyeye kadar önce hasta ile yakınlarının görsel ve işitsel olarak uyarılması mümkün.  Akademisyenler ve girişimciler, erken uyarı sistemi sayesinde en sık görülen motor jeneralize tip nöbetlerin yol açtığı travmalara (düşme, çarpma yanma, kaza yapma vb.) karşı nöbetleri bu etkenlerden uzak geçirmelerini sağlamayı hedefliyor. 

Epilepsi hastalığına ilişkin sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre; Türkiye’de 950 bin epilepsi hastası var. Dünyada ise bu rakam 65 milyon kişiyi buluyor. Dünya literatüründe bir ilk olan ve Türk bilim insanları tarafından geliştirilen inEpilepsy uygulaması, Nöbet Algılama ve Takip Yazılımı sayesinde epilepsi nöbeti gelmeden 180 saniyeye kadar kullanıcılarını ve yakınlarını uyarıyor. 

Türk Bilim İnsanları ve Türk Akademisyenler Dünyada Bir İlke İmza Attı

Türk akademisyenler ve Türk bilim insanlarının iş birliği neticesinde üç yıllık bir Ar-Ge çalışması sonucu ortaya çıkan uygulama ile hasta yakınları da nöbet izleme süreçlerine dahil olabiliyor. Nöbet Algılama ve Takip Yazılımına sahip dünyadaki ilk epilepsi uygulaması inEpilepsy, nöbet esnasında bulunduğunuz yeri görsel harita ile yakınlarınıza anında mesaj olarak iletiyor. Uygulama epilepsi hastalarının yaşam konforunu olumsuz etkileyen nöbetleri en az riskle atlatmalarına katkıda bulunuyor.

Uygulama ile detayları aktaran Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı üyesi Prof. Dr. Eşref Akıl; “Dünyada en fazla mağduriyet oluşturan hastalıklardan birisi olan epilepsi, doğuştan ölüme kadar her dönemde yaşanabiliyor. Tamamen Türk yazılımı ile geliştirilen uygulamadaki veriler yapay zeka ile işlenerek, epilepsi hastalarının geçirdikleri nöbetler ayrıştırılıyor ve kriz gelmeden 180 saniye öncesine kadar erken uyarı alarmı oluşturuluyor. Bu sayede hastanın bulunduğu yerde kendini güvenli bir pozisyona alması sağlanıyor ve nöbetlerini güvenli alanlarda geçirmelerine destek oluyor” dedi.

inEpilepsy uygulaması ile istenildiği takdirde uzman görüşü ve uzman takibi özelliği ile veriler hastaların kendi doktorları ile anlık paylaşılıyor. Bu sayede doktorlar süreç hakkında daha fazla bilgiye sahip olduğu için hastalarını daha yakından tanıma imkanına sahip oluyor. Dünya literatüründe bir ilk olan Türk bilim insanları ve Türk akademisyenlerin desteği ile tasarlanan inEpilepsy, ilaçların kullanım saati ve dozları kayıt altına alarak hatırlatma da yapıyor. Bu sayede epilepsi hastaları tedavilerini aksatmadan sürdürebiliyor.

inEpilepsy 180 Saniye ile Sizlere Daha Konforlu Bir Yaşam Vaat Ediyor

Uygulamayı hayata geçiren Insense Yazılım’dan Assoc. Prof. Dr. Ömer Faruk ERTUĞRUL şunları söyledi; “Epilepsi hastası olan ayda birden fazla nöbet geçiren, nöbetlerini şiddetli olarak nitelendiren, dünya çapında 65 milyon kişi bu uygulamadan yararlanabilecek. Epilepsi krizleri için geçen her bir saniye çok önemli. Bizler de bu bilinçle hareket ettik. Epilepsi nöbeti gelmeden 180 saniye önce kullanıcıları uyaran uygulamamız ile hastalar erken uyarı sayesinde nöbetlerini güvenli bir şekilde atlatabilecek. Uygulamamız üzerindeki geliştirmelerimizi düzenli olarak yapıyoruz. Önümüzdeki dönemde alacağımız yeni yatırımlarımız ile uygulamayı geliştirmeye ve epilepsi hastalarının hayat konforlarını iyileştirmeye devam edeceğiz” dedi.

⚡ OKUMAYI SÜRDÜRÜN


Neden Çok Düşünmek İnsanı Yorar?

Fiziksel emek insanların tarih boyunca meşgul olduğu ve hatta şikayet ettiği bir alan olmuştur. Bugüne ulaşmış mimari yapıların arka planında binlerce insanın aynı anda gösterdiği emek ve bunun sonucunda ortaya çıkan fiziksel yorgunluk yer almıştır. Bunların yanı sıra düşünen ve toplumsal hayatı inşa eden insanlar vardır: filozoflar, idareciler, hocalar… Bu zamana kadar bu kişilerin yapmış oldukları zihinsel faaliyetler hiçbir zaman fiziksel faaliyetler kadar ön plana çıkmamıştır. Başka bir deyişle zihinsel faaliyetlerin yorgunluğa sebep olacağı göz önüne getirilmemiştir.

Son 15-20 yılda yapılan çalışmalar, özellikle çok düşünmenin de yorgunluk yarattığını ve zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı yorgunlukların da insan sağlığına çeşitli zararlar verdiğini ortaya koymaktadır. Bunun nedeni nedir? Çok düşünmek insanı neden yorar ve insan bünyesine ne gibi zararlar verir?

Current Biology’de bildirilen çalışmalara göre yoğun bilişsel çalışma birkaç saat uzatıldığında, beynin prefrontal korteks olarak bilinen kısmında potansiyel olarak toksik yan ürünlerin birikiyor ve bunlar yorgunluk hissine neden oluyor. – Prefrontal korteks veya daha genel olarak “ön beyin”, insanı diğer canlılardan ayıran işlevlerin kontrol edildiği en önemli beyin alanıdır.-Araştırmacılar, bunun da insanların kararlar üzerindeki kontrolünü değiştirdiğini ve böylece bilişsel yorgunluk başlarken hiçbir çaba veya bekleme gerektirmeyen düşük maliyetli eylemlere yönelttiğini anlatıyor. Yani beyin bütünsel işlevini verimli bir şekilde devam ettirebilmek adına toksik yan ürünler birikmeye çalıştığı anda yorgunluk hissettiriyor ve insana çalışmayı bırakması gerektiği uyarısını veriyor.

Makineler hiç yorulmadan aralıksız hesap yapabilirken beyin yapamaz. Araştırmanın yazarları zihinsel yorgunluğun gerçekte ne olduğunu ve nedenini öğrenmek istediler. Sebebin, sinirsel aktiviteden kaynaklanan potansiyel olarak toksik maddeleri geri dönüştürme ihtiyacı ile ilgili olduğundan şüphelendiler.

Yapılan araştırma sonucunda zihinsel olarak zorlu bir iş gününden sonra bilişsel kontrolün sağlanmasının çok daha zor olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle zihinsel yorgunluk yaşayan kimselerin seçimlerini kısa sürede yaptıkları, seçimlerinde de olabildiğince en kolaya ve en az çaba ile ortaya çıkana yöneldikleri görülmektedir.

Beynin Sınırını Aşmak Mümkün Müdür?

Çalışmayı seven ve çok çalışan insanlar özellikle tarihte yaşamış büyük insanların saatler boyunca çalıştığı ve büyük işler ortaya koydukları hikayesine fazlaca ilgi gösterirler fakat bu herkes için geçerli değildir. İnsanlar elbette kendilerini zihinsel faaliyette disipline ederek geliştirebilir ancak yine de araştırmacılar verimli ve sürdürülebilir bir bilişsel faaliyetin en önemli tarafının dinlenmek ve uyumak gibi antik çözümler olduğunu belirtiyor. Çünkü zihinsel yorgunluk sürecinde biriken ve bilişsel yorgunluğa neden olan potansiyel toksik ürünlerin uyku sırasında atıldığına dair kuvvetli kanıtlar bulunmaktadır.

Araştırmacılar başka bir çözüm olarak ise beyin tarafından üretilen bu “yorgunluk” ürünlerinin izlenmesinin ciddi zihinsel yorgunluğu tespit etmeye yardımcı olabileceğini söylüyor. Böyle bir makine üretilmesi ya da yetenek geliştirilmesi, özellikle yoğun iş hayatında tükenmişliği önlemek için yardımcı olabilir. Araştırmacılar ayrıca insanlara yorgun olduklarında önemli kararlar vermekten kaçınmalarını tavsiye ediyor.

Bundan sonraki çalışmalarda beynin neden yorgunluk habercisi “glutamat birikimi” ürettiğini ve yorgunluğa bu denli duyarlı olduğunu araştırmayı hedefliyor. Ek olarak bu belirtilerin depresyon, kaygı bozukluğu ve kanser gibi nörolojik ve fizyolojik rahatsızlıklara sebep olup olmadığı da araştırılmak isteniyor.

Kaynakça

Cell Press. (2022, August 11). Why thinking hard makes you tired. ScienceDaily. Retrieved September 19, 2022 from www.sciencedaily.com/releases/2022/08/220811135344.htm

https://neuroscientificallychallenged.com/posts/know-your-brain-prefrontal-cortex

İlginizi çekebilir:

https://www.dijitalx.com/2020/12/22/depolayabilecegimiz-bilgi-miktarinin-bir-siniri-var-mi/

Worok’un hedefleri Asya, Ortadoğu ve Afrika odaklı

Güvenlik uzmanları Asya, Ortadoğu ve Afrika’da yerel hükümetleri ve yüksek profilli şirketleri hedef alan yeni bir kötü amaçlı yazılım kampanyası tespit etti: Worok.

En son tespit edilen saldırılarda, belgelenmemiş saldırı araçlarını kullanan, az tanınan siber korsan örgütünün Worok olduğu belirtildi. 2020’den bu yana aktif olan Worok’un birçok ülkeyi hedef alan saldırılar düzenlediği biliniyor. Bunlar arasında Doğu Asya’da bir telekom şirketi, Orta Asya’da bir banka ve Güneydoğı Asya merkezli bir denizcilik şirketi bulunuyor.

Worok’un saldırı öncelikleri arasında bankacılık, telekomünikasyon, denizcilik, askeriye, enerji, kamu sektörleri ve yerel hükümetler yer alıyor. Sanayi casusluğuna odaklanan Worok, saldırılarında özel olarak belirlediği hedefler üzerinde kendi geliştirdiği araçları kullanıyor. 2021’de Worok’un kullandığı “alet çantası” şu araçları içeriyordu:

-CLRoad (ilk kademe yükleyici)
-PNGLoad (ikinci kademe yükleyici).
-PowerShell ile yazılan PowHeartBeat arka kapı trojan

Arka kapı, uygulama komutu verip uygulamaya geçirdiği gibi dosyalara da müdahale edebiliyor.

Saldırıların detayları

Güvenlik uzmanlarına göre, saldırganlar 2021’de düzenlenen saldırıların bazılarında kötü şöhretli ProxyShell (CVE-2021-34523) hassasiyeti ile sistemlere ilk girişi sağladı. Kötü amaçlı yazılımları ile hedeflerinden hassas bilgiler çalmaya çalışan Worok’un, Asya ve Afrika’daki yüksek profilli şirket ve varlıklara odaklandığı belirtildi.

Worok, saldırılarında kamu ve özel sektör ayrımı da yapmadı. Ek olarak, siber örgüt hükümet kurumlarını da hedef alıyor.

Sistemlere ilk kez erişim sağlanmasının ardından, siber korsanlar sistemlere daha fazla sızabilmek için kamu erişimine açık çeşitli araçlar kullanıyor. Herkesin internetten ulaşabileceği bu araçlar arasında EarthWorm, Mimikatz, NBTscan, ReGeorg yer alıyor. Ardından, Worok kendi özelleştirdiği araçları kullanıyor ve ilk önce ilk kademe yükleyici, sonra ikinci kademe .NET yükleyicisini aktif ediyor. Öte yandan, saldırıları inceleyen araştırmacılar nihai taşıma yüklerini tespit edemedi.

Worok’un 2020’den bu yana faaliyetlerine yönelik inceleme, Mayıs 2021 ve Ocak 2022 arasında örgütün bir ara verdiğini gösteriyor. Ardından, Şubat 2022’de tekrar ortaya çıkan örgüt, Orta Asya’da bir enerji şirketine ve Güneydoğu Asya’da bir kamu sektörü organizasyonuna saldırdı.

Güvenlik uzmanları, Worok üzerindeki bulguların çok fazla olmadığını ancak zamanla başka uzmanların da araştırmaya katılarak siber örgüt hakkında daha fazla bilgi ortaya çıkaracağını umuyor.

Kaynak: Hackread

Çağımızın Hastalığı Obezite ve Obezitenin Yanında Getirdiği Hastalıklar

Obezite, vücutta yağlı kütlenin yağsız kütleye oranla aşırı derecede artmasıyla oluşur. Aynı zamanda vücut ağırlığı da boya kıyasla çok orantısızdır. Obez bireylerin yaşam kalitesi çok düşüktür ama asıl sorun bu değildir. Obezite, birçok kardiyovasküler ve periferik hastalığı da beraberinde getirmektedir. Gelin hep beraber bu durumu inceleyelim:

Şişmanlıktan Obeziteye: Süreç Nasıl İşler?

Obezite hastaları genellikle, bu geçiş sürecinin çok hızlı olduğunu tanımlarlar. Çünkü genellikle kilo problemi yaşayan hastalar, porsiyon kontrolü yapamayan hastalardır. Obeziteye neden olan besinler de aşırı trans yağ ve bağımlılık yapan bazı kimyasalları içerirler. Bu sebeple zaten porsiyon kontrolü yapamayan obez bireylerin, bu kimyasal maddeler ile işi daha da zorlaşmıştır. Hatta bu konu ile ilgili deneysel bir çalışma da bulunmaktadır. ABD’nin Florida eyaletindeki Scripps Araştırma Enstitüsünde yapılan bir deneye göre, denekler üç gruba ayrıldı: İlk grup sadece zararlı atıştırmalıklarla beslenirken ikinci grup ise sadece sağlıklı besinlerle beslendi. Üçüncü grupta ise denge korundu. Daha sonra deneklere elektrik verildi. İkinci grup yemek yemeyi anında bırakırken ilk grupta yeme etkinlikleri gözlenmeye devam edildi. Çünkü deneklerin beyinlerinde bağımlılık yapan kimyasallar dolaşıyordu.

Bu sebeple obez bireyler için bazı eşiklerden sonra porsiyon kontrolü yapmak çok daha zorlaşır. Bir bireyin obez olup olmasının belirlenmesi için vücut kitle endeksi kullanılır. Bu hesap ile belli sınıflandırmalar yapılır çünkü obezitenin de belli sınıflandırmaları vardır. Hesap şu şekilde yapılır:

 Vücut Kitle Endeksi= Kişinin Kilosu / (Metre Cinsinden Boy)2

Kişinin Vücut Kitle Endeksi:

  • 18,5`un altında ise zayıf,
  • 18.5 ile 24,9 arasında ise normal,
  • 25 ile 29,9 arasında ise kilolu,
  • 30 ile 34,9 arasında ise klas I obez,
  • 35 ile 39,9 arsında ise klas II obez,
  • 40’ın üzerinde ise klas IV veya morbit obez olarak kabul edilir.

Bu seviyeler aynı zamanda diyet, spor ve tedavi prognozunu belirleyecek önemli belirteçlerdir.

unsplash

Obezitenin Neden Olduğu Metabolik Hastalıklar:

  1. İnsülin Direnci
  2. Tip 2 Şeker Hastalığı: Diabetes Mellitus
  3. Hipertansiyon
  4. Safra kesesi hastalıkları
  5. Metabolik sendrom
  6. Hiperlipidemi – Hipertrigliseridemi
  7. Karaciğer yağlanması

Obezitenin Neden Olduğu Kardiyovasküler Hastalıklar:

Obezitede lipid tüketimi aşırı artış gösterdiği için, hastaların çoğunda damar tıkanıklığı görülür. Bu damar tıkanıklığının tedavisi anjiyo olmakla beraber obez hastalarının kilo sebebiyle bağışıklık sistemi de çok zayıftır. Bu nedenle ameliyatları sırasında büyük komplikasyonlar gelişebilmektedir. Aynı zamanda Amerikan Kardiyoloji Koleji Dergisi`nde yayınlanan bir çalışmaya göre; obezite, kalp yetmezliği (KY), koroner kalp hastalığı (KKH), ani kardiyak ölüm ve atriyal kalp hastalığı gibi hastalıklar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ayrıca kardiyovasküler mortalitelerde de obezite başrol oynamaktadır. Kardiyolojiyi bu sebeple etkilemesi sebebiyle obezite, solunum sorunlarına da neden olmaktadır. Bildiğimiz gibi solunum gazımız olan oksijen, kan yolu ile taşınır. Eğer kanın içinde bulunduğu yol olan damarlarda bir tıkanıklık görülürse, bu solunumu da aşırı derecede etkilemektedir. Bu durum hem uyanıkken günlük hayatımızı hem de uyurkenki gece hayatımızı etkiler. Uykuda kesilen ani solunumu yani uyku apnesini bir önceki yazımızda inceleyip, obezitenin bu konuda da büyük rolü olduğunu söylemiştik. Uyku apnesi yazımıza da şu linkten ulaşabilirsiniz:

https://www.dijitalx.com/2022/08/25/uykudayken-gelen-sessiz-olum-uyku-apnesi-nedir/
pixabay

Obezitenin Neden Olduğu Psikiyatrik Hastalıklar:

Obez bireyler hiç şüphesiz dış görünüşleri nedeniyle toplumda dışlanan ve ötekileştirilen bireylerdir. Bu da akran zorbalıkları, mobbingler ve depresyonlar yaşamalarına sebep olur. Aynı zamanda dışlanmalar, kaygı bozukluklarına ve düşük benlik saygısına yol açar. Özellikle günümüz dünyası dış görünüşe bu kadar önem verip bu duruma fazlaca yatırım yapmakteyken, milenyum çağında obez bireylerin yaşaması epey zorlaşmıştır. Bu durumlarla beraber yeme alışkanlıklarına bağlı olarak obez bireylerde Binge Eating (tıkınırcasına yeme) sendromu da görülebilir.

Obezitenin Tedavisi:

Elbette obezitenin en doğru ve sağlıklı tedavisi egzersiz, diyet ve alışkanlıkları değiştirmek ile olur. Fakat obezitenin farmakolojik ve cerrahi tedavileri de mevcuttur. Farmakolojik tedavilerde doktor reçeteleri önem arz eder. Cerrahi tedaviler temelde ikiye ayrılır. Besinlerle alınan enerjinin azaltılmasına yönelik bariyatrik cerrahide hedef, besinlerin sindirim sistemindeki emilimlerini azaltarak alınan kaloriyi düşürmektir. Bu amacın yöntemleri arasında bypass, gastroplasti, gastrik bantlama, gastrik balon vb. yer alır. Rekonstrüktif cerrahide ise amaç; vücudun çeşitli bölgelerine yerleşmiş fazladan mevcut yağ dokuların vücutla ilişkisinin kesilmesidir. Bu tedavi estetik ağırlıklıdır ve eğer hasta obezite tedavisinin gereklerini yerine getirmezse yağ birikimi tekrar gerçekleşmektedir. Bu sebeple ameliyat sonrası süreç önem arz etmektedir.

Şüphesiz obezite, sadece kişiyi değil toplumları da etkilemektedir. Bu nedenle insanlar özellikle de gençler fazlaca bilgilendirilmeye çalışılmaktadır. Obeziteyi engellemek, tedavi etmekten daha zordur. Bu sebeple obeziteye engel olmak için yapılan kitle çalışmaları çok önemlidir. Eğer siz de obez bireylerin yaşamlarını merak ediyorsanız, TLC`nin bu konuda çektiği belgeseli izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=nu6uNCxDWww&list=PLQfUQCPk_AwvFIyXuxf0Ap6_rOk1M3Jqj

Kaynakça:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/33882682/

https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0735109709007463?via%3Dihub

https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/beslenmehareket-anasayfa.html

GoPro HERO 10 Black ile Amsterdam manzaraları

Piyasaya sürülmesinden yaklaşık bir sene sonra sahiplendiğim GoPro 10 HERO Black ile Amsterdam semalarında yaptığım küçük deneyleri sizlerle paylaşmak istedim. Bu vesileyle, her ne kadar bu yazı bir ürün incelemesi niteliği taşımayacak olsa da, bazı görüş ve tavsiyelerimi paylaşmak istiyorum.

GoPro HERO 4 Black kullandığım günlerin üzerinden yıllar geçtikten sonra HERO 10 Black ile ortaya çıkan farkı tecrübe etmek hakikaten çok keyifli bir deneyim. Arayüz fazlasıyla kullanıcı dostu, seçenekleri bulmak ve ayarlar ile kamera modları ve kaydedilen görüntüler arasında gidip gelmek çok kolay. Ekranda hiçbir takılma olmuyor, kamera pozisyonuna göre ekran anında dikey-yatay olarak kendini ayarlıyor (çekime başlamadan önce buna dikkat edin, hafif bir manevra siz farkında olmadan kamerayı dikey, yatay görüntüye geçirebilir).

Aşağıda gördüğünüz videolar 2.7K, 60fps, Super View (16-34 mm) ayarlarında çekildi. Video Super View dahil beş çekim modu sunarken, fotoğraflar için üç tane geçerli. Fotoğrafları da Wide modunda çektiğim gibi videolarda olduğu gibi hiçbir editleme yapmadım.

GoPro HERO 10 Black kullanım kolaylığı ve görüntü kalitesi bakımından oldukça başarılı. Almayı düşünenler için düşmem gereken en önemli detay, batarya. Kamera elime geçer geçmez orijinal şarj kablosu ile şarja takmama rağmen iki günün sonunda %62 seviyesini geçemedim. Google’da kısa bir araştırma sonrasında bu sorunun yaygın olduğunu, kesin çözümün de ikili batarya şarj cihazı olduğunu fark ettim. Gelin görün ki Hollanda’da bir tek Lahey mağazasında bulunduğu için kısa bir tren yolculuğu yapmam gerekti.

DijitalX

Amsterdam’da bir Ağustos akşamı

Amsterdam’ın en bayıldığım özelliği, şehrin neredeyse tamamen dümdüz olması. Yürüyüş yapmayı sevenler veya bisikletçiler için gezegendeki muhtemelen en yaşanılacak şehri temsil eden Amsterdam’da karşınıza çıkan (belki birkaç tane) en yüksek eğim 30 dereceyi aşmıyor. Haliyle elinize kamerayı alıp şehrin merkezine kadar süzülmek ve yeni kameranızla deney yapmak son derece ideal.

Şehir merkezine olmada da, bulunduğum civarda gezinirken aşağıdaki video ve fotoğrafları çektim:

Video modu: 2.7k, 60 fps, Super view (16 mm)
Fotoğraf modu: Wide (16-34mm).

DijitalX
DijitalX
DijitalX
DijitalX
DCIM\100GOPRO\GOPR0042.JPG
DijitalX
DijitalX

Görüntülerde parlaklığın ve görüntü kalitesinin video ve fotoğraf modlarında belirgin derecede farklı olduğunu görmek mümkün. Haliyle bu cihaz elinize geçtiğinde fotoğraf çekmeyi fazla düşünmeyeceğinizi de söyleyeyim.

Son olarak eklemek istediğim iki detay video çekim ve bağlantılı bir aksesuar hakkında. Bataryanızın en az birkaç saat yeterli olmasını istiyorsanız çekim modu ayarlarını yapmayı unutmayın. Doğrudan 4K kalitesinde çekime başlarsanız birkaç saatlik aralıksız çekim yapmanız ek batarya olmadan mümkün olmaz. Video çözünürlüğünü 2.7K veya 1080p (Full HD) olarak belirlemek en mantıklısı olacaktır. Ek olarak, eğer kaliteli ses almak istiyor veya röportaj gibi içerikle üretmek istiyorsanız, Media Mod aksesuarını almanızı tavsiye ederim.

GoPro HERO 10 Black üstün çekim kalitesi ve birçok çekim modu ayarı ile oldukça başarılı bir ürün. Özellikle time-lapse çekim modu ile çok eğleneceğinize eminim.

Bu makaledeki görselleri kullanmak isterseniz, telif hakkı ihlalinde bulunmamak için iletişime geçiniz.

James Webb Uzay Teleskobu Kızılötesi Işınlarla Jüpiter’i Yeniden Okudu

James Webb Uzay Teleskobu(JSWT) geçtiğimiz haftalarda milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki galaksi kümesini gösteren görüntülerle tarih yazarken, bu defa gözlerini kendi evine çok daha yakın olan Jüpiter’e çevirdi.

Daha önce evreni gözlemlemede morötesi ışınlarını kullandığımız Hubble Uzay Teleskobu karşısında James Webb, bizlere kızılötesi bir bakış açısı sunuyor. Kızılötesi ışınların yardımı ile diğer teleskopların aksine toz bulutlarının arkasından bakabilmek ve dolayısıyla bilinen nesneleri farklı bir bakış açısı ile görebilmek mümkün hale gelmiştir.

Her iki görüntünün de alındığı kamera, gezegenin ayrıntılarının ön plana çıkarılmasını sağlayan üç özel kızılötesi filtreye sahip Yakın Kızılötesi Kamera’sıdır (NIRCam). Bu noktada belirtmek gerekir ki, kızılötesi ışınlarının insan gözü ile algılanamaması sorunu, ışığın görünür sprektruma çıkarılması ile çözüme kavuşturulmuştur. Bu doğrultuda görüntüde genel olarak en uzun dalga boyları daha kırmızı, en kısa dalga boyları ise daha mavi olarak betimlenmiştir.

Webb’den alınan birkaç görüntünün bir araya getirilmesi ile ortaya çıkarılan yekpare görüntünün ortaya koyduğu sahne şaşırtıcıdır. Zira bu görüntü ile, Jüpiter’in parlaklığının milyonda birini temsil eden soluk halkalar ve bu gezegenin küçük iki uydusu Amalthea ve Adrastea da dahil olmak üzere gezegene ilişkin birçok detay ortaya çıkmıştır.

Bunun dışında auroraların gezegenin hem kuzey hem de güney kutuplarında yüksek irtifalara kadar ulaştığını görüyoruz. Auroraların içerisinde parladığı ve canlı bir kırmızı ile betimlenen filtre, auroranın altında ve üstünde yer alan bulutların ışığı yansıtmasının bir sonucudur. Öte yandan bahsi geçen filtrenin altında konumlanan ve sarı ile yeşil renklerle betimlenen filtreler ise, bulundukları kutup etrafında dönen pusa işaret ederler. Son olarak mavi ile betimlenen filtre ile daha derin bir buluttan yansıyan ışık gösterilmektedir.

Dünya’yı yutabilecek büyüklükteki fırtına “Büyük Kırmızı Leke”nin diğer bulutlara benzer şekilde beyaz görünüyor olmasının nedeni, yansıttığı güneş ışığının çok yoğun olmasıdır. Bu noktada Heidi Hammel[1]in ifadesi, buradaki parlaklığın yüksek irtifayı gösterdiği ve Büyük Kırmızı Leke’nin ekvatoral bölgede konumlanması nedeniyle bölgede yüksek irtifalı pusuların yer aldığı şeklindedir. Nitekim Hammel’a göre, birçok parlak beyaz ‘nokta’ ve ‘çizgi’ de, muhtemel olarak yoğunlaşmış konvansiyonel fırtınaların yüksek irtifada oluşturmuş olduğu bulut tepeleridir. Bunun aksine ekvatoral bölgenin kuzeyinde konumlanan koyu şeritler, daha az sayıdaki bulut örtüsünün bir sonucudur.

Hammer’ın görüşlerini destekler şekilde Pater[2] da şaşkınlığını, bu kadar iyi bir sonuç beklemediklerini ifade ederek dile getirmiştir: “Jüpiter’in halkaları, minik uyduları ve hatta galaksileriyle birlikte ayrıntılarını tek bir görüntüde görebilmemiz gerçekten olağanüstü.”

Bilim insanları şimdi Jüpiter’in muhteşem yapısını ve özelliklerini daha iyi anlamak için bu görüntülerden toplanan yeni verileri analiz etmeye devam ediyorlar.

______________________

1 Webb’de güneş sistemi gözlemlerinde bilim insanı ve AURA’da bilim başkan yardımcısı Heidi Hammel.

2 James Webb’in Early Release Science için uluslararası işbirliğinin gözlemlerini yöneten Berkeley, California Üniversitesi’nden emekli profesör ve gezegen astronomu Imke de Pater.

Kaynakça

Webb’s Jupiter Images Showcase Auroras, Hazes : nasa.gov

James Webb’s dreamy view of Jupiter reveals “remarkable” new detail: newatlas.com

Ay’ın Kökenine Ait Teoriler Ne Kadar Açıklayıcı?

0

Ay’a baktığınızda ne düşünüyorsunuz? Her kültürün, medeniyetin ve inancın tarih boyunca Ay hakkında belli başlı görüşleri olmuş ve bu görüşler onların hayatlarını tayin etmede önemli bir yer kaplamıştır. Ay, insanlığın hayatı şekillendirmesinde bir nevi “kültürel ayna” görevi taşımıştır. Ay konusunda bu düşünceler ne zaman derlenip toplanmaya başladı ya da insanlar ay hakkında neden bu kadar çok fikir üretti?

Ay, insanlar için her zaman merak unsuru içeren bir öğe olmuştur. Özellikle teleskobun icadının ardından bilim insanları ilk olarak Ay gözlemi yapmışlardır. Hatta, Galileo’ya kadar Ay hakkında insanların görüşleri çoğunlukla bilimsel bir veriye dayanmıyordu. Kültürel yaşayışa ve geleneğe yön vermek için Ay belirleyici bir konumdaydı.

Bilim insanları yaklaşık beş yüz yıl boyunca Ay’ın nasıl oluştuğuna dair araştırmalar yaptılar. Bu araştırmaların ilk sebebi, Ay’ın gökyüzünde görebildiklerimiz arasında en ulaşılabilir astronomik nesne olarak algılanmasıydı. Ay her gece yolumuzu aydınlatıyor, yönümüzü tayin ediyor hatta gece uykularımıza misafir oluyordu. Teknolojinin gelişmesi ve 20’nci yüzyılda Ay’a gidilmesiyle de Ay hakkındaki bilgi dağarcığımız giderek genişledi. Ay’dan getirilen numuneler sayesinde bugün Ay’ın nasıl oluştuğuna dair çeşitli fikirler üretebiliyoruz.

Ay ile Dünya Arasındaki İlişki

Science Advances dergisinde yayınlanan bir çalışmada araştırma ekibi, Ay’ın, Dünya’nın mantosundan gelen helyum ve neonun yerli soy gazlarını miras aldığını gösteren belli bulguları gün yüzüne çıkartmıştır. Keşif, Ay’ın Dünya ile başka bir gök cismi arasındaki büyük bir çarpışma tarafından oluştuğunu bize aktaran ve “Dev Etki” olarak isimlendirilen teoriye katkı sağlarken bize de Ay araştırmaları hakkında yeni açılımlar sunuyor.

“Dev Etki” Nedir?

1970’lerin ortalarında araştırmacılar mevcut Apollo verilerinin de test edilmesiyle Ay’ın oluşumu ile alakalı ortaya bir hipotez attılar: Dev Etki Hipotezi. Bu hipoteze göre Dünya, hemen hemen Mars boyutunda başka bir gezegenle çarpıştı. Çarpışma, Dünya’nın yörüngesinde büyük miktarda enkaz üretti ve yerçekimi sayesinde de bunlar Ay’da birleşti. Çarpan gezegen de Yunan mitolojisinde Ay’ın annesi olarak adlandırılan Theia ismini almıştı.

Ay Hakkında Farklı Senaryolar

Dev Etki hipotezi her ne kadar bugün bilim camiasında en yaygın teori olarak kabul görse de, özellikle Dünya ve Ay’ın yapı itibarıyla birbirine çok benzemesi başka teorilerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan biri “Birlikte Oluşum Teorisi” olarak adlandırılmış ve Teksas’taki Güneybatı Araştırma Enstitüsünden araştırmacı Robin Canup tarafından ortaya atılmıştır. Dünya ve Ay’ın, Mars’ın beş katı büyüklüğünde iki büyük nesnenin birbirine çarpmasıyla aynı anda oluştuğunu öne sürmüştür. Araştırmacılar, çarpışmadan sonra benzer büyüklükteki iki cismin yeniden çarpıştığını ve Ay’ı oluşturmak için birleşen bir malzeme diski ile çevrili erken bir Dünya oluşturulduğunu anlatıyor ve bu sonraki çarpışma ile de Dünya ile Ay’ın birlikte oluştuğunu teori olarak ortaya atıyorlar.

Bu teorinin yanı sıra “Yakalama Teorisi” olarak adlandırılan bir diğer teori de Ay’ın Güneş sistemi içerisinde farklı bir yerde oluştuğunu ve serbest bir şekilde dolaşırken Dünya’nın çekimine kapıldığını ileri sürmektedir. Yakalama teorisi diğerlerinden farklı olarak Dünya ve Ay’ın bileşimindeki farklılıkları açıklama iddiasında bulunur. Bu teori bilim camiasında yaygın kabul gören bir hipotez değildir çünkü Ay’ın göreceli boyutları onu Dünya’nın kendi yörüngesine dahil etmesine müsaade etmeyecek bir yapıdadır.

Birlikte oluşum ve yakalama teorisi, Ay’ın varlığının bazı unsurlarını açıklasa da birçok soruyu cevapsız bırakmaktadır. Dev etki hipotezi şu an teoriler arasında en kapsayıcı olanı hem de astronomik anlamda sorulara cevap vermesi yönünden de kabul gören teori konumundadır. Yüzyıllardır Ay hakkında çeşitli hikayeler, mitler ve senaryolar anlatılmış olsa da bilim insanlarının Ay’ın oluşumu ile alakalı ulaşabildiği bilgiler de ancak teori düzeyinde kalmaktadır.

İlgili haberler:

https://www.dijitalx.com/2016/09/26/ayin-dogumu-dunyanin-buyuk-kismini-yok-etmis-olabilir/

Kaynakça

  1. https://www.space.com/19275-moon-formation.html
  2. https://astronomy.com/news/2019/05/giant-impact-hypothesis-an-evolving-legacy-of-apollo
  3. https://ec.europa.eu/research-and-innovation/en/horizon-magazine/how-scientists-are-piecing-together-history-moon
  4. https://www.nationalgeographic.com/science/article/moon-exploration

Uykudayken Gelen Sessiz Ölüm: Uyku Apnesi Nedir?

Uykudayken Gelen Sessiz Ölüm: Uyku Apnesi Nedir?

Uyku, hiç şüphesiz insanların yaşamını sürdürmesi için gerekli olan ögelerin başında gelir. Uyku süresi, yenidoğanlar için 16 saat, genç yetişkinler için 9 saat, yetişkinler için ise 7-8 saattir.  Uyku süresi kadar uyku kalitesi de önemlidir.  Bu kaliteyi arttırmak için uzmanlar çeşitli önerilerde bulunmaktadır. Örneğin uyuduğunuz yerin karanlık olması, uykudan önce mobil cihazlardan uzaklaşmak gibi.

Peki siz uyurken aniden solunumunuz kesilseydi ve kandaki oksijen yüzdeniz düşseydi ne olurdu? Biz bu duruma “Uyku Apnesi” diyoruz. Devamı Aşağıdaki Yazımızda:

Genel Bilgiler

Uyku Apnesi, solunum duraklamalarından kaynaklanır. En az 20 saniye sürer ve bu durum kandaki oksijen seviyesinin artıp, karbondioksit seviyesinin yükselmesine neden olur. Her yaştan insanda görülebilir. Uyku apnesi, sıklık bakımından astım ve diyabet kadar yaygındır. Uyku apnesinin nedenleri arasında solunum sorunları ve nörolojik problemler olduğu düşünülse de üzerine çalışılması gereken bir hastalıktır. Çünkü uyku apnesi oluşumunu ve prognozunu etkileyen çok fazla etken bulunmaktadır. Öyle ki, uyku pozisyonu bile uyku apnesinin seyrini değiştirebilmektedir. Bununla ilgili olarak Türk Hocalarımızın yaptığı makale çalışmasına linkten ulaşabilirsiniz: https://dergipark.org.tr/tr/pub/gmbd/issue/69745/1040227

Eğer uyku apnesi önemsenmez ve önlem alınmazsa önce başka hastalıklara neden olur (kalp krizi, felç, iktidarsızlık) sonrasında da ölümle sonuçlanır.

pexels

Belirtiler

  • Düzensiz Solunum
  • Uykuda Solunum Durması
  • Mide Yanması
  • Gündüz Aşırı Uykulu Olma Hali
  • Göğüs Basısı
  • Gece Çok İdrara Çıkma
  • Uykuda Terleme

Bu belirtiler, çoğunlukla uyku apnesinin göstergelerindendir. Uyku apnesinin kesin olarak teşhislenebilmesi için “poligrafik tetkik” adı verilen geniş bir uyku testi yapılması gerekir.

Çeşitleri

Uyku apnesi temelde 3 tanedir, Bunlar: Obstrüktif Apne, Merkezi Apne ve Bileşik Apne’dir. Sıklık bakımından en fazla görülen Obstrüktif Apnedir. Bu da yaklaşık tüm vakaların %85`ini oluşturur.

Obstrüktif Apne:

Bu apne tipi boğazdaki kasları ilgilendirir. Boğazdaki kasların solunum yolunu kapatmasıyla solunum engellenir ve apne başlar. Beyin bu oksijen sıkıntısını hafif uykuya geçerek tolere etmeye çalışır. Bu sebeple de hasta, derin uykuya hiç geçemez bu da hastanın beyinsel bir sersemlik yaşamasına yol açar. Fakat hasta bunun farkına varamaz. Obstrüktif apnenin birçok hastalığı beraberinde getirdiği veya birçok hastalığın nedeni olduğu literatürde geniş olarak bahsedilmiştir. Bu hastalıkların en başında kardiyak sorunlar gelmektedir. Kardiyovasküler hastalığı olan veya bu riski taşıyan birçok hasta, obstrüktif (üst solunum yolunun aralıklı çökmesi ile birlikte) veya merkezi (epizodik solunum yolu kaybı) olabilen uykuda solunum bozukluğuna sahiptir. Bir yandan obezite de obstrüktif uyku apnesine yatkınlık oluşturur. Bir yandan obeziteli insan sayısı sürekli arttığı için obstrüktif apneli birey sayısı da artış göstermektedir.

Merkezi Apne:

Bu sefer sorun, solunumun asıl yerinde değildir. Apne, beynin solunumsal bölgesine giden kasların doğru sinyal gönderememesiyle yaşanır. Bu nedenle solunum kesilmelerinde, hasta daha uyanıktır ve daha bilinçlidir.

unsplash

Tedavisi:

Obstrüktif apnenin en etkili tedavi yöntemi, CPAP (Continious Positive Airway Pressure) (Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı) cihazının sürekli ve düzenli tedavisidir. Bu cihazın amacı boğazı kapatan kasların kapanmasını engellemektir. Bileşik ve merkezi tipteki uyku apnesi tedavisinde, uyku sırasında nefes alışverişi çeşitli değişik tekniklerle düzenleyen APAP (Automatic Positive Airway Pressure), xPAP ST (Spontaneous Time) veya ASV (Adaptive servo-ventilation) cihazları kullanılmaktadır.

Tedavi yöntemi olarak, solunum yolu kasları ile ilgili birçok ameliyat denenmiştir fakat kesin bir operasyon yönteminde başarılı olunamamıştır. Bu nedenle literatüre geçen bir ameliyat türü yoktur.

Uyku Apnesinden Korunma Yolları:

Yaşam tarzında alınacak bazı önlemler, uyku apnesini azaltabilir. Örneğin obeziteli hastalarda kilo kaybı yaşandığı zaman, uyku apnesinin azaldığı görülmüştür. Aynı şekilde sırtüstü yatmak da solunum problemi yaratabileceği için, sırtüstü yatmayı engelleyecek şekilde bir karın yüküyle uyumak, uyku apnesini azaltabilir.

pexels

Kaynakça:

https://dergipark.org.tr/tr/pub/gmbd/issue/69745/1040227

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27583421/

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/23770180/

https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0031395516367980?via%3Dihub