Uydu çarpışmalarını kriptografi önleyecek

Kısaca kriptografi dediğimiz şifreleme bilimi, yörüngede sayıları fazlasıyla artan uyduların çarpışmasını önlemek için kullanılacak. Ayrıca, atmosfer dışından gönderilen bilgilerin güvenliği de artırılacak.

Rusya ve ABD’ye ait iki uydunun çarpışmasının altıncı yıldönümünde, benzer kazaların yaşanmaması için kriptografiye başvurulması planlanıyor. Üçüncü partilerin erişimini engellemek için iletişimi şifrelemeyen kriptografi uygulaması, ticari ve casus uyduların çarpışma riskini azaltacağı gibi yörüngeden toplanan bilgilerin güvenliğini de artırabilir.

Scientific American dergisinde geçtiğimiz ay yayımlanan makalede, Pennsylvania Üniversitesi’nden kriptografi uzmanı Brett Hemenway ve uzay politikası uzmanı William Welser IV, 2009’da yaşanan kazanın bir daha gerçekleşmemesi için neler yapılabileceğini belirtti.

ABD’ye ait Iridium33 ve Rusya’nın Cosmos 2251 uyduları, 16 Şubat 2009’da Sibirya üzerinde saatte 30 bin kilometre hızla çarpışmıştı. Yerdeki teleskoplara ait veriler, iki uydunun birbirlerine değmemesi gerektiğini savunurken, uydulardan en az biri yanlış rotada olduğu için her ikisi de yok oldu. Uydulara ait rotalar, üst seviyede gizli bilgi olduğu için sadece uyduyu kontrol eden kurumlar tarafından biliniyor ve bu yüzden çarpışmaların önüne geçilemiyor.

Welser ve Hemenway, sadece uyduları değil, yörüngedeki konumlarını da kendilerine ait kabul ediyor. Sabit konum veya rotanın gizli tutulması halinde firmalar teknolojik yeteneklerinin ifşa olacağını, devletler ise ulusal güvenlik riski yaşanacağını savunuyor.

Uyduların çarpışması ise milyonlarca dolarlık zarara neden olduğu gibi, ortaya çıkan binlerce enkaz diğer uydular için de tehdit oluşturuyor. Saklı kalması istenen bilgilerin korunarak çarpışmaların önüne geçilmesini sağlayacak yöntem ise kriptografi olarak beliriyor.

NASA'nın yeryüzünü gözlemleyen birkaç uydusuna ait çizim [NASA]
NASA’nın yeryüzünü gözlemleyen birkaç uydusuna ait çizim [NASA]

Uydu firmaları güvenlik ağı kurdu

Her ay birkaç tanesi yörüngeye ateşlenen uyduların yakın gelecekte ciddi sorunlar doğurmasını önlemek için dünyanın en büyük dört uydu iletişimi sağlayıcısı bir araya gelerek Analytical Graphics (AGI) adı verilen bir şirket kurdu.

‘Güvenilir’ bir üçüncü parti olarak beliren Analytical Graphics, uydu bilgilerini değerlendirerek risk oluşturan bir durumda uyarıda bulunuyor. Bu aşamada AGI üyesi olan tüm uydu sahiplerinin karşılıklı güven ilişkisi büyük önem taşıyor.

Yeni bir proje olduğu düşünülse de AGI 1989’dan bu yana faaliyette ve ABD’nin dışında Birleşik Kralık ve Singapur’da ofisleri bulunuyor. Welser ve Hemenway, giderek artan uydu sayısı karşısında AGI’nin dayandığı güven ilişkisinin zayıflamaya başlayacağını ve kriptografinin tek çözüm yolu olacağını savunuyor.

İkili, 1980’lerde özel bir veri üzerinde birçok insanın hiçbir bilgi sızdırılmadan çalışabilmesine izin veren algoritmalar geliştirildiğini, Pentagon’a bağlı Ar-Ge kurumu DARPA’nın da 2010 yılında bu teknolojiyi uydu bilgisi paylaşımında kullanılmak üzere geliştirmeye çalıştığını belirtti.

Söz konusu yöntemde, her katılımcı kendisine ait veriyi kendi yazılımına yüklüyor ve çok partili hesaplama (MPC) protokolü aracılığıyla mesaj iletip alabiliyor. Protokolün tasarımı, bir uydunun çarpışma riski gibi sadece tek bir çıktı üzerine hazırlanabiliyor. Kamuya açık olan protokol, herkesin kendi yazılımı ekleyebilmesine imkan veriyor. Kısaca, önemli bilgileri gizli tutan sistem karşılıklı güven ilişkisini de gereksiz kılıyor.

Welser ve Hemenway, kriptografide en önemli unsurun hız olduğunu ve iki uydunun çarpışma olasılıklarını hesaplamanın yaklaşık 90 saniye aldığını belirtti. Gelişen bilgisayar teknolojisiyle bu sürenin daha da aşağıya çekilmesi beklenirken, DARPA MPC protokolünde kullanacağı algoritmayı tamamlamak üzere.

NASA, Dünya'nın toprak nemini ölçecek SMAP uydusunu Ocak başında fırlatmıştı [Fotoğraf: NASA]
NASA, Dünya’nın toprak nemini ölçecek SMAP uydusunu Ocak başında fırlatmıştı [Fotoğraf: NASA]

Yörüngede uçuşan mermiler

Kafada canlandırmak gerçekten güç ama Dünya’nın dışarıdan görünümü gerçekte etrafında parçacıklar uçuşan bir atoma benzetilebilir. Tepemizde kaç tane uydu bulunuyor derseniz, sayıları hayliyle fazla.

Universe Today’in Ekim 2013 tarihli verisine göre aktif uydu sayısı 1071. AP haber ajansının Mart 2014 verileri ise aktif olmayan uydu sayısını yaklaşık 2600 olarak veriyor.

İletişim uydularının büyüklükleri bir otobüsten buzdolabına kadar değişirken, ağırlıkları 4 tona kadar çıkabiliyor. Yüzde 60’ı navigasyon ve iletişim için kullanılan uyduların yanı sıra ulusal güvenlik, tarım, savunma ve bilimsel amaçlı da birçok uydu göreve devam ediyor.

Görev sürelerinin ardından Dünya’ya çakılarak yok edilemeyecekleri için halen atmosferin dışında gezinen uydular bir tehdit oluşturuyor. Ancak bulundukları yüksekliklerin farklı olması bu riski azaltıyor. Zira, GPS uyduları yaklaşık 20 bin, iletişim uyduları ise 35 bin kilometre yükseklikte görev yapıyor. Ekvator üzerinde konumlanan iletişim uydularına kıyasla, meteoroloji uyduları belli bölgeleri gözlemliyor.

Uyduların çarpışmasını önlemek önemli bir mevzu. NASA verilerine göre, 10 cm’den büyük 21 bin, 1 ila 10 cm aralığında 500 bin enkaz parçası Dünya’nın enkazını kaplıyor. Uzay çöplüğünü gidermek için ortaya atılan hiçbir proje bugüne dek hayata geçmezken, bir gün Wikileaks belgelerinde öne sürüldüğü gibi ‘Yıldız Savaşları’ yaşanırsa, işler çok daha kötü bir hal alabilir.

Japonlara özgü bisiklet park etme şekli

Japonların yaşam alanından tasarruf etme konusunda ne kadar başarılı olduğunu hepimiz biliyoruz. YouTube’da beliren bir video, bu işi geleneksel yöntemlerin yanı sıra en son teknolojiyle de nasıl uyguladıklarını gözler önüne seriyor.

Dar bir adaya 120 milyon insanın nasıl sığdığını merak edenler bu videoyu mutlak a görmek zorunda. 38 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık kenti olan Tokyo da dahil olmak üzere Japonya’nın şehirlerine hızla yayılan yeraltı bisiklet park yerleri, alan tasarrufu sağlamak için kesinlikle en iyi yöntemlerden biri.

YouTube’a konulan videoda, asansör benzeri bir sisteme yerleştirilen bisiklet, yüzlerce metal sıradan oluşan bir yeraltı deposuna indiriliyor ve metal bir kolla yerine itiliyor. Sahibi döndüğü zaman tek bir tuşa basarak ilk süreç tersten işliyor ve bisiklet park yerinden çıkarılıyor.

https://www.youtube.com/watch?v=LLJ1bkMz5Aw

[Fotoğraf: Giken]
[Fotoğraf: Giken]

Dört yıldır hizmette

Giken Seisakusho firmasının geliştirdiği sistem sayesinde bisiklet hırsızlığı da tamamen ortadan kalkıyor. Giken’in verdiği bilgiye göre bir bisikletin park yerine konması 13 saniye sürüyor. Her bir park yeri 204 bisiklet depolayabiliyor.

Mashable’da yeraltı bisiklet park yerlerinin dört yıldır kullanıldığı belirtiliyor. Şirketin web sitesinde ise ilk yeraltı bisiklet park yerinin Aralık 2003’te Tokyo’nun Minato-ku bölgesinde yapıldığı bilgisi var. 1998’den bu yana benzer sistemler geliştiren firmanın, şirketlere özel park yerleri yaptığı anlaşılıyor. Giken, en son yeraltı park yer projesini de yine Minato-ku bölgesinde özel bir firma için yapmış. Videonun hangi tesise ait olduğu ise belli değil.

Bisikletinizi yeraltına park etmenin aylık ücreti ise sadece 15 dolar.

Baykuş saldırısına karşı uyarı levhası

ABD’nin Oregon eyaletindeki Salem şehri, kent sakinlerine korkulu anlar yaşatan bir baykuş nedeniyle uyarı levhası hazırladı.

Hayatımızda önemli yer tutan uyarı levhalarının bir istisnai versiyonu da ABD’nin Salem kentinde belirdi. Bush’s Pasture Park’ında koşu yapanlar tarafından ihbar edilen öfkeli bir baykuş, yetkilileri bir uyarı levhası hazırlamaya teşvik etti.

Parkta koşu yapan dört kişi tarafından şikayet edilen baykuşun, yuvasına yaklaşan kişilere karşı savunma amaçlı saldırılar düzenlediği tahmin ediliyor. Koşuculardan bir tanesi, menziline girdiği baykuşun iki kez saldırısın uğramış. İkinci saldırı o kadar şiddetliymiş ki, bir an felç geçirdiğini sanmış. Mağdurlardan bir diğeri de baykuşun şapkasını uçurduğunu ve aynı darbeyle kafa derisini çizdiğini belirtmiş.

Hiç şakası olmayan baykuşun neden olduğu korku kısa zamanda yerel televizyonlara sıçrayınca, MSNBC’de sunucu olan Rached Maddow, bir uyarı levhası hazırlanması fikri sunmuş. Salem yetkilileri fikri beğenince, ortaya kuşun pençelerine dikkat çeken bir levha çıkmış.

“Oregon aklını kaçırdı”

 

Salem şakayla karışık fikri tutunca sadece levhayı yapmakla kalmadı, aynı zamanda levhanın haklarını da tescilledi. Öfkeli baykuşun yaşadığı parkın ulaşım hizmetleri müdürü Mark Becktel, üretim haklarına sahip oldukları levhadan 20 tane üretileceğini belirtti.

Becktel, geçmişte baykuş saldırılarına karşı yazılar astıklarını ancak havadan gelen saldırıların önüne geçilemediğini belirtti. Baykuşun neden insanları hedef aldığı kesin değil. Vahşi doğa yetkilileri çizgili baykuş olduğunu belirttikleri kuşun çiftleşme döneminde sinirli olduğunu, zamanla sakinleşeceğini savundu.

AP haber ajansında yer alan habere göre yerel basın konuyla bağayı eğlenmiş. Statesman Journal gazetesinde yapılan oylamada, baykuşa ‘Owlcapone’ ismi konmuş. Uyarı levhasının fikir babasından esinlenen ‘Rachel Maddowl’ ise üçüncü gelmiş.

Maddow, ‘Oregon aklını kaçırdı’ diyerek durumu özetliyor.

[Fotoğraf: Twitter]
[Fotoğraf: Twitter]

ABD ‘mega kuraklık’ dönemine girebilir

NASA, California başta olmak üzere birçok eyaleti etkisi altına alan kuraklığın yüzyıl sonunda tüm Kuzey Amerika’yı kurutabileceği uyarısında bulundu. Araştırmalar, 2095’ye ABD, Meksika ve Kanada’nın yaşanmaz hale geleceğine işaret ediyor.

ABD’li araştırmacılar, bin yıl önce aşırı kuraklık nedeniyle Amerika’nın güney batısında yok olan Pueblo medeniyetinin başına gelenlerin tekrarlanabileceği uyarısında bulundu. NASA, küresel ısınmanın etkisiyle 21. yüzyıl sonunda Kuzey Amerika’nın ‘mega kuraklık’ nedeniyle yaşanamaz bir yer haline gelebileceğini belirtti.

Ağaç halka analizleri gerçekleştiren bilim insanları, aşırı kuraklıkların 1100 ve 1200’lü yıllarda Pueblo kültürünü göç etmeye zorlayan neden olduğunu tespit etmişti. Halk, Mesa Verde, Chaco Kanyonu ve Colorado Platosu’ndaki yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kalmıştı.

NASA, ağaç halka analizlerinin yanı sıra iklim modellerine dayanarak gerçekleştirdiği son analizlerde, ABD’nin mega kuraklık dönemine girebileceği uyarısında bulundu. Geride kalan bin yıldaki iklim değişimlerini inceleyen araştırmacılar, güneybatı ve orta bölgeleri vuracak kuraklığın yüzde 85 ihtimalle en az 35 sene sürebileceğini belirtti.

Araştırmada yer alan Cornell Üniversitesi’nden Toby Ault, mega kuraklığın söz konusu bölgelerde 2050 ve 2100 arasında etkili olabileceğini söyledi.

Kuraklık tehlikesinin olmadığı 1993'ten bu yana tablo tersine döndü [Fotoğraf: NASA]
Kuraklık tehlikesinin olmadığı 1993’ten bu yana tablo tersine döndü [Fotoğraf: NASA]

‘Düşünmesi bile çok güç’

Science Advances dergisinde yayımlanan araştırmanın başında yer alan NASA Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nden Benjamin Cook, “Kuzey Amerika’yı bekleyen kuraklık, ABD tarihinde hiç görülmediği kadar kötü olacak… Bu kuraklıklar o kadar kötü ki tahmin edebileceğimiz noktanın bile ötesinde” ifadesini kullandı.

Mega kuraklık yaşanması halinde sıcak ve susuzluğun en az 10 yıl hatta onlarca yıl sürebileceği belirtiliyor. Ağaç halkaları, kuraklıkların izini taşıyan deliller olarak biliniyor. Halkalar nemli yıllarda genişlerken, kuru dönemlerde daralıyor.

Kuzey Amerika 2095'te yaşanmaz bir yer haline gelebilir [Fotoğraf: NASA].
Kuzey Amerika 2095’te yaşanmaz bir yer haline gelebilir [Fotoğraf: NASA].
Yeni iklim modelleri, artan sıcaklıkların kar ve yağmur yağışını giderek azaltacağına işaret ediyor.  Araştırmacılar, bin yıl önce yaşanan kuraklığa kıyasla, mega kuraklıkta özellikle ABD’nin güney batı bölgesinin çok daha sıcak olacağını belirtti. Sera gazlarının başını çektiği bu durum, topraktan havaya kaybedilen nem oranında artışa neden olacak.

Bilim insanları 2014’ün küresel sıcaklığın kayıt edildiği 1850’lerden bu yana tarihteki en sıcak yıl olduğuna dikkat çekerken, aşırı kuraklıkların daha güçlülerini tetikleyebileceğini belirtti.

Kapak fotoğrafı: Pixabay

Üçüncü Richard’ı öldüren darbe bulundu

İngiltere’nin bir savaşta ölen son kralı olan Üçüncü Richard, Leicester kentindeki bir otoparkın altından çıkarıldığı 2012’den bu yana her türlü bilimsel analize maruz kaldı. En son araştırmalar, Üçüncü Richard’ın kemiklerindeki ölüm vuruşuna ait izi ortaya çıkardı.

Bosworth Field muharebesinde öldükten sonra Leicester’daki Greyfriars Katedrali’ne aceleyle gömülen ve yüzyıllar sonra mezarı üzerine otopark inşa edilen Üçüncü Richard, kayıp olduğu 528 yılın ardından bilim dünyasına tüm sırlarını sunmuş durumda.

Leicester Üniversitesi’nde yapılan son analizler, Üçüncü Richard’ın savaş alanında ölümüne neden olan darbelerin izini de gün yüzüne çıkardı. Adli patoloji uzmanı Guy Rutty tarafından incelenen kemiklerde toplam 11 tane savaş yarasından kalma iz tespit edildi. Rutty, kafatasının arkasında yer alan iki izin, büyük olasılıkla öldürücü darbelere ait olduğu sonucuna vardı.

William Shakespeare’in kendi adını taşıyan oyununda kambur ve acımasız bir adam olarak yansıtılan Üçüncü Richard, kaderin bir oyunu olsa gerek hakkındaki tüm soru işaretlerini yüzyıllar sonra açığa koyma şansı buldu.

Üçüncü Richard, ilk olarak kambur değil ancak skolyoz, yani omurga eğriliği hastalığına sahipti. Bu yüzden bir omzu diğerinden daha yukarıda duruyordu. Richard’ın kötü bir adam olduğu iddiası ise Güller Savaşı’nda tahtını kaybettiği Tudor hanedanlığının Shakespeare’e yaptığı muhtemek baskının sonucu olarak görülüyor.

Üçüncü Richard mezarında böyle bulunmuştu [Fotoğraf: Leicester Üniversitesi]
Üçüncü Richard mezarında böyle bulunmuştu [Fotoğraf: Leicester Üniversitesi]

Cesaretinin izi kemiklerinde duruyor

Sadece iki yıl tahtta kalabilmiş olan Üçüncü Richard’ın nasıl biri olduğu kesin olarak bilinemez belki ama cesaretinden şüphe etmek olanaksız. Savaş alanında bir kral gibi değil dönemin tabiriyle ‘ayak asker’ gibi ölen Richard, ağır yaralar sonucu hayatını kaybetti.

İngiliz Lancet dergisinde Eylül 2014’te yayımlanan araştırma, Richard’ın kafasına ağır kan kaybetmesine neden olacak darbeler aldığını, aynı zamanda çenesinin altından, yanağından ve kafasının üzerinden bıçaklandığını belirtmişti.

Richard’ın kafasının arkasında ise biri 60×55 milimetre, diğeri 31×17 milimetre büyüklüğünde iki iz tespit edildi. Rutty, ölüme neden olan darbenin ikinci, küçük izle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Özel ışıklandırma altında incelenen kafatasının içinde darbe etkisiyle oluşan iz, vuruşun bir kılıç veya baltalı kargı ile yapıldığına işaret etti.

Rutty, her iki izin aynı silahla yapıldığını ve kafatasının arkasından girerek beyni ‘dilimlediğini’ ve öne kadar uzandığını belirtti. Leicester Üniversitesi’nde Üçüncü Richard araştırmasının başında yer alan Jo Appleby, iki darbenin yanı sıra boyun omuruna alınan üçüncü bir darbenin de bitirici olduğunu söyledi.

Savaş alanında çok ağır biçimde ölen Üçüncü Richard, 26 Mart’ta yeniden Leicester’daki katedrale gömülecek.

Beş gün sonra mezarından çıktı

ABD’nin Florida eyaletinde araba çarptıktan sonra öldüğü sanılan Bart adındaki kedi, gömüldükten beş gün sonra mezarından çıktı.

Tampa kentinde ‘Hayvan Mezarlığı’ filmini hatırlatan bir olay yaşandı. Araba çarpması sonucu öldüğü sanılan kedi, yaşadığı evin arka bahçesine gömüldü. Beş gün sonra mezarından çıkmayı başaran kedi, komşularının bahçesinde bulundu.

Suratının sol tarafı parçalanan Bart, Humane Society of Tampa Bay kliğininde tedavi altına alındı. Klinik yetkilileri, bugüne kadar birçok sıradışı vaka ile karşılaştıklarını ancak Bart’ın benzeri bulunmayan bir durum olduğunu belirtti.

bart_the_cat_02

Zombi kedi lakabını alan Bart’ın, sahibi Ellis Hutson tarafından gömüldükten sonra hayatta kalmayı nasıl başardığı bilinmiyor. Hutson, yaşam belirtisi göstermeyen kedisinin beş gün sonra komşu bahçesinde susuz, ağır yaralı ve yemek için miyavlarken bulunduğunu belirtti.

Sol gözü ameliyatla alınan, çenesi yerine oturtulan ve özel bir yöntemle beslenen Bart, Mart ortalarında ailesine teslim edilecek.

Bart’ın tıbbi ihtiyaçlarını karşılamak için bir bağış sayfası bile hazırlandı.

‘Soluk Mavi Nokta’nın 25’inci yılı

Dünya’yı uzayın derinliğinde bir nokta olarak gösteren ‘Soluk Mavi Nokta’ fotoğrafının çekilmesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. Astronomi tarihinin belki de en anlamlı fotoğrafı, bakan herkesi üzerinde bulunduğumuz toz taneciği hakkında derin düşüncelere sürüklüyor.

NASA’nın Eylül 2013’te, yani ateşlenmesinden tam 36 yıl sonra yıldızlararası uzaya çıktığını açıkladığı Voyager-1, Güneş Sistemi’ni terk etmeden önce sayısız fotoğraf çekti. Bu fotoğraflardan en akılda kalanı, şüphesiz ‘Soluk Mavi Nokta’ (Pale Blue Dot).

Dünya’dan 6 milyar kilometre mesafeden çekilen fotoğraf, Voyager-1’in kamerası üzerine düşen ışık hüzmelerinden birinin içinde kalan ufak bir toz taneciğini gösteriyor. Orası, bugün 7 milyarı aşkın insanın yaşadığı, her gün Instagram’dan fotoğraflar paylaştığınız veya uçaklarla bir yanından öbür tarafına gidip durduğunuz yer.

Soluk Mavi Nokta’nın en anlamlı tarafı, fotoğrafın bilimsel bir amaçla değil ancak Carl Sagan’ın isteği üzerine çekilmiş olması. Bir astronomi filozofu olarak gördüğüm Sagan, fotoğrafın ‘evrendeki yerimizi göstereceğini’ söyleyerek çekilmesini istemiş. Birçok mühendis fotoğrafı çekmek için Güneş’i karşısına alacak olan Voyager-1’in kamerasının zarar görebileceğini savunmuş. Sonunda, dönemin NASA Başkanı olan Richard Truly’nin yardımıyla birçoklarının da çekilmesini istediği fotoğraf elde edilmiş.

bpaledot_02

“Sevin ya da sevmeyin, var olduğumuz tek bir yer var”

“Bilinen tek evimizi sevmeli ve onu korumalıyız”

Carl Sagan’ın fotoğraf hakkındaki ifadeleri, birçoğumuzun his ve düşüncelerini özetler nitelikte:

“Uzak bir bakış açısından Dünya herhangi bir özellik sunmayabilir. Ancak bizim için bu farklı. O noktayı tekrar düşünün. Orası, üzerinde durduğumuz yer. Orası, evimiz. O, biziz. Sevdiğiniz, bildiğiniz, duyduğunuz ve kim olursa olsun hayata gelen tüm insanlar orada yaşadı. Tüm mutluluk ve acımızın toplamı, binlerce köklü din, ideoloji ve ekonomik doktrin; türümüze ait tarihte yer alan her avcı ve avcı-toplayıcı, her kahraman ve korkak, medeniyetleri yaratanlar ve yıkanlar, tüm krallar ve işçiler; tüm aşk yaşayan genç çiftler, tüm anne ve babalar, ümit dolu çocuklar, mucitler ve kaşifler, tüm ahlak öğretmenleri, yolsuzluğa batmış tüm politikacılar, tüm süper yıldızlar, tüm yüce liderler, tüm aziz ve günahkarlar burada yaşadı; bir güneş ışınında asılı duran toz tanesinde.

Dünya, uçsuz bucaksız kozmik alanda çok küçük bir sahne. Kazanacakları zafer ve görkemlerle o noktanın bir parçasında sadece bir anlık hüküm sürmek için tüm o generallerin ve imparatorların akıttığı kan nehirlerini düşünün. Bu pikselin bir köşesinde yaşamış olanların, bir diğer köşede yaşayan ve kendilerinden güç bela ayırt edilebilen diğer sakinlerinden gördüğü sonu gelmez vahşetleri düşünün. Karşılıklı yanlış anlaşılmalar ne kadar fazlaydı, birbirlerini öldürmek için ne kadar istekliydiler, birbirlerine duydukları öfke ne kadar güçlüydü. Medeni duruşumuz, kendimizi yüksekten görme alışkanlığımız, evrende özel bir yere sahip olduğumuza dair yanılgı, bu soluk ışık noktacığı tarafından çelişkiye düşürülüyor. Gezegenimiz, büyük ve her yeri kaplayan kozmik karanlıkta yalnız başına duran bir benek. İçinde bulunduğumuz bilinmezlikde – tüm bu uçsuz bucaksız alan içinde – kendimizi kendimizden koruyabilmemiz için bir yerlerden yardım geleceğine dair hiçbir ipucu yok.

Dünya, bugüne kadar yaşam içerdiği bilinen tek yer. En azından yakın geleceğe kadar, türümüzün göç edebileceği başka bir yer yok. Ziyaret edebiliriz, evet. Ancak henüz yerleşemeyiz. Sevin ya da sevmeyin ama şu an için Dünya var olduğumuz yer. Astronominin mahçup eden ve karakter geliştiren bir tecrübe olduğu söylenir. Muhtemelen, ahmakça insan kibrini daha iyi göstermek için küçük dünyamızın bu uzaktan çekilen fotoğrafından daha iyi bir sunum olamaz. Bana sorarsanız, bu fotoğraf birbirimizle daha anlayışlı geçinmemizi ve soluk mavi noktayı, bilinen tek evimizi severek onu korumamızı gerektiren sorumluluğun altını çiziyor.”

Carl Sagan’ın sözlerini videodan dinleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=K05xxeCdhSo

Üzerinde yaşayan tüm ahmakları düşünün. Ardından uçsuz bucaksız karanlıkta onlarla yalnız olduğumuzu ve yok olmamak için sahip olduğumuz tek yeri koruyarak, oradan beraber çıkmamız gerektiğini hatırlayın. İnsanlığı gerçekliğin uçsuz bucaksız karanlığında bekleyen keşifler ve zorluklar dururken, bugün yaptığımız tartışmaları ve kafamızı meşgul eden en büyük meseleleri düşünün. Carl Sagan’ın sözleri bugün geldiğimiz noktada beni çok etkiliyor. Ancak uzun bir süreden beri uzay keşfinin tüm insanlar için değil ancak kaçmaya çalışanlar tarafından yürütüldüğünü de düşünmekten kendimi alamıyorum.

‘Çay fincanında’ fırtına koptu

Gökbilimciler Dünya’dan uzaklığı 1 milyar ışık yılından fazla olan Çay Fincanı (Teacup) Galaksisi’nde olağandışı bir fırtına gözlemledi. Galaksinin merkezindeki karadelikten kaynaklanan fırtına, Çay Fincanı’nda yıldız doğumunu sonlandırabilir.

Dünya’dan 1.1 milyar ışık yılı mesafede bulunan ve ‘sıkıcı’ olarak tanımlanan Çay Fincanı Galaksisi (nam-ı diğer J1430+1339), merkezinde kopan dev bir fırtınayla gökbilimcilerin fazlasıyla ilgisini çekmeyi başardı.

ABD’nin New Mexico eyaletindeki Very Large Array (VLA) radyo teleskop ağını kullanan gökbilimciler, adını şeklinden alan Çay Fincanı galaksisinin merkezinde yatan karadeliğin neden olduğu fırtınayı gözlemledi. Araştırmada başı çeken İngiltere’nin Durham Üniversitesi’nden Chris Harrison, ‘karadeliğin ısındığını ve galaksideki gazların büyük patlamalara neden olduğu bir mekanizmayı tetiklediğini’ belirtti.

Merkezinde başlayarak galaksiye yayılan ve milyar ışık yılı öteden gözlemlenen dev fırtına, Çay Fincanı’ndaki yıldız doğumunu sona erdirebilir. Harrison, süper dev karadeliğin galaksiyi genç yıldızlardan tamamen arınmış bir hale getirebileceğini belirtti.

‘Patlamalar 40 bin ışık yılı genişliğinde kabarcıklar oluşturuyor’

Bir zamanlar aktif yıldız doğumuna tanık olan Çay Fincanı, artık dev, eliptik bir galaksi olarak tanımlanıyor. Galakside yaşanan dönüşüm doğrudan süper dev karadelik faaliyetinden kaynaklanıyor olabileceği gibi gökbilimciler büyük galaksilerde yaşanan dönüşümler hakkında yeni bilgiler elde etmeyi umuyor.

Gökbilimciler, galaksinin merkezinde yaşanan patlamaların neden olduğu ‘kabarcıkların’ yaklaşık 40 bin ışık yılı uzunluğunda olduğunu belirtti.

Galaksinin çekirdeğinden saçılan plazmanın hızı ise saniyede 1000 kilometre. Kısaca, saatte 3.53 milyon kilometre.

VLA, 'Y' şeklinde dizilen radyo teleskoplardan oluşuyor [Fotoğraf: NASA]
VLA, ‘Y’ şeklinde dizilen radyo teleskoplardan oluşuyor [Fotoğraf: NASA]
Durham Üniversitesi’nden Alasdair Thomson, ‘galakside müthiş bir hızla ilerleyen gazın diğer gaz kütleleriyle çarpıştığını’ belirtirken, radyo teleskoplarla gözlemlenen galaksilerde ilk kez bu denli büyük bir kozmik fırtına tespit edildiğini belirtti.

Astrophysical Journal dergisinde yayımlanan araştırma, yıldızları oluşturan materyali yutan veya dağıtan süper dev karadeliklerin galaksi oluşumunda nasıl bir rol üstlendikleri hakkında yeni ve değerli bilgiler sunacak.

Obez timsah fazla tavuk yemekten öldü

Dünyanın bilinen en şişman timsahı, aşırı tavuk yedirilmekten dolayı öldü. Talihsiz timsahın kalp krizi geçirdiği düşünülüyor.

Başlıktan kendi suçuymuş gibi algılanabilir ancak 100 yaşındaki obez timsah doğrudan insanların sorumsuzluğundan hayata veda etti. Bangladeş’in güney batısındaki Hazrat Han Ali tapınağı yakınlarında yaşayan timsah, yerel halkın göz bebeği olduğu gibi iyilik bulmak için sunulan kurbanlarla besleniyordu.

Çatlayana kadar besledikleri timsaha ad koyma zahmetinde bulunmayan köylüler, iyi şans getirsin diye kurban ettikleri keçi ve tavukları timsahın önüne attı. Çatlayana kadar yiyen timsah, yemeğin ardından girdiği gölde ters dönmüş olarak bulundu.

timsah_obez_02

Ancak trajikomik olay bununla sınırlı değil. Timsahın bakıcısı Muhmmed Sarwar, geçmişte aşırı yemekten dolayı üç timsahın daha öldüğünü belirtti. 40 yaşındaki Sarwar, ‘bu konuda ne yapacaklarını bilemediklerini’ söyledi.

Telegraph’da yer alan habere göre yerel halk timsahları ne kadar çok beslerse dileklerinin de o kadar yerine geleceğine inanıyor. Obez timsahın 14 Şubat’tan iki gün önce ölmüş olması, batıl inançların halen ne kadar güçlü olduğuna dair güçlü bir örnek.

Timsahların ömrü genelde 70 ila 100 yıl arasında değişiyor. Bilinen en yaşlı timsah 115 yaşında Rusya’daki bir hayvanat bahçesinde ölmüştü.

‘Donmuş hayvanat bahçesi’ hayvanların son ümidi olabilir

Hızla artan insan nüfusunun yaşam alanını yok ettiği ve spor olsun diye öldürdüğü hayvan türlerini koruyabilmek için yeni bir fikir ortaya atıldı: Dondurulmuş hayvan yumurtalarını kullanmak.

İyi ve kötü niyetli insanların çelişkilerle doldurduğu dünyamızda giderek artan olumsuzluklar kimin daha başarılı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Dört bin yıl önce yok olduklarına inanılan mamutları hayata döndürmek için uğraşan bilim insanları, diğer yandan nesli tükenmekte olan canlıları korumak için yeni çareler üretmeye çalışıyor. Ancak bu sanılandan çok daha zor olabilir.

Son bir yıl içinde nesli tükenme tehlikesi altında olan hayvanlar hakkında kaç tane haber yaptığımı saymam gerçekten zor. Her yıl 100 milyondan fazla avlanan köpekbalıkları, Çin ve Doğu Asya ülkelerinde zenginlik sembolü olan armadillolar, kaçak avcıların kurbanı olan fil ve gergedanlar, küresel ısınma tehdidi altındaki penguenler ve Ebola’nın kırıp geçirdiği büyük maymunlar nesli tükenen canlı türlerinden sadece birkaç tanesi.

Vaziyet o kadar kötü bir noktaya geldi ki, bilim insanları Ekim 2014’te yaptıkları açıklamada ‘Altıncı kitlesel yok oluş sürecine girmiş olabileceğimiz’ uyarısında bulundu. Biodiversity and Conservation dergisinde yayımlanan araştırmada en korkutucu istatistik, 1950 yılında sayıları 500 bin olan Panthera leo türüne ait aslan sayısının 2012’de 32-35 civarına inmesiydi.

Popüler kültüre kıyamet alameti hayvanların yok olmasına pek önem vermiyor ancak küresel çapta giderek bozulan ekosistem bir gün insanların hayatlarını çekilmez hale getirebilir. Hindistan’da arı kıtlığından dolayı insanların polen taşımacılığı yapmak zorunda kalması, gelecekte belirebilecek tablo karşısında çok basit kalabilir.

‘Titanik’in güvertesindeki şezlongları düzenlemeye benziyor’

San Diego Havyanat Bahçesi’nde yaşayan beyaz gergedan Angalifu’nun ölümünün ardından bilim insanları yok olması neredeyse kesinleşen türleri kurtarmak için donmuş hayvanat bahçesi fikrini öne sürdü.

Geride kalan 40 yılda binden fazla hayvan türüne ait 10 bin genetik materyalin saklandığı soğuk depolar, San Diego Hayvanat Bahçesi’nin arasında bulunduğu birkaç yerde bulunuyor. Bilim insanlarının amacı, nesli kısa süre önce tükenen Hawaii’ye özgü Po’ouli kuşu gibi canlıları yeniden canlandırmak.

gergedan_AP_main
Angalifu 44 yaşında kanserden öldü [Fotoğraf: AP].

Yok olan hayvanları diriltmesinin yöntemleri arasında tüp bebek, klonlama ve kök hücre yöntemlerinin kullanılabileceği düşünülüyor. Ancak hangi yöntemin başarılı olacağını belirlemek şu an için çok zor. Mamutlar için düşünülen yöntem klonlama ancak bunu başarabilmek için elde edilen DNA’dan genomun eksiksiz inşa edilmesi gerekiyor.

Stanford Üniversitesi’nden Paul Ehrlich, ‘donmuş hayvanat bahçesinin Titanic’in güvertesindeki sandalyeleri düzenlemeye çalışmak gibi olduğunu’ söylüyor. Bilimin nesli yok olmakta olan hayvanları korumak için yeterli olmayacağına dikkat çeken Ehrlich, ‘küresel ısınmanın ve hayvanların yaşam alanlarının işgal edilmesinin önüne geçilmesi gerektiğini’ ifade ediyor.

Science dergisinde Temmuz 2014’te yayımlanan araştırma, insanların geride kalan 500 yılda 322 hayvan türünü yok ettiğini ortaya koymuştu. Sürekli çoğalan ve sürekli öldüren insanların bu kadar hayvana yeniden yaşam olanağı verebileceğini düşünmek gerçekten zor.