Türkiye küresel alanda en çok siber saldırıya uğrayan beşinci ülke

Enflasyon, savaş, göçmen krizi, kitlesel psikoz ve uyuşturucu ile sağlık krizlerinin neden olduğu aşırı ölümler derken, 2023 insanlık tarihinin en bunalımlı yıllarından biri olmaya devam ediyor. Tüm bu sorunlar yetmezmiş gibi her geçen yıl giderek artan siber saldırılar milyonlarca insanın birikimlerini yağmalamaya, şirketlerin iflasa sürüklemeye ve kritik altyapıları tehdit etmeye devam ediyor.

Sanal Özel Ağ (VPN) şirketi SurfShark tarafından sunulan en son rapora göre, 2023’ün ikinci çeyreğinde güvenlik ihlaline uğrayan hesap sayısı 110.8 milyon. İşin kötü tarafı, siber saldırıya maruz kalan ülkeler sıralamasında Türkiye beşinci sırada.

Surfshark tarafından yayınlanan rapor, sonu gelmek bilmeyen 2023’ün birinci ve ikinci çeyreği arasındaki siber saldırıları karşılaştırıyor. Öne çıkan veriler şu şekilde (uğranan saldırılar, sızdırılan hesapları temsil ediyor):

  • 2023 Q2’te yaşanan veri ihlalleri Q1 2023’ün 2.6 katı olarak belirdi.
  • İkinci çeyrekte küresel alanda güvenliği ihlal edilen hesap sayısı ilk çeyreğe oranla %156 artış gösterdi.
  • Yaklaşık 2.8 milyon hesabın güvenliğinin ihlal edildiği Türkiye, küresel alanda en çok saldırıya maruz kalan beşinci ülke olarak belirdi.
  • Geride kalan üç ay içerisinde Türkiye’de saldırıya maruz kalan hesap sayısı 22 kat arttı ve 120 bin hesaptan 2.8 milyona fırladı.
  • ABD, Rusya, İspanya ve Fransa Q1’de olduğu gibi Q2’de de ilk beş içerisinde yer alırken, Türkiye Q2’de ilk beşin içerisine girdi.
  • ABD, Q1’de ikinci sırada yer alırken, Q2’de en çok saldırıya uğrayan ülke haline geldi ve toplam 49.8 milyon saldırıya maruz kaldı.
  • İlk beşteki tüm ülkelerin maruz kaldığı saldırılar gözle görülür miktarda artarken, Rusya 15.3, İspanya 3.7, Fransa ise 3.4 milyon saldırıya tanık oldu.
  • Tayvan’a yönelik saldırılar ise ciddi bir şekilde düşerken, Q1’de yaklaşık 4 milyon hesabın saldırıya uğradığı ülkede Q2’de sadece 17.9 bin hesaba sızıldı.

Saldırıların yoğunluğunda Türkiye dokuzuncu sırada

Saldırıların yoğunluğu, bir ülkenin maruz kaldığı saldırı sayısının nüfusu ile bölünmesi ile hesaplanıyor. Böylece, bir ülkeye yönelik siber saldırı olasılığı daha iyi gözlemlenebiliyor. Aynı nüfusa sahip iki ülkenin yaşadığı saldırı sayılarının farklılığı, hangi ülkenin siber suçlular tarafından daha fazla ilgi gördüğünü anlamayı sağlıyor.

Örneğin, 1,000 kişide 78 hesabın sızdırıldığı Finlandiya, Q2’de günlük 4.7 bin hesabın saldırıya uğrama yoğunluğu ile dördüncü sırada yer aldı ve İspanya’yı geride bıraktı. 1,000 kişi başına 72 hesabın sızdırıldığı Avustralya da saldırı yoğunluğunda beşinci sırada yer aldı.

5,5 milyonlu Finlandiya’ya kıyasla, nüfusu 84.8 milyon olarak belirtilen Türkiye’de Q2’de her gün saldırıya uğrayan hesap miktarı yaklaşık 30,000 olarak belirdi ve Türkiye saldırı yoğunluğunda dokuzuncu sırada yer aldı.

Öte yandan, ABD ve Rusya bu kategoride de sırasıyla birinci ve ikinci sırada yer aldı. ABD’de Q2’de her 1,000 hesaptan 147’si sızdırılırken (Q1 16), Rusya’da 1,000 kişi başına 106 hesaba erişildi (Q1 47).

En hassas bölgeler

Rapora göre Asya, Afrika ve Antarktika’nın maruz kaldığı saldırılar azalırken, Kuzey Amerika, Avrupa, Okyanusya ve Güney Amerika’ya yönelik saldırılarda artış yaşandı.

  • Kuzey Amerika’ya yönelik saldırılar iki çeyrek arasında %806 artarak 51.3 milyona ulaştı.
  • Avrupa’ya yönelik saldırılarda %56 artış görüldü ve 17.9 milyona fırladı (Bu bölgede sızdırılan hesapların yarısından fazlası Rusya iken, geri kalanı sırasıyla %13 ve %12 ile İspanya ve Fransa).
  • Okyanusya’ya saldırı oranı %730 artarak 2.4 milyona çıkarken, Güney Amerika’da sızdırılan hesap sayısı %90 artarak 1.6 milyon oldu.
  • Q1’de en çok saldırıya uğrayan ikinci bölgeyi temsil eden Asya’da sızdırılan hesaplar 10.9 milyondan 5.8 milyona düştü, Afrika’da da 1 milyondan 980 bine geriledi.

SurfShark raporu, Nisan-Haziran 2023 verilerinin Ocak-Mart 2023 verileri ile karşılaştırılması ile hazırlandı.

ChatGPT’deki GPT ne anlama geliyor?

OpenAI şirketi tarafından Kasım 2022’de sunulduğundan bu yana tezini bitirmeye bir türlü zahmet edemeyen sayısız üniversite öğrencisinin sevgilisi haline gelen ve binlerce mesleğin geleceğini tehdide atan fazlasıyla gelişmiş yapay zeka ChatGPT, neredeyse her gün trend olarak kalmayı başaran bir teknoloji harikası. Öyle ki, sunulduğu tarihin üzerinden bir sene geçmemiş olmasına rağmen aktif kullanıcı sayısı 100 milyonu geride bırakmış durumda.

ChatGPT için teknoloji dünyasında en ‘disruptor’ (bozan, aksatan ifadelerinden yola çıkarak bozguncu diye çevirmek uygun olacaktır) ürün denilebilir. Sorduğunuz her soruya mükemmel bir mantık ve bilgi bileşimi ile cevap veren yapay zeka o kadar etkili ki, OpenAI kurucusu Sam Altman, Mayıs ayında ABD Senatosu’nun gizlilik, teknoloji ve kanun alt komitesi karşısına çıkarak ifade vermek zorunda bile kaldı. Açıklamaları ile yüreklere su serpen Altman, “Eğer bu teknoloji yoldan çıkarsa, ki çıkabilir, bizler bu konusa sesimizi yükseltmek istiyoruz… Hükümet ile çalışarak böyle bir senaryonun önüne geçmek istiyoruz” açıklamasını yaptı (CNN).

Bu kadar trend olmasına rağmen, internette kimsenin ChatGPT’nin GPT’si ne anlama geliyor diye sorduğunu görmedik. Haliyle meyvelerini toplamak varken adından bana ne diyen son kullanıcı için çok merak edilen bir şey olmasa da, haliyle GPT’nin bir anlamı var: Generative Pre-trained Transformer (Jeneratif/Üretici Ön-eğitimli Dönüştürücü). Bu şekilde tanımlanması da son derece doğal. ChatGPT, OpenAI tarafından insanlar ile metin bazlı diyaloglar kurabilmesi için geliştirilmiş bir yapay zeka (AI). Kendisine sorulan herhangi bir soruya son derece doğal ve insan vari cevap verebilmesi, bilgiyi anında harmanlama yeteneği ile insanları şaşkına çeviriyor.

Daha teknik bir ifade ile ChatGPT bir geniş dil modeli-bazlı chatbot’u temsil ediyor. Silip süpürdüğü anormal sayıdaki metin bazlı veriyi kullanarak insanlara insan diliyle gayet mantıklı cevaplar veriyor. Kodlamadan metin yazarlığına kadar birçok amaç için kullanılabilen ChatGPT, cevapları ile bbir tutam robotik kalsa da, yazacağı bir metnin gerçekten insan elinden çıkıp çıkmadığını anlamak neredeyse imkansız.

Peki kendisi GPT’nin açılımını nasıl tanımlıyor? IFLS bunu düşünmüş ve kendisine sormaya karar vermiş. ChatGPT’nin cevapları şu şekilde:

Generative: Doğal dil işlenme konseptinde, “jeneratif” modelin insan diline benzeyen yeni metin oluşturabildiği anlamına gelir. Eğitimde öğrendiği desenlere/yapılara dayalı olarka uyumlu ve bağlamsal olarak uygun cümleler, paragraflar veya uzun cümleler kurabilir.

Ön-eğitimli: “Ön-eğitim”, modelin internet diğer kaynaklardaki çok büyük miktardaki metin içeren büyük veri kümesine dayalı ilk eğitim safhasını temsil eder. Ön-eğitim esnasında, model bir önceki kelimelerden yola çıkarak bir cümledeki diğer kelimeyi tahmin eder. Bu işlem modellin verideki istatistiksel desenleri ve mevcut ilişkileri yakalamasını sağlar.

Dönüştürücü: “Dönüştürücü” 2017’de Vaswani et al. (diğer katkı sağlayan yazarlar) tarafından yayımlanan “Attention is All You Need” (Tek İhtiyacınız olan Dikkattir) adlı makalede açıklanan spesifik bir derin öğrenme mimarisini temsil eder. Bu mimari bireysel dikkat mekanizmalarını harekete geçirerek girdi sekanslarını paralelde işlemeyi sağlar, bir çıktı üretildiği esnada modellin iki farklı kelime arasındaki önemini değerlendirmesini sağlar. Dönüştürücüler doğal dil işleme görevlerinde uzun menzilli bağımlılıkları ve kendi paralelleştirme yetenekleri sayesinde popüler hale gelmiştir.

Evet, bayağı başarılı. Mesleğimi bir gün elimden alacak kadar…

Pasifik Okyanusu’ndan çıkarılan meteor parçaları bir uzay gemisine ait olabilir mi?

Harvard Üniversitesi’nden fizikçi Avi Loeb, Pasifik Okyanusu’nun tabanından topladığı 50 küçük yuvarlak demir parçasının yıldızlararası bir uzay gemisine ait olabileceğine inanıyor.

ABD Ordusu’nun 2020’de kamuya sunduğu, 2004 ile 2009 yılları arasında çeşitli uçak gemilerinde görevli pilotlar tarafından kaydedilen görüntülerin ardından, küresel alanda uzaylıların varlığını sorgulamak neredeyse gereksiz bir mevzu haline geldi. Öyle ki, Planet X tartışmalarını takiben birçok prestijli akademisyen ve bilim insanı da Dünya dışı varlıklara dair cesur açıklamalarda bulunmaktan çekinmiyor.

Bu isimlerden bir tanesi, Ocak 2014’te Güney Pasifik Okyanusu’na düşen ve US Space Command taradından 500 kilo civarında olduğu belirtilen bir ateş topunun parçalarını yıldızlararası bir uzay gemisi ile ilişkilendiren Avi Loeb. ABD Savunma Bakanlığı tarafından da takip edilen ve birçok meteordan çok daha hızlı hareket ettiği tespit edilen gök cismi, Papua Yeni Gine açıklarındaki Manus Adası’nın yakınlarına çakılmıştı.

NASA Dünya’ya Yakın Nesneler Çalışması tarafından (CNEOS) CNEOS 20140108 olarak kayıtlara geçirilen gök cismi, aynı zamanda bir yıldızlararası meteor olarak (IMI) da biliniyor.

Bir meteor bulgusundan uzay gemisi parçası iddiasına zıplamak son derece zor bir iş olsa da, bu iddia bir Harvard fizikçisi tarfından yapıldığı için dikkatleri çekmiyor değil. Peki nasıl?

‘Oumuamua ilk ziyaretçiydi’

Loeb’e göre, 2017’de gözlemlenen ve küresel astroofizik dünyasının gündemine oturan Oumuamua (dosya adı ile 1I/2017U1), kesinlikle olağan bir olay değildi. Yörüngesi gezegenlerin dairesel yörünge ve kuyrukluyıldızların eliptik yörünge hareketinden tamamen farklı olan Oumuamua, Güneş Sistemi’ne girip sonra gözlerden kaybolmuştu.

Bilim insanları esrarengiz gök cisminin yörünge hareketini takip ettiğinde, Güneş Sistemi’nin en uç noktalarına kadar ulaştılar. Her ne kadar doğrudan gözlemlenmemiş olsa da, ışınların yüzeyinden yansıması incelendiğinde Oumuamua’nın puro şeklinde olduğu, tepeden bakıldığında ise bir tabak gibi görüneceği belirtildi.

Loeb, 2018’de kaleme aldığı makalede, Oumuamua’nın doğal değil yapay bir yörünge izliyor olabileceğini ve Dünya dışı gelişmiş bir medeniyetin ürünü olabileceğini öne sürmüştü. Loeb’in Oumuamua’dan yola çıkarak Güneş Sistemi’nde olağandışı gök cisimlerinin hareketini incelemeye başlaması, CNEOS arşivlerinde CNEOS 20140108’i keşfetmesini sağladı. Ateş topunun yörünge hareketini tespit eden ve Güney Pasifik Okyanusu’na düştüğünü tespit eden Loeb, çok güçlü bir mıktanıs kullanarak çok sayıda küçük parçaya ulaşmayı başardı. Bu operasyona ait görüntüleri ve ‘ateş topunun’ parçalarının bulunduğu konumu incelemek isterseniz bu makaleye göz atabilirsiniz.

Peki, IMI, yani yıldızlararası meteor olarak arşivlenen CNEOS 20140108 gerçekten Dünya dışı bir uzay gemisinin parçaları olabilir mi?

Oumuamua’nın ESO Çok Büyük Teleskop tarafından çekilen görüntüsü. Yıldızlararası asteroid, görüntünün ortasında yer alan parlak yıldızın üzerindeki küçük nokta olarak beliriyor. Kaynak: ESO

Dünyevi mi yoksa yıldızlar ötesi mi?

The Conversation sayfasında yer alan bilgiye göre, Pasifik Okyanusu’ndan çıkarılan her bir parça yaklaşık yarım milimetre çapında. Dahası, bu parçaların Dünya dışı olmaları hayli mümkün. Öyle ki, geçmişteki birçok bilimsel keşifte okyanustan Dünya dışı nesnelere ait parçacıklar çıkarıldı.

Metalik küçük küre (metalic spherules) olarak adlandırılan parçaların çıkarıldığı ilk keşif görevi, 1872-76 yılları arasında gerçekleştirilen HMS Challenger. Meteoritlerin yüzeylerinden kopan parçaların Dünya atmosferine girdikleri esnada eriyerek katılaşması ile oluşan kozmik parçalara ilk olarak kozmik küçük küreler adı konmuş. Challenger keşif görevini takip eden 150 yıl içerisinde okyanuslardaki kirliliğin giderek artması ise bu tür enkazların bulunmasını giderek zorlaştırmış.

Loeb’e göre Manus Adası açıklarından çıkarılan kozmik parçalar sadece Dünya dışı değil, yıldızlararası bir kökene sahip. İşin doğrusu, Dünya’da yoğun miktarda yıldızlararası materyal bulunuyor ancak birçoğu Loeb tarafından okyanus dibinde bulunduğu gibi yer almıyor. Yıldızlararası boşluk birçoğu organik birçok farklı molekül içeriyor. Söz konusu moleküllerin bir kısmı, Güneş Sistemi’nin bir zamanlar oluşmaya başladığı bölgeye dağılmış kabul ediliyor. Ek olarak, henüz Güneş’in bile doğumundan önce süpernova ile yok olan birçok yıldız da elmaslardan safire kadar birçok materyalin yıldızlararası boşluğa karışmasını sağladı.

Gelinen noktada, her ne kadar Pasifik Okyanusu’nun derinliklerinden milimetre çapında kozmik enkaz çıkarmaya kadar ulaşan büyük bir çaba söz konusu olsa da, Loeb’in iddiası birçoklarını tatmin etmekten uzak. Yıldızlararası bir uzay gemisine ait olduğu öne sürülebilecek milimetrik enkaz parçaları Güneş Sistemi içinde oluşmuş olabilir mi? Yapılan analizler, kozmik enkazın büyük kısmının ağırlıklı olarak demir içerdiğini gösterdi.

Güneş Sistemi’ndeki meteorların demir ve nikel içerdiği biliniyor. Küçük metal kürelerin ise çok az miktarda nikel içermesi, Güneş Sistemi dışından olabileceklerini gösteriyor. Öte yandan, yıldızlararası olduklarını kanıtlamaktan çok uzak bir bulguyu temsil ediyor. Öte yandan, eğer küçük metal kürelerin yaşı Güneş’ten yaşlı çıkarsa, yıldızlararası oldukları ihtimali hayli güçlenecek. Peki, bir zamanlar parçası oldukları uzay gemisinin yörüngesine dair en ufak bir bilgi elde etmek mümkün olacak mı?

Ana görsel: ESO/M. Kornmesser

Mega Kentlerin Metro Hatlarını Mantarları Kullanarak Tasarlayabiliriz

Tüm canlılar biyosferin altında uyum içinde yaşamaktadır. İnsanlar medeniyetlerini kurarken doğanın kendisinden yani geldikleri yerden çokça ilham aldılar. Bugün sahip olunan yüksek teknoloji, uçaklar, araçlar ve daha fazlası bu ilhamın izleriyle doludur.

Medeniyetin simgesi olan yollar Antik Roma dönemlerinden günümüze kadar önemini hep korumuştur. Bugün düne kıyasla ulaşım çok daha önemli bir konumdadır. Mega kentlerimizi birbirine bağlayan büyük otoyollar ve demiryollarının yanında bu kentlerin içindeki ulaşımda oldukça önemlidir. Şehir içi ulaşımın vazgeçilmez parçalarından biri yer altından giden, trafik probleminden uzak olan şehir metro hatlarıdır. Gelişmiş birçok toplumda bu metro hatları büyük öneme sahiptir.

Ancak medeniyet geliştikçe problemleri de büyümektedir. Metro hatlarının daha iyi konumlandırılması ve tasarlanması için harcanan vakit, emek ve para bu sürecin en zor yanlarından biridir. Peki, doğa yine bize yolumuzu gösterebilir mi? Herhangi bir canlı, mühendis ve mimarın uzun süreler sonunda ortaya çıkarabileceği metro hattı planlarını ve tasarımlarını saatler içerisinde oluşturabilir mi?

Physarum polycephalum veya Blob, benzersiz özellikleriyle dikkat çeken bir organizmadır. Bu organizma, tek hücreli bir mantar olarak sınıflandırılırken, aslında bir mantar veya bir amip gibi davranır. Tıpkı diğer mantarlar gibi, besinini dışarıdan emerek alır. Doğada nemli orman tabanları ve organik maddelerin bulunduğu diğer bölgelerde yaygın olarak bulunur.

Kaynak: frankenstoen/Wikipedia

En ilginç özelliklerinden biri, karmaşık mukus tabakaları oluşturarak çevreyle etkileşim kurmasıdır. Bu mukus, organik maddeleri parçalamak ve emmek için çevresine yaydığı enzimleri içerir. Ayrıca, kimyasal ve ışık uyaranlarına cevap verme yeteneğine sahiptir ve bu da onun çevresine adapte olma, en uygun yaşam alanlarını seçme yeteneğine sahip olduğu anlamına gelir.

Physarum polycephalum’un ilgi çeken bir diğer özelliği de zekice davranışlarıdır. Örneğin, yiyecek kaynakları arasında en kısa ve en etkili yolu bulma yeteneği gösterir ve bu da onu “Labirent çözen bilge mantar” olarak adlandırılmasına neden olmuştur.

Physarum’un bu kendi yolunu bulma yeteneği önemli bir çalışmaya konu oldu [KAYNAK 1]. Bir petri kabı içerisinde gerçekleştirilen çeşitli deneyler bu eşsiz cıvık mantarın Tokyo’nun geniş metro ağının birebir aynısını oluşturabileceğini gösterdi.

Figür 1

Araştırmacılar figür 1 de gösterildiği gibi öncelikle coğrafik olarak taklit ettikleri Tokyo bölgesini merkeze alarak Physarum’un büyümesine izin verdiler. İlk olarak mevcut alanın tamamını doldurdu, ancak sonra daha kalın kanalları oluşturmak için çepe çevre her yeri saran ağ yapısı giderek inceldi. Sonunda neredeyse tamamen Tokyo metrosunun yapısına eş değer bir görünüm kazandı.

Araştırmacılar farklı bir deney düzeneği daha kurguladılar. Bu sefer ortamda herhangi bir şehir yapısı bulunmaksızın Physarum’un yayılmasına ve tüm petri kabını kaplamasına izin verildi. Daha sonra eş zamanlı olarak şehir yapısını taklit eden konumlara ilgili besin maddeleri yerleştirildi. Sonuç yine aynıydı [Figür 2]. Tokyo metro hattının en olası şeklinin küçük bir modellemesini gözler önüne serdi Physarum…

Tabii ki bu çalışma yalnız gözlemsel bir benzerliği kapsamıyor. Kaynağından okuma yaptığınızda göreceğiniz üzere ölçülü matematiksel bir yapıya sahiptir. Doğa her zaman en büyük yol göstericimiz olmuştur. Onun izini takip ettikten sonra kaybolma olasılığımız yok denecek kadar azdır.

-Science is Everything-

Ana görsel: Tim Tim/Wikimedia

İklim Değişikliği Canlı Yaşam Alanlarını Nasıl Değiştiriyor?

Küresel iklimdeki değişikliklerin her ne kadar insan hayatındaki etkileri üzerine yoğunlaşıyor olunsa da, iklim değişikliği bizim dışımızdaki canlıların yaşama şeklini de olumsuz yönde etkiliyor. Yaklaşık dokuz milyon bitki ve hayvan türü küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan sebeplerden ötürü risk altında ve korunmaya ihtiyaç duymaktadır. İklim değişikliğinin neden olduğu ekolojik bozulma diğer faktörlere göre daha yavaş gerçekleşiyor olsa da önlemi şimdiden alınmalıdır.

İklim krizi derinleşirken yaşamın temelini oluşturan biyoçeşitlilik de şimdiye kadar görülmemiş bir hızda azalıyor. 1980’li yıllardan itibaren daha belirgin hale gelen küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği su kaynaklarının azalması, besin kıtlığı, enerji sıkıntısı, kuraklık, çölleşme, göç gibi sosyoekonomik ve politik etkilerinin yanında doğal peyzaj dokusunun bozulması, ekosistemler, türler ve gen kaynakları gibi biyolojik çeşitliliğin temel parçaları olan sistemleri de olumsuz etkiliyor. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilikte yaşanan kaybın en büyük nedenlerinden biri olarak öne çıkıyor. Uzmanlar, küresel ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 2°C yükselmesi durumunda, günümüzde var olan bitki türlerinin %18’ini ve memeli türlerinin %22’sini kaybedeceğimizi tahmin ediyor. Araştırmacıların iklim değişikliğinin önüne geçmek için gösterdikleri gayretin yanı sıra bitki ve hayvan türlerinin değişen iklim koşullarına nasıl adapte olacağının da çalışmalarını yürüttükleri biliniyor.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı ve Londra Zooloji Derneğinin 2020 yılında yayımladığı raporda takipte oldukları canlı türlerinin popülasyonlarında %68 oranında azalma tespit edildiğini belirtiyor.

Bitki ve Hayvan Türlerinin Kaybı Ne Anlama Geliyor?

Dünya iklim krizinin büyüklüğüne odaklanmaktan ne yazık ki onun alt branşlarıyla ilgilenmekte geç kalıyor. Bu durum da görmezden gelinen sorunların büyümesine neden oluyor. Biyoçeşitlilik krizi de bu sorunlar arasında en göze çarpanı olarak öne çıkıyor çünkü Uluslararası Doğa Koruma Birliğine göre sadece 2020 yılında 15 canlı türünün nesli tükendi. Hayvan türlerinin varlığı da bitki türlerinin çeşitliliğinin artmasına ve devamlılıklarını korumasına yarıyor. Birbirini besleyen bu iki zincirde gerçekleşen herhangi bir eksilme veya kopma bir domino etkisi yaratıyor. Örneğin; Doğa Koruma Merkezi Biyolojik Çeşitlilik Koruma Programı Koordinatörü Dr. Özge Balkız, “Özellikle arılar, kelebekler, bazı kuş ve memeli türleri, temel besin bitkilerinin çoğalmasını sağlıyor. Bu faydanın ekonomik karşılığı her yıl 235 ile 577 milyar dolar arasında” diyor. IPBES’in 2019 yılında hazırladığı rapor da bunu doğrular nitelikte. Raporda Dünya üzerinde tüketilen besinlerin (kahve, kakao, sebze) neredeyse yüzde 75’inin hayvan tozlaştırmasına bağlı olduğu belirtiliyor.

Biyoçeşitlilik Neden Azalıyor?

Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak azalan biyoçeşitliliğin hızı giderek artıyor. IPBES’in –Intergovernmental Science-Policy Platform on Biodiversity and Ecosystem Services– hazırlamış olduğu rapor bize bu konuda önemli tespitlerde bulunuyor. Birleşmiş Milletler bünyesinde yapılan araştırmalar neticesinde hazırlanan kapsamlı raporda öne çıkarılan en önemli sorunlar toprak ve su kullanımındaki değişiklikler ile bitki ve hayvan türlerinin aşırı tüketimi olarak belirtilmiştir. Dolaylı nedenler olarak belirtilen sorunlardan bazıları da kontrolsüz şehirleşme, ormansızlaşma ve büyüme-tüketim odaklı ekonomik sistemlerdir.

Türkiye’de özellikle İTÜ ve Hacettepe Üniversitesinde biyolojik çeşitliliğin azalmasına yönelik çalışmalar hızlanırken sorunların yalnızca iklim değişikliği merkezinde toplanmaması gerektiği ve diğer nedenlerin de öne çıkarılmasının elzem durumda olduğu genel kanı haline gelmiştir.

Sonuç olarak küresel ısınmanın önümüzdeki on yıllardaki boyutu türlerin devamlılığı için büyük önem teşkil ediyor zira ısınma 1,5°C’de sabit tutulabilse dahi bitkilerin yüzde 8’i, omurgalıların yüzde 4’ü bu durumdan zarar görüyor. Sadece bu veri bile küresel ısınma ile mücadele edilen her dakikanın kıymetini gözler önüne seriyor.

KAYNAKÇA

https://m.bianet.org/bianet/iklim-krizi/216633-iklim-krizi-biyolojik-cesitliligi-yok-ediyor

https://www.indyturk.com/

DEMİR, Aynur, Küresel İklim Değişikliğinin Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Kaynakları Üzerine Etkisi, A.Ü.

Çevreyi Koruyarak Ekonomi Nasıl Canlandırılır?

Birçok insan tarafından doğaya yapılan yatırımların ya da doğayı korumaya yönelik alınan önlem ve hareketlerin genellikle ekonomik faaliyetlerle doğrudan bir çıkar ilişkisinin olmadığı düşünülür. Sistemin devamlılığının sağlanması için doğadan “belli düzeyde” taviz verilmesi gerektiği zannedilir.

Madenlerin çıkarılması, fabrikaların işletilmesi, hizmet sektörünün canlandırılacağı tesislerin inşa edilmesi gibi faaliyetler makro düzeyde doğaya zarar vermekte ve küresel ısınmanın kuvvetle hissedilmeye başlandığı bu zamanlarda yoğun tartışmalara neden oluyor. Peki doğanın ön planda olduğu ve zarar görmeyeceği yatırımların ekonomiyi geliştirmesi mümkün mü?

Yapılan son çalışmaya göre küresel ısınmanın etkisiyle oluşan çevresel bozulmaların önümüzdeki yıllarda ekonomik faaliyetleri yavaşlatacağı ve bunun en çok fakir ülkeler düzeyinde hissedileceği belirtiliyor. Aynı çalışma, doğaya yapılacak yatırımlarla bu zararın minimize edileceğini ve “kazan-kazan” stratejisini geliştirilebileceğini söylüyor.

Küresel Bir Ekonomi Modeli Ortaya Atıldı

Minnesota Üniversitesi ve Purdue Üniversitesinden araştırmacılar bulgularını Proceedings of the National Academy of Sciences‘ta yayınladılar. Araştırmacılar, ekonomi ve çevre arasındaki etkileşimi geliştirmek ve birbirine zarar vermesini engellemek adına küresel bir ekonomi modeli ortaya attı. Bahsi geçen etkileşimlerden bazıları; mahsulleri tozlaştırmak, kereste sağlamak, karbon depolamak ve deniz balıkçılığı için av sağlamak. Bunlar doğanın insanlara nasıl fayda sağladığını ve bu faydaların genel olarak ekonomiyle nasıl pozitif bir ilişkisinin kurulabileceğini gösterir.

Araştırmayı yürütenlerden biri ve Minnesota Üniversitesinde Uygulamalı Ekonomi bölümünde öğretim görevlisi olan Justin Johnson, “Uzun süredir ekonomi ve çevrenin birbirine karşı çalıştığını düşündük.” dedi. Çevreyi korumak için yapılan her adımın ekonomik gelişmenin önünü tıkayacağı fikri o denli kanıksandı ki küresel ısınma birçok büyük şirket tarafından kasıtlı olarak görmezden gelindi. Esasen doğaya yatırım yapmak ekonomiyi bozmaz ancak bunun sağlam bir modellenmesinin yapılması gerekir.

Purdue Üniversitesi Küresel Ticaret Analizi Merkezinde oluşturulan bir modelde öncelikle bir küresel genel denge ekonomik sistemi olan GTAP ile bir dizi ekosistem hizmet sistemi InVEST birleştirilmiştir. Küresel Ticaret Analizi Projesi (GTAP), uluslararası politika konularının nicel analizini yürüten küresel bir araştırmacı ve politika yapıcılar ağıdır.[1] GTAP ve InVEST, dünya genelinde hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör tarafından yaygın olarak kullanılsa da bu iki modelin tek bir modelde birleştirilmesi, çıkarlarının benzeştirilmesi ve bunun doğaya faydalı olacak hale getirilmesi büyük bir başarıdır çünkü geleneksel modeller genellikle ekonominin doğa ile amansız bir çatışma içerisinde olduğu fikriyle hazırlanmıştır.

Bu yeni çalışma ile beraber ekonomik faaliyetlerin bir sonucu olarak arazi kullanım modellerinin nasıl ve nerede değiştiğine dair ayrıntılı bir anlayış ve bu değişikliklerin çevresel sonuçlarını anlamak için yeterli mekansal ayrıntıya sahip olunacak. Elbette bu araştırmadan elde edilen sonuçlar çevresel bozulma gerçekleştiğinde bundan maksimum düzeyde etkilenmesi beklenen fakir ülkeler için bir kalkınma planı mesabesindedir. Bu model şimdilik küçük alt kümelerle ilgileniyor olsa da ilerleyen çalışmalarda daha da geliştirilerek komple bir hizmet verecektir.

Burada politika yapıcıların tutumları da önem kazanmaktadır çünkü belli düzeyde yatırımları kontrol etmeleri ve ülkenin doğayla uyumlu politikalara yönelmesini sağlamaları gerekecek. Belli durumlarda doğayla uyumlu olmayıp fazla kar getiren yatırımlardansa daha az kazanç getiren ancak çevreyle uyumlu faaliyetlerin önünü açmaları istenecek. Böylece doğa ile ekonomik faaliyetlerin kötü namı bir nebze de olsa düzeltilmiş olacaktır.

KAYNAKÇA

http://dx.doi.org/10.1073/pnas.2220401120


[1] https://www.gtap.agecon.purdue.edu/

NASA’nın Ay’daki yeni kaşifi: VIPER (Engerek)

NASA’nın yeni keşif aracı VIPER (The Volatiles Investigating Polar Exploration Rover) Ay’daki su buzunu ve gelecekteki çalışmalarda kullanılabilecek hammaddeleri araştıracak. Araç, 2024 yılını sonuna doğru Ay’ın güney kutbuna iniş yapıp, yüz gün boyunca yirmi kilometrelik macerası boyunca araştırma yapacak. Bu misyondan elde edilen bilgiler Ay’daki, dolayısıyla uzaydaki suyun kökeni ve gelecekteki uzay araştırmalarında kullanılabilecek hammadde hakkında bilgi sağlayacak. Ayrıca, NASA su kaynaklarından solunabilir oksijeni ve roket yakıtı elde etmek için çalışmalarına yoğun bir şekilde devam ediyor.

Ay’daki Suyun Dağılımına En Büyük Katkı SOFIA Gözlemevi’nden

ayda-su-kesfi-nasa
Şekil 1: Ay görüntüsü üzerine renkli olarak eklenmiş SOFIA Gözlemevi’ne ait su gözlemleri (Reach ve arkadaşları, 2023). Kaynak: NASA/GSFC SVS/Ernie Wright.

Uzay şartlarında suyun varlığı ve oluşumu modern astronominin en çok çalışılan konularından biri olmuştur. Çünkü su elementi canlı yaşamının oluşumunda ve yaşamın sürdürebilmesinde en gerekli elementlerden biridir. Bu bağlamda, gerek yakın gökcisimlerinde gerekse uzak yıldız oluşum bölgeleri veya galaksilerde suyun gözlemlenmesi ve tespit edilmesi önemlidir. Suyun bulunduğu yapıda olmasının yanı sıra, hangi şartlarda ve nasıl dağıldığının da anlaşılması ayrı bir önem arz etmektedir.

1969’da Apollo 11 misyonundan getirilen taş örneklerin kupkuru olduğu görülmüş. Her ne kadar daha sonra ki yıllarda suyun tespiti yapılmış olsa da bulunan miktar Sahara Çölü’ndeki bulunan su miktarından yüz kat daha az olduğu görülmüştür. Yine de Ay’da bulunan suya olan ilgi azalmamış, aksine artmıştır. Ancak 1990lı yıllarda gerçekleştirilen uydu görevleri ve Ay’ın yüzeyinde yapılan çalışmalar su buzunun daha çok Ay’ın kutup bölgelerinde (yaklaşık 600 milyar kilogram) olduğunu göstermiştir. Bu alanda Ay’daki suyun dağılımına en büyük ve kesin katkıyı SOFIA (Stratospheric Observatory for Far-Infrared Astronomy) Gözlemevi yapmıştır. SOFIA tarafından kaydedilen su haritaları Ay’ın parlaklık haritasıyla karşılaştırıldığında, Curtius kraterinin gölgede kalan bölgelerinde suyun olduğu gözlenmiştir (bkz. Şekil 1; Reach ve ark., 2023).

VIPER ile Ay’daki su kaynakları tespit edilecek

viper-uzay-araci
Şekil 2: VIPER aracının Nobile krateri yakınlarında izlemesi önerilen yol. Keşfetmesi beklenen su buzu ve diğer hammaddelerin konumları mavi renkle gösterilmiştir. Kaynak: NASA

Aynı ekip, SOFIA Gözlemevi tarafından alınan diğer kraterlere ait gözlemleri inceleyip suyun Ay’daki oluşumuna dair teorileri test etmeye devam ediyor. Bu teoriler Ay’daki volkanik aktiviteler, Güneş rüzgarları, Ay yüzeyine çarpan meteoritler ve meteorlar, yüzeydeki kimyasal reaksiyonlar ve sıcaklık etkisinde kalan moleküllerin kutuplara doğru sürüklenmesi olduğuna dayanmaktadır. Son çalışmalar su molekülünün volkanik aktiviteler sonucu oluşan camların içinde hapsolduğunu göstermiştir. Ancak su moleküllerinin cam parçacıklarının içinde olmasına neden olan fiziksel süreç hala gizemini koruyor.

2024 yılında NASA Ay’ın yüzeyindeki ve yüzeyin altındaki su buzunun doğasını anlamak için keşif aracı VIPER’i (The Volatiles Investigating Polar Exploration Rover) Ay’a göndermeye hazırlanıyor. VIPER bir gök cisminin kaynaklarını tespit edecek ilk misyon olma özelliğini taşıyor. Dahası, VIPER’in yapacağı araştırmalar ve bulgular Artemis misyonlarının geleceğine de yön verecek. VIPER aracı üç tane spektrometre ve 1 metrelik matkabıyla Nobile kraterinde farklı sıcaklıkta ve derinlikte örnekler toplayıp, bunları hemen analiz edebilecek. Bu süreçte VIPER, kraterin içinde yüzyıllardır karanlıkta kalıp günümüze kadar gelmeyi başaran su buzunu arayıp ve analiz edecek. Su buzuna ek olarak, toplanan örneklerin içeriğini de öğrenebileceğiz.

Buradaki tehlike, VIPER’in enerjisinin karanlıkta görevini yaparken tükenmesi olabilir. Çünkü araç, enerjisini panelleriyle Güneş’ten gelen ışımayla (maksimum 450 Watt’a kadar) sağlayacak. Bu sebeple yüz günlük görevi boyunca sürekli olarak kraterin karanlık ve soğuk bölgesine girip çıkması gerekecek. Bu sırada sıcaklık değişimi 260 dereceden fazla olacak. Karanlıkta olduğu sürece bünyesine eklenen farlarını bir madenci gibi kullanacak.

NASA sadece Ay’ın kutbundaki aydınlanma koşullarını anlamak ve kameraların üç boyutlu algısını anlayabilmek için ondan fazla kraterin aydınlanma senaryosunu test etti. Aracın kırk sekiz saatten fazla karanlıkta kalması durumunda ise donması ve bir daha kullanılamaması öngörülüyor. Yirmi kilometrelik macerası (Şekil 2) boyunca VIPER DSN’e (Deep Space Network) ait X-bandından anlık olarak yer ekibi tarafından kontrol edilebilecek.

450 kiloluk keşif aracı, SpaceX’in Falcon Heavy roketiyle fırlatılacak!

VIPER 1.5 metre genişliğinde, 1.5 metre ene sahip ve 2.5 metre yüksekliğinde, yüksek teknolojiye sahip kamerasıyla Ay’daki çok zor koşullarda çalışabilecek bir keşif aracıdır. Toplam ağırlığı yaklaşık olarak 450 kilogramdır. Büyük yapısına rağmen, VIPER kendi etrafında kamerasını çevirmeden yanlara doğru veya çapraz olarak hareket edebilecek şekilde tasarlanmıştır. Hatta yumuşak toprağa saplanması durumunda tekerlerini birbirinden bağımsız hareket ettirip görevine devam etmesi sağlanmıştır.

2024 yılının sonuna doğru NASA’nın Ticari Amaçlı Ay Hizmetleri‘nin (CLPS; NASA Commercial Lunar Payload Services partner) bir parçası olarak SpaceX’in Falcon Heavy ile fırlatılacak. Çünkü tam olarak bu zaman aralığında Ay’ın güney kutbundaki gün süresi en uzun olduğu dönemdir. Ayrıca, VIPER aracı CLPS’in şu ana kadar fırlattığı en ağır ve en büyük araç olma özelliğini taşıyor. Şu anda Astrobotic Griffin firması aracın Ay’ın yüzeyine inişini ve aracın iniş modülüne entegrasyon sürecini yönetiyor.

Bu misyondan elde edilecek bilgiler ilk kez bir gök cisminden su buzu hakkında elde edilecek bilgiler olma özelliğini taşıyor. Şayet her şey planlandığı gibi giderse önümüzdeki yıllarda uzay koşullarında suyun oluşumu ve kökeni hakkında paha biçilemez bilgiler edinmiş olacağız. Ayrıca Ay’ın yüzeyinin altındaki toprağın içeriğini öğrenip uzaydaki maceramızda kullanabileceğimiz hammaddeleri tespit etmiş olacağız.

Bu özel haber yazısını, NASA’da görevli Ümit Kavak kaleme almıştır.

Spotify’ın artan baş ağrısı: Bot dinleyiciler

Yapay zeka (AI) her ne kadar hayatı belli alanlarda kolaylaştırmayı amaçlasa da, adaptasyon döneminde fazlasıyla sorun da çıkardığı kesin. Kontrolsüz AI kullanımının en son mağdurlarından biri ise bot dinleyiciler ile başı dertte olan online müzik platformu Spotify.

ChatGPT’nin yakın gelecekte kaç milyon kişiyi işsiz bırakacağını tartıştığımız günlerde, yapay zekanın dijital müzik piyasasında dolandırıcılık için de kullanıldığına tanık oluyoruz. Financial Times tarafından gündeme getirilen sorun, AI tarafından üretilen tescilli parçalardan değil ancak bu parçaları dinlemek için oluşturulan sahte dinleyicilerden kaynaklanıyor.

FT tarafından değinilen sorunun özeti şu şekilde: 2021’de hayata geçen ve AI kullanılarak şarkı üretilmesini sağlayan Boomy, sahtekar yapımcılar tarafından kendilerine sahte dinleyiciler, yani botlar üretmek için de kullanılıyor. Bu sorun kısa sürede öyle bir boyuta ulaşmış durumda ki, Spotify kısa süre önce devasa dijital müzik arşivinden on binlerce AI üretimli parçayı sildiğini açıkladı.

Boomy, kullanıcılara oluşturmak istedikleri müzik türüne göre belirledikleri melodiler doğrultusunda otomatik parça üretiyor. Parça üretmek o kadar kolay ve rağbet o kadar büyük ki, Boomy’nin sayfasında yer alan bilgiye göre kullanıcılar bugüne dek 14,5 milyonun üzerinde parça üretmiş durumda. Söz konusu miktar, dünya genelinde dijital ortamda kayıt altına alınan parça miktarının %13.95’ini temsil ediyor.

Rağbet neden bu kadar yüksek? Kullanıcılar ürettikleri parçaları stok müzik platformlarına çeşitli lisanslar ile yükleyerek para kazanabiliyor. Kısaca stok fotoğraf ve video platformları gibi küresel alanda herkese yeni bir gelir imkanı doğmuş oluyor. Boomy açısından bakıldığında, AI teknolojisinin açgözlülüğü tetiklediğini görebiliyoruz.

AI ile üretilen müziklerden kendine sahte gelir elde etmek isteyen uyanıklar için bu iş fazlasıyla karlı. Sebebi, ürettikleri sahte dinleyiciler ile kesintisiz bir dinleme süreci oluşturabilmeleri. Kısaca, ürettiğiniz parça ne kadar dinleyici çeksin farketmeksizin loop oluşturarak düzenli bir -sahte- pasif gelir oluşturabiliyorsunuz.

Yapay müzik yayını sorunsalı

Bot dinleyiciler dolayısıyla bazı parçaların dinleyici sayısında dengesiz ve anormal bir artış olduğunu fark eden Spotify, AI üretimli parçalar üzerinden usulsüz gelir elde edildiğini fark etti ve Boomy’ye karşı yasal işlem başlattı. Spotify’ın yanı sıra, dünyanın en büyük müzik şirketi Universal Music Group da temsil ettiği bazı sanatçıların parçaları kullanılarak üretilen AI şarkıların Spotify ve benzeri dijital müzik platformlarından çıkarılması için işlem başlattı. Bu süreç, AI tabanlı parçaların neden olduğu telif hakları konusunda da tartışmaları tetiklemiş durumda.

Gizmodo’da yer alan bilgiye göre, Spotify şu ana kadar Boomy tarafından üretilen parçaların %7’sini dijital arşivinden çıkarmış durumda. Spotify tarafından yapılan açıklamada, yapay müzik yayını ile neden olunan sorunun önlenmesi için on binlerce parçanın çıkarıldığı ve bağlantılı para akışının da durdurulduğu belirtildi. Spotify, bu sorunu önleyerek dürüst ve çalışkan sanatçıların haklarını koruyacaklarını ifade etti.

Boomy, yaşanan olayların takibinde Spotify’dan ilk olarak çıkarılmış olsa da, Discord üzerinden yaptığı açıklamada parçalarının tekrar platformda yer almaya başladığını duyurdu. Şirket, “kategorisel olarak her türlü manipülasyon ve yapay müzik yayınına karşı olduklarını” açıkladı.

Yapay müzik yayınları dijital müzik dünyasında uzun süre önce baş gösteren bir sorun. Üzerine sahte dinleyicilerin eklenmesi ise dijital dünyadaki karmaşa ve dolandırıcılığı daha da karmaşık bir hale getiriyor. AI her ne kadar sayısız yenilik ve kolaylık getirse de, usülsüz ve kontrolsüz kullanımı daha uzun yıllar baş ağrılarına yol açacak gibi görünüyor. Yerel ve evrensel politika ve düzenlemelerin hayata geçirilmesi ise bir o kadar zor ve karmaşık bir süreç olacak. Daha da önemlisi, kullanıcılar arasında AI savaşını yeni bir boyuta taşıyabilir. Parçaları üzerinden AI şarkılar üretilen Drake, konu hakkında fazlasıyla öfkeli iken, Elon Musk ile yaşadığı ilişki ile de bilinen Grimes, Elf.tech adını verdiği platform ile kendi sesi kullanılarak parça üretilmesine izin veriyor.

Tüm bunları düşündükçe geleceğin kaç milyar sunucuya ihtiyaç duyacağını düşünmek güç.

The Last Of Us’ın Zombi Mantarı Salgınına Genel Bakış

“The Last of Us” video oyunu çıktığı günden beri popülerliğini koruyor, hatta daha da arttırarak devam ediyor. Son zamanlarda ise bu video oyunu, başrollerini Pedro Pascal ve Bella Ramsey’in üstlendiği bir diziye uyarlandı. Naugthy Dog tarafından geliştirilen video oyununda, tüm dünyayı etkisi altına alan ve bulaştığı insanları saldırganlaştırarak diğer insanlara saldırmasına yol açan bir mantar salgını işlenmektedir[1].

Hastalığın beklenmeyen ve hızlı yayılışı tüm devletleri hatta medeniyeti çökertmiş durumdadır ve hayatta kalan insan grupları hayatlarına devam etmeye çalışmaktadır. Bu yazıda, video oyununu oynamanızı ya da dizisini kesinlikle izlemenizi önerebileceğim bu diziye daha farklı bir açıdan bakacağız: bilimsel açıdan[1]. Ayrıca, eğer mantarlara ilginiz varsa ve daha detaylı bir okuma yapmak istiyorsanız Merlin Sheldrake’in “Saklı Dünya” isimli kitabını şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum.

https://unsplash.com/photos/t6ytLFY6cQU

Mantarlara Genel Bir Bakış

Öncelikle, şunu belirtmeliyim ki yazı boyunca kullanılacak mantar kelimesi İngilizcedeki “fungi” kelimesinin karşılığıdır. Bunu belirtmekte fayda var çünkü “fungi” ve “mushroom” kelimeleri Türkçeye mantar olarak çevrilmekte ancak “fungi” genel mantarları kapsarken “mushroom” çevirisi değişiklik gösterebilir.

Yaygın kanının aksine mantarlar bitki değildir hatta bitkiler alemine bile girmezler. Mantarların kendine özel bir alem sınıflandırması bulunmaktadır ve mantarlar alemi, canlılar alemi içerisinde ilginç ve en önemli alemlerden birisidir[2]. Bu ilginçliğe bir örnek olarak dünyadaki en büyük organizmayı verebiliriz. Bir mantar türü Armillaria ostoyae, dünyadaki yaşayan en büyük organizma olarak biliniyor[3].

Çernobil’de Yetişen Mantar Uzayda Radyasyon Zırhına Dönüşebilir

Yaklaşık 9 kilometrekarelik bir boyuta ulaşan bu mantar aynı zamanda 2400 yaşında[3].       Mantarlar aleminde yaklaşık 90,000 mantar türünün olduğu bilinmesine rağmen bu sayı her sene binlerce yeni mantar türünün keşfedilmesiyle katlanarak artıyor[2]. Kabaca bir tahmin yapmak gerekirse bilim insanları, 1 milyondan fazla mantar türünün bulunabileceğini belirtiyor.

Mantarlar aleminde hem makroskobik (Eng: macroscopic) hem de mikroskobik türler bulunmaktadır. Makroskobik mantar türlerine örnek olarak “mushroom” olarak bilinen mantar, yer mantarı ve kurtmantarı örnek verilebilir. Mikroskobik mantar olarak da Saccharomyces cerevisiae örneğini verebiliriz. Mantarlar alemindeki mantar türleri olağandışı bir çeşitlilik gösterse de hepsinin çeşitli ortak yönleri bulunmaktadır. Örneğin, mantarlar yer değiştirme hareketi yapamayan, ökaryotik ve heterotrof (bitkilerde olanın aksine kendi besinini kendisi sentezleyemeyen) canlılardır. Hücre yapılarında hücre duvarı bulunur ancak bu hücre duvarı da bitki hücrelerindeki hücre duvarından farklıdır. Bu farklılığın sebebi mantar hücre duvarının kitin yapılı olmasından kaynaklanır.

Mantarlar hem eşeyli hem de eşeysiz üreyebilirler. Mantarları inceleyen bilim dalı ise mikoloji olarak adlandırılır. Bunlara ilaveten, mantarlar ile günlük hayatımızda hep iç içe yaşadığımızı ve günlük hayatta sıkça kullandığımızı ancak mantarların hastalık ve salgınlara da sebep olabileceğini belirtmekte fayda var[2]. Peki, mantarların sebep olduğu global bir salgını konu alan The Last of Us, bu konsepti ne kadar gerçekçi işliyor ve dünyada böyle bir olayın yaşanma ihtimali var mı?

https://pixabay.com/tr/photos/sonbahar-yaprak-g%c4%b1da-do%c4%9fa-odun-3089990/

Mantarlar Pandemiye Sebep Olabilir Mi? The Last of Us Gerçekçi mi?

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu oyun ve oyundan uyarlama dizi mantarlardan kaynaklanan bir salgını konu alıyor. Bu mantar, bulaştığı insanları saldırgan davranışlar sergilemeye itiyor[4]. Salgına sebep olan mantar “Cordyceps” mantarı olarak biliniyor (Ophiocordyceps unilateralis). Bu mantar türü sadece hayali bir mantar değil ve doğada gerçekten de bulunuyor.

İnsanlar üzerinde dizideki gibi bir etkisi olmasa da karıncalarda ve örümceklerde benzer bir etki gözleniyor. Yani Cordyceps parazitik bir mantar olarak davranıyor ve karıncaların ya da arıların “kontrolünü ele geçiriyor”. Yale Üniversitesi’nden bulaşıcı mantarlar üzerinde çalışan Scott Roberts “İnsan zihnini kontrol eden bir mantar fikri televizyon için harika olsa da kıyamet senaryosuna hazırlanmaya gerek yok” diyor. Yani dizideki gibi insanlara bulaşan ve insandan insana yayılan bir salgın şu an yüksek risk konusu değil. Yine de şunu belirtmekte fayda var ki özellikle dünya çapında artan global sıcaklıklar ve ekolojik krizler sonucu insanlara bulaşabilecek ve pandemilere yol açacak mantarlar ufukta görünüyor ve bu risk giderek artıyor. Cordyceps salgını olmasa bile yakın gelecekte mantar hastalıkları dikkat edilmesi ve farkında olunması gereken bir gerçek.

Yukarıda da bahsedildiği gibi Cordyceps gerçek bir mantar ve halk arasında “zombi karınca mantarı(Eng: zombie-fungus ant) olarak bilinen bir üne sahiptir. Cordyceps, farklı suşları bulunan ve farklı böcek türlerini (örneğin karıncalar) kontrol edebilen bir tür. Cordyceps’in ürettiği sporlar karıncaların “zihnini” ve motor fonksiyonlarını ele geçirerek böceğin olağandışı davranışlar sergilemesine yol açıyor. Örneğin, mantar tarafından motor fonksiyonları bozulan karıncalar yüksek yerlere çıkma eğilimi gösteriyor. Normalde karıncanın böyle bir davranış göstermesi beklenmez çünkü bu durum karıncanın doğrudan güneş ışınlarına maruz kalmasına sebep oluyor ve uzun süre güneşe doğrudan maruz kalması karınca için olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Ancak, mantar tarafından enfekte olan karıncalar ise tam olarak bunu yapıyor. Karıncaların bakış açısından mantıksız duran bu davranış mantarlar için büyük bir avantaj çünkü sıcak ortamda mantarlar daha rahat yayılma şansına sahip oluyor. Yani, Cordyceps kendisinin daha rahat üremesi için karıncanın motor fonksiyonlarını bozarak adeta karıncaları zombiye çeviriyor. Karıncanın ölümünden sonra Cordyceps karıncanın kafasından çıkıyor ve yeni sporlar başka karıncaları enfekte etmek üzere yayılmaya başlıyor.

The Last of Us dizisinde Cordyceps, insanları enfekte etme özelliği kazanıyor ancak Robert’ın belirttiğine göre “Doğada sayısı milyonlara ulaşan ve insanları enfekte etmeyen mantar türü bulunuyor ve Cordypces türü de insanları bunlardan biri. Hatta, Cordyceps, sadece bir karınca türünü enfekte edebiliyor ve diğer karınca türlerinde böyle bir durum gözlenmiyor.” diyor. Günlük hayatlarımızda biz görmesek de her gün binlerce mantar sporuna maruz kalıyoruz ancak bağışıklık sistemimiz ve vücut sıcaklığımız bizi bu sporlara karşı koruyor. Çoğu mantar türü 98.6 Fahrenheit (37 °C) üzerinde bir sıcaklıkta yaşayamıyor ve bilim insanları insanların vücut sıcaklığının evriminin mantarların bu özelliği ile ilişkili olduğunu düşünüyor.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Cordyceps#/media/Dosya:Ophiocordyceps_caloceroides.jpg
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Mantar Salgınlarının En Büyük Sebebi Ne Olabilir?

The Last of Us dizisinde mantarın insanlara yiyecek kaynakları üzerinden bulaştığı belirtiliyor. Yiyecekler üzerinden birçok enfeksiyon (örneğin norovirüsler ya da Salmonella bakterisi) kapma riskimiz olduğu bir gerçek olsa da mantarların yemek yoluyla enfeksiyona sebep olması daha düşük bir ihtimal. Hatta günlük hayatımızda probiyotik gıdalarla birlikte farkında olmadan bunu yapıyoruz.

Şunu eklemekte de fayda var ki yediğimiz yiyecek zararlı bir mantar içerse bile mide asiti oldukça düşük bir pH’a sahip ve mantarın bu pH’da hayatta kalması oldukça düşük bir ihtimal. Ek olarak, diziden farklı olarak herhangi bir mantar türü insana bulaşmayı başarsa bile “insandan insana” bulaşma riskinin de düşük olduğu belirtiliyor. Hatta şu ana kadar “neredeyse hiç” insandan insana bulaşabilen bir mantar türü yok ama nadir durumlarda insandan insana bulaşmayı başarabilen mantarlar da gözlemleniyor.

Ufukta görünen mantar salgınlarının en büyük sebeplerinden birisi olarak bilinçsiz antibiyotik kullanımı öne sürülüyor çünkü antibiyotikler zararlı bakterilerin yanında yararlı bakterileri de öldürerek mantarların yayılması için yer ve uygun ortam yaratıyor. Bağışıklık sistemi yetersizliği yaşayan insanların sayısının popülasyonda artması da ilerde yaşanacak mantar salgınlarının önünü açıyor.

Son olarak, The Last of Us dizisinde mantar salgınının sebebi yükselen global sıcaklıklara ve küresel ısınmaya bağlanıyor. Dünya’nın geldiği noktada bu senaryolar Cordyceps için olmasa da bazı mantar türleri için geçerli olabilir. Örneğin, bir anda ortaya çıkan ve 30 kıtaya yayılan Candida auris bunlardan birisi. 2009 yılında bir anda ortaya çıkan, görece yüksek sıcaklıklarda yaşayabilen ve insandan insana yayılabilen bu mantar türünün ortaya çıkma sebebinin yükselen global sıcaklıklar olduğu düşünülüyor. Bilim insanlarının bu mantar konusunda endişelendiren 3 ana sebep bulunuyor.

Bunlar, mantar tarafından enfekte olan hastaların patojenleri diğer insanlara yayabiliyor olması (insandan insana yayılım gösterebilmesi), bu türün ilaçlara dirençli olması (multi-drug resistance) ve oldukça yeni olması. Özellikle eğer kan dolaşımına girmeyi başarırsa bu mantar insanlar için oldukça tehlikeli olabiliyor ve bağışıklık sistemi zayıf olan insanlarda ölümcül boyutlara ulaşabiliyor. Kısacası, The Last of Us bir bilim kurgu olmasına ve birçok yönünün gerçekliğe yakın olmamasına rağmen mantar salgınlarının özellikle artan sıcaklıklarla birlikte daha çok gündeme geleceği su götürmez bir gerçek[4].

Kaynaklar:

[1] Wikimedia Foundation. (2023, February 3). The last of Us. Wikipedia. Retrieved February 25, 2023, from https://tr.wikipedia.org/wiki/The_Last_of_Us

[2] Zaragoza, O. (2017). Mycology. Reference Module in Life Sciences. doi:10.1016/b978-0-12-809633-8.12378-7 

[3] Maheshwari, R. (2005). The largest and oldest living organism. Resonance, 10(4), 4-9.

[4] Backman, I. (2023, February 6). “The last of us” apocalypse is not realistic, but rising threat of fungal pathogens is. Yale School of Medicine. Retrieved April 14, 2023, from https://medicine.yale.edu/news-article/the-last-of-us-apocalypse-is-not-realistic-but-rising-threat-of-fungal-pathogens-is/

ChatGPT’ye göre yapay zeka kaç insanı işsiz bırakacak?

“Yapay zekanın (AI) sınır tanımayan yükselişi insanlık için ne gibi olumlu veya olumsuz sonuçlar doğuracak” sorusu, ChatGPT’nin ortalığı kasıp kavurduğu günlerde fazlasıyla trend. Goldman Sachs tarafından kısa süre önce yayınlanan raporun ardından, ABD merkezli bir danışmanlık şirketi bu soruyu ChatGPT’ye yönellti.

Kuzey Amerika merkezli “dışarıdan işe yerleştirme” (kariyer danışmanlığı diyebiliriz) hizmeti veren Challenger, Gray & Christmas şirketi, özel yapay zeka araştırma laboratuvarı OpenAI tarafından geliştirilen ChatGPT’ye “kaç insanı işsiz bırakabileceğini” sordu. Chatbot’un Kuzey Amerika için cevabı 4.8 milyon olarak belirdi. ChatGPT tarafından verilen miktar, chatbot ve büyük dil modelleri (LLM) tarafından işinden olabilecek insan sayısı konusunda endişeleri tetikleyecek boyutta değil (yalan söylemiş olabilir mi?). Yine de, Goldman Sachs’in küresel istihdam piyasasında neden olacağı işsizlik miktarı ile dengeli gibi duruyor.

Open AI tarafından bugüne kadar DALL-E ve DALL-E 2 olarak sunulan LLM modelleri, sözlü ifadeden yola çıkarak dijital görüntüler oluşturabilme yeteneğine sahip. İlk kez Ocak 2021’de sunulan DALL-E, derin öğrenme yolu ile sözlü ifadelerden görüntü üretmek için dil tahmin modeli GPT-3’ün kendisi için geliştirilen bir versiyonunu kullanıyor. API (uygulama programlama arayüzü) ile entegre edilebilen teknoloji, ChatGPT gibi kamuya açık.

Goldman Sachs’in kısa süre önce yayımlanan raporunda, yapay zekanın küresel istihdamı %18 daraltabileceği ifade edildi. Raporun hangi sektörlerin en çok tehdit altında olduğuna değinmeden önce ChatGPT’nin verdiği diğer cevaplara göz atalım. Chatbot’a göre LLM teknolojisinin gelecekte tepe taklak edebileceği sektörler şu şekilde:

  • Müşteri hizmetleri temsilcileri
  • Teknik yazarlar
  • Çevirmenler ve tercümanlar
  • Metin yazarı
  • Veri girişi denetleyicileri

ChatGPT’nin en başarılı olacağını iddia ettiği alanlar ise şu şekilde:

  • Veri bilimi,
  • Makine öğrenimi,
  • Bilgisiyar bilimi,
  • Matematik ve istatistik,
  • Robotik ve otomasyon,
  • İş sektörü.

Hangi sektörler “değişime maruz” kalmak zorunda?

Goldman Sachs raporu, yapay zekan tabanlı otomasyon teknolojilerinin küresel istihdam piyasasını nasıl etkileyeceğine dair şu verileri sundu:

  • Küresel istihdam piyasasının %25’i,
  • İdari görevlerin %46’sı,
  • Hukuki işlerin %44’ü,
  • Mimarlık ve mühendislik alanlarının %37’si,
  • İnşaat sektörünün %6’sı,
  • Tamir sektörünün %4’ü ve bakım sektörünün %1’i.

Rapor, küresel işgücücün %18’inin otomasyon aracılığı ile işsiz kalabileceğini belirtiyor. Dahası, ABD, Britanya, Japonya, Hong Kong gibi sanayisi güçlü bölge ve ülkelerde iş gücünün yaklaşık %28’nin tehdit altında olduğu vurgulanıyor.

Öte yandan, “prompt engineering” gibi hiçbir mühendislik geçmişi gerektirmeyen ve iyi maaşlı yeni mesleklerin doğuşu olumlu bir yenilik olarak görülüyor. Yine de, yüz milyonlarca kişinin endişesi uzun zamanda düşecek değil, artacak gibi görünüyor. Steve Wozniak, Rachel Bronson ve Elon Musk gibi isimler tarafından kaleme alınan ve AI deneylerinin sonlandırılmasını isteyen mektup, öenmli bir uyarı olabilir.