Neil Armstrong’un Ay eşyaları bulundu

Ay’a ayak basan ilk insan olan Neil Armstrong’un Apollo 11 görevinde kullandığı eşyaların bir kısmı, dul eşi tarafından çekmecede bulundu.

Neil Armstrong’un Ay’dan döndükten sonra yanına aldığı ve büyük olasılıkla ne yapacağına karar veremediği için bir kenara koyduğu eşyalar, yaklaşık 46 yıl sonra bir çekmecede bulundu.

Carol Armstrong, Apollo 11’in Ay modülünde kullanılan yük çantasını açtığında içinde eşinin görev esnasında kullandığı birçok eşyayı buldu. McDivitt çantası olarak da bilinen çantanın içinden Eagle (Kartal) adlı Ay modülünün sağ camına monte edilen kamera da çıktı. Kamera, Armstrong ve kendisinden sonra Ay’a ayak basan Buzz Aldrin’in Ay yüzeyine ABD bayrağı diktikleri fotoğrafı çekmişti.

armstrong_tools_02

Ayrıca, Armstrong’un Ay modülüne girerken ve çıkarken kendisini uzay aracına bağlamak için kullandığı kayış ile birçok küçük parça gün yüzüne çıktı. Carol Armstrong, Smithsonian Ulusal Hava ve Uzay Müzesi’ne bağışladığı eşyaların fotoğraflarını çekerek müzenin izniyle basınla paylaştı. Armstrong, eşinin Ay görevindeki eşyalarının büyük kısmını müze ve üniversitelere bağışlamıştı.

Astronotlara özel çanta

Neil Armstrong’un Apollo 11 görevine ait ses kayıtlarında, ‘yanlarında götürmek zorunda oldukları çöple ilgili bir şeyler yapmaları gerektiği’ ifadesi yer alıyor. Astronotlar geri dönüş yolculuğu için yanlarındaki her malzemenin neden olacağı ek ağırlığı hesaplamak zorundaydı ve bazı eşyalar toplanan numunelere yer açmak için geride bırakılmıştı.

On yıllar sonra ortaya çıkan McDivitt çantası ise adını Apollo 9 görevinde yer alan James McDivitt’ten alıyor. McDivitt, astronotların geçici olarak eşyalarını koyması gereken bir çanta bulunması gerektiğini savunmuştu.

Yeni nesil askere alma yöntemi: Gamification

Dijital dünyanın 2015’te alışmaya çalıştığı kavramlardan bir tanesi de ‘gamification’, yani oyunlaştırma. Yabancı dil öğrenmeden bankacılık işlemlerine kadar birçok alanda hızla uygulamaya konulan gamification, üzerindeki sis bulutu daha yeni dağılıyor olsa da 10 yıldan uzun bir süredir kullanılıyor. Hatta, ABD ordusu bugüne kadar oyunlaştırma sayesinde milyonlarca genci silah altına almayı başardı.

Giyilebilir teknolojiler ve Nesnelerin İnterneti 2015’in gözdeleri. Ancak hem iş dünyasının hem de devletlerin gözden kaçırmaması gereken önemli bir kavram daha kendini gösteriyor: Gamification.

Dijital hizmetlerin birçok alanda oyunlaştırılmasına dayanan gamification, hem çalışanların işlerinden keyif almasını sağlamak hem de tüketici deneyimini artırarak daha sadık müşteriler kazanmaya odaklanıyor. Bu kısa ifadeye kıyasla karmaşık ve dikkatli incelenmesi gereken bir konu olan gamification, geride kalan 10 yılda yeterince anlaşılabilmiş değil. Mobil teknolojilerin olgunluk çağına girdiğimiz 2015’te ise geç kalmanın telafisi olmayacak.

Önemine değinmeden önce, gamification nedir bunu incelememiz lazım. Konuya pür dikkat eğilen Gartner, gamification’ı ‘dijital etkileşim sağlamak ve insanları hedeflerine ulaşmak için motive etmek amacıyla oyun mekanikleri ve deneyim tasarımının kullanılması’ olarak ifade ediyor. Tanıma birebir uyan örneklere bakmadan önce gamification içinde yer alan anahtar terimlere göz atmakta fayda var:

Oyun mekanikleri; puan, rozet veya skor tahtası gibi oyunlara özgü içerikleri (En iyi örnek Swarm),

Deneyim tasarımı; kullanıcıların oyun veya olay örgüsü esnasında çıktıkları ve içeriklerle süslenen süreci temsil ediyor.

Gamification ise insanların birbirleriyle değil, akıllı telefon, bilgisayar, giyilebilir cihaz veya diğer dijital cihazlarla etkileşime girdiği yöntem olarak beliriyor. Amaç, davranışları değiştirmek, yetenekleri geliştirmek veya yeniliği artırmak olarak beliriyor.

Gartner’ın 2015 tahminlerine göre, oyunlaştırılmış hizmetler tüketici malları piyasasında büyük önem kazanacak ve başlıca tüketici sadakatini artırmak için kullanılacak. Dünyanın en büyük kamu şirketlerini içeren Global 2000 listesindeki firmaların 70’inin, 2015’te en az bir gamification uygulaması sunması bekleniyor.

Her sektör ve sosyal alanda kendini gösteriyor

Gamification ilk olarak 2003 yılında adı konulan ve ilk kez havayolu firmaları tarafından kullanılan bir yöntem. Uçuş milleri gibi ödüllerle müşteri memnuniyetini artıran hizmetler, kısa zamanda birçok sektörde farklı versiyonlarda karşımıza çıkmaya başladı.

İş dünyasının sıkıcı içeriğini hem çalışanlar hem de müşteriler için eğlenceli bir hale getirmek için çok sayıda örneğe göz atmak faydalı olabilir. Ancak oyunlaştırmayı iş arasında oyun oynamak olarak görmek gibi bir hata yapılmamalı. Gamification sosyal ağdan çok oyun platformu haline gelen Facebook gibi zaman öldürmeyi değil motivasyona odaklanıyor. Başarılı örneklere göz atarak bunu daha iyi anlayabiliriz:

– America’s Army: ABD ordusu henüz gamification’ın adı bile konmadan önce, 2002’de oyunlaştırma hizmeti sunarak eğitim vermeye ve daha sonrasında asker almaya başlayan bir sistem inşa etti. ABD Ordusu tarafından ilk olarak 2002 yılında sunulan FPS oyunu America’s Army, orduya katılacak kişilerin görsel olarak askeri hayatı tecrübe etmesini sağlıyor. Steam oyun platformunda da indrilebilen America’s Army, Temmuz 2002’de ilk kez sunulduğundan bu yana tam 41 yeni sürüm sundu. Oyunun geride kalan on yıldan uzun sürede ABD Ordusu’na milyonlarca asker kazandırdığı düşünülüyor. ABD Ordusu, oyunun yanı sıra kamu alanlarında boy gösteren ‘Virtual Army Experience’ birimleriyle gençlere askeri deneyimi görsel olarak tecrübe etme imkanı sunuyor.

– Evoke: Dünyanın sorunlarını çözmek için birçok evrensel proje geliştiren Dünya Bankası, geliştirdiği Evoke adlı oyunla küresel sorunlara çözüm arayanları motive etmeyi amaçlıyor. Oyuncular, 10 hafta süren oyunda her hafta bir görev tamamlamaya çalışıyor. Görevleri başarıyla tamamlayanlar Dünya Bankası Enstitüsü Sosyal Yenilikçisi unvanı alıyor ve çeşitli burslar ile eğitim programlarına katılma hakkı kazanıtor, EVOKE Konferansı’nda vizyonlarını paylaşma şansı yakalıyor.

– Nissan Carwings: Geliştirdiği yüzde 100 elektrikli araç Leaf ile yeşil enerjiye yatırım yapan otomotiv firmalarından biri olan Nissan, sürücüleri motive etmek amacıyla Carwings adlı bir uygulama hazırladı. Carwings, Nissan Leaf sürücülerinin bulundukları bölgelerde birbirleriyle rekabate girmelerini sağlıyor. Sürücüler performanslarına göre sıralanıyor ve bronz, gümüş ve altın medallarle ödüllendiriliyor. Üstün başarı gösterenler ise platin ödülüne layık görülüyor. Skor tahtası gibi motive edici içeriklerin yanı sıra, sürücüler akıllı telefonları aracılığıyla otomobilleriyle iletişim kurabiliyor, batarya şarjını kontrol edebiliyor, zaman ayarları yapabiliyor ve motoru açıp kapatabiliyor.

– Goalbook: Eğitim alanında Duolingo’nun ardından öne çıkan çevrimiçi platformlardan biri olan Goalbook, öğretmen, öğrenci ve velileri bir araya getiren bir sistem oluşturuyor. Sosyal ve Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı (IEP) takip yazılımını bir araya getiren Goalbook, öğretmen ve öğrencilerin derslerinde hedef koyması ve süreçlerini takip etmelerini sağlıyor. Öğretmenler, platform sayesinde tüm öğrencilerinin profillerine girebiliyor ve belirledikleri hedefleri, süreçlerini görebiliyor. Hedefe ulaşıldığı zaman, öğretmen uyarı notuyla bilgilendiriliyor ve sistemdeki herkese duyuruluyor. Öğrenciler için harika bir motivasyon aracı olan Goalbook, öğretmenlerin yüzlerce sayfalık not tutmasını da gereksiz kılıyor.

– Proof: İş dünyasının tercih ettiği bir gamification uygulaması olan Proof, özellikle KOBİ’lerin performansını motivasyon odaklı artırmak için kullanılıyor. Firma içi veya firmalar arası kullanılabilen Proof, sağlıklı bir rekabet ortamı oluşturmak için de ideal. Proof kullanan bir şirket, 1 haftalık amacını belirliyor ve gelişim sürecini akıllı telefonlarla çekilen fotoğraf veya videolarla belgeliyor. Şirket içinde motivasyonu güçlendiren Proof, firmalar arasında ise rekabetin öne çıktığı bir yarışma halini alıyor.

Fayda sağlamak için dersinize iyi çalışın

Şirketler gamification’ı performanslarını artırmak, müşteri sadakatini artırmak veya her ikisi için kullanabilir. Üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken bir kavram olarak, hata payını olabildiğince düşürerek hareket etmek çok önemli. Zira, Gartner 2014’te gamification hizmeti sunacak firmaların yüzde 80’inin bu girişimlerinde başarısız olacağını öngörmüştü. Buradan yola çıkarak yöneticiler nelere dikkat etmeli bir göz atalım:

– Başarı kriteri: Oyunlaştırmayı uygulanabilir kılacak başarı kriterinin iyi belirlenmesi gerekiyor. Bu kriter müşterilerin bir hizmeti kullanım oranı, ölçülebilir bir performans veya bir test sonucu olabilir. Başarı, iyi ve kötü olarak yansıtabilecek bir değer olduğundan, nasıl görünmesi gerektiğini iyi belirlemelisiniz.

– Eğlenceli faktörü: Bir iş alanındaki içeriği desteklemek için sunulan çözüm, mutlaka oyunlaştırma öğeleri içermeli. Sadece ihtiyaçlara yönelen ancak oyunlaştırma özelliği olmayan hizmetler anlamını da yitirecektir.

– Öykü eksik olmamalı: İnsanları motive etmenin en iyi yollarından biri eylem ve fikirleri uygun bir içerikle bir araya getirmeye dayanıyor. Kısaca müşterilere neden puan topladıklarını, ne biriktirmeye çalıştıklarını ve neden ödül kazanmaya çalıştıklarını belirtmek gerekiyor. Oyunlaştırma, kişilerin içerikle etkileşime girmesi için bağlantı sunmak zorunda.

– Karmaşadan uzak durun: Oyunlaştırmada içeriğin kafa karıştırıcı olmaması gerekiyor. Puan elde etmek ve hedefe ulaşmak ne kadar zor olursa (uzun değil), oyunlaştırma uygulaması da başarısız olma riskiyle karşılaşıyor. Puan elde etmeyi zorlaştırmamak ve puan topladıkça beliren yeni senaryolar çizmek başarı için önemli.

– Skor tahtaları abartılmamalı: Rekabeti öne çıkaran oyunlaştırma uygulamalarında, skor tahtaları ‘çok geniş’ olmamalı. Kullanıcıların belli gruplar veya bölge içinde tutulmaları, kişi sayısını azaltacağı gibi rekabeti tıkamayan bir yapı haline sokacaktır. Ancak bu skor tahtasını sadece ilk üç veya ilk beşle sınırlamak anlamına gelmemeli. İnsanlar rekabet dendi mi bol istatistikten hoşlanıyor.

– Seviye ve rozetler: Kullanıcıların seviye atlaması gibi performansa bağlı değerlendirmeler, uygulamanın kullanılmasını teşvik edecek ve insanların öğrenmesini, rekabet etmesini sağlayacaktır. Rozetler gibi dikey olmayan imgeler ise oyunlaştırma uygulamalarının sosyal içeriğini güçlendirdiği gibi motivasyona destek olacak.

– Mobile odaklı değilsiniz: Gamification, sadece mobil cihazlarla var olan bir yenilik değil. Özellikle belli iş alanları için çevrimiçi de kullanılabilen hizmetler sunabilirsiniz. Simülasyonlar, buna bir örnek.

0

İlk gamification: Piramitler

Gamification, bir iş alanına çözüm sunmak veya bulunduğu alanda çözüm üretmek isteyenler için en yaratıcı fikirlerden biri. İnsanlık tarihine baktığımızda, iş hayatını oyunlaştırmaya çalışmanın dijital hayatın başlamasından çok öncelere rastladığını da görebiliriz. En iyi örnek ise sanırım Piramitler.

Bizler piramitleri kim nasıl inşa etti diye tartışmaya devam ederken, bu soru Mısırbilimcilerin de bir türlü içinden çıkamadığı bir konu. Ancak onlar piramitleri kim değil ama nasıl inşa ettiler sorusunu yanıtlamaya çalışıyor. Bir teori, en az yarısı inşaatlarda öldüğü tahmin edilen işçilerin motivasyonla işe sarıldıklarını savunuyor.

Teoriye göre, Mısırlı işçiler her biri farklı alanlarda usta hiyerarşik gruplardan oluşturuldu. Dahası, memleketlerine göre adlandırıldıkları takımlara yerleştirildiler. Takımlar arasında performansa dayalı rekabet, çeşitli ödüller aldıkları yarışmalara dönüştürüldü. Binlerce işçi, gece gündüz demeden rakip takımların önüne geçmek için yarıştı…

Yunan tarihçi Heredot, Büyük Piramit’in inşası için 100 bin işçinin çalıştığını öne sürmüştü. ABD’li matematikçi Kurk Mendelssohn, bu sayıyı daha sonra 50 bine çekti. Ludwig Borchardt ve Louis Croon adlı araştırmacılar da orta ölçekli piramit için 10 bin işçi gerektiğini hesaplamıştı.

Tahminler ve tarihi kayıtlar ne kadar doğru hiç bilemeyeceğiz ama Büyük Piramit’in sadece Firavunlar’a olan sevgiyle inşa edilmediğini söylemek yanlış olmaz.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Google Earth Pro artık bedava

Google, bir zamanlar 399 dolar fiyatı olan Earth Pro programını bedava sunmaya başladı.

Google, Dünya’yı bilgisayarlara taşıtan Earth Pro programının 399 dolarlık ücretini kaldırarak bedava olarak sundu. Google Earth Pro ürün müdürü Stafford Marquardt, Windows PC veya Mac için programın bedava olarak indirilebileceğini açıkladı.

Marquardt, blog sayfasından yaptığı açıklamada, ‘Google Earth Pro’nun geride kalan 10 yılda yürüyüş yapmak için bir yer belirlemek veya çatılardaki güneş panellerine bakmak gibi sayısız işlev için hayatın her alanından insan tarafından kullanıldığını’ söyledi.

En ücra sokaklara girebileceksiniz

Google Earth’e kıyasla 4800×3200 çözünürlükte görüntü kalitesi sunan Earth Pro, kolay yer tespiti için binlerce adresin hafızaya yüklenebilmesine de imkan veriyor. Ekran görüntülerini HD formatında video olarak kaydedilebilmesinin yanı sıra, mesafe ve alanlar her türlü geometrik şekilde ölçülebiliyor.

İş ve bilim dünyası için başta demografik bilgi elde etmek için kullanılan Google Earth Pro, şehirleri 3D görebilmeyi ve dünyanın dört bir yanındaki en ücra sokaklara bile göz atmayı sağlıyor.

Google Earth Pro çalıştırabilmek için bilgisayarınızın Windows XP veya üzeri olması gerekiyor. Mac kullanıcıları ise OS 10.6 veya üzerini bulundurmak zorunda. En az 500 MB yer isteyen program için 512 MB RAM yeterli.

Google Earth Pro indirmek için tıklayın.

Görme engelli anne akıllı gözlük ile bebeğine ilk kez baktı

Microsoft’un kısa bir süre önce tanıttığı HoloLens başlığı, Google Glass ile yola çıkılan akıllı gözlük teknolojisinde gelinen en son noktayı temsil ediyor. Artık teknoloji devleri spesifik kullanımlar için geliştirilen gözlüklere değil, içinde bulunduğumuz gerçekliği tamamen dijitale çeviren başlıklara odaklanmış durumda. Görsel gerçeklik harikası Oculus Rift’in ardından Microsoft’un tanıttığı hologram mucizesi HoloLens, bir gün kafamızda bolca yer edinecek başlıklardan sadece iki tanesi.

Eğlence ve iş dünyasının öne çıkardığı özel görüş gözlükleri giyilebilir teknolojilerin gözdesi olabilir. Ancak en önemli alanda yani sağlıkta da çok önemli ve ümit verici gelişmeler yaşanıyor. Düşünce ile kontrol edilen elektronik kol ve bacakların yanı sıra yürümeyi sağlayan dış iskelet ile 3D yazıcıda üretilen protezler, yakın gelecekte bedensel engellerin kalkacağına en büyük işaret. Tüm bu gelişmelerin yanında, körlüğü ortadan kaldıracak önemli bir adım da atıldı.

11 yaşından bu yana görme yeteneğini neredeyse tamamen kaybeden Kathy Beitz, ‘eSight’ adı verilen gözlük sayesinde bebeğini ilk kez gördü. Sarı nokta rahatsızlığı olarak da bilinen Stargardt hastalığı bulunan Beitz, sadece son derece bulanık, belirsiz şekiller görebiliyor. 29 yaşındaki genç kadın, bir başlığa monte edilen lens çerçevesinden oluşan eSight sayesinde, yeni doğan bebeğini görebilmeye başladı.

Nasıl çalışıyor?

eSight başlığında yer alan lens, aslında kullanıcının bir el kontrol cihazı ile ayarlarını değiştirebildiği OLED ekranı temsil ediyor. Yüksek çözünürlüklü kameradan elde edilen görüntüler gerçek zamanlı video akışı sunuyor. Kamera görüntüsünün yansıtıldığı ekrandaki parlaklık, renk yoğunluğu ve görüntünün rengini ayarlanabiliyor.

Gözlüğün mantığı, göze ulaşan görüntünün kalitesini artırmak, böylece görüşle bağlantılı hücrelerden alınan tepkiyi güçlendirmeye dayanıyor. Gözden beyne aktarılan veri miktarının artması sayesinde, kişi çok daha belirgin bir görüşe sahip oluyor.

eSight, her türlü ortama uyum sağlayabilme özelliğine sahip. Böylece kişinin bulunduğu çevreye ait görüntüyü her zaman elde edebiliyor. Kısaca, başlığı takan bir kişi kitap okurken veya televizyon izlerken olduğu gibi hareket ederken de görüş elde edebiliyor.

Üstün görüş özelliği sağlıyor

eSight, öncelikle görme bozukluğu bulunan kişiler için geliştirilmiş bir cihaz. Ancak insanın doğasındaki bir eksikliği kapatmak için geliştirilen icat, aynı zamanda mevcut görme yeteneğimizi de geliştiriyor.

Başlığı takan bir kişi, normal görüşe oranla nesnelere tam 14 kat daha fazla yakından bakma özelliği kazanıyor. Sanki ayarlanabilir bir dürbün takıyormuş gibi çevrenizdeki nesne ve insanlara istediğiniz zaman yakın çekim bakabiliyorsunuz.

Nesneleri yakından görebilmenin yanı sıra görüşü geliştiren renk ve çözünürlük ayarları yapabilmek, normal bir insanı fantastik bir dünyaya koyabileceği gibi beyinleri de fazlasıyla zorlayabilir. Bu yüzden eSight eğlence dünyası için geliştirilenlerin aksine sadece medikal odaklı bir ürün.

Kullanımı yavaşça artıyor

Tamamen kör olanlar için kullanılamayan eSight, Kuzey Amerika başta olmak üzere birçok insanın yeniden görmesine ve yardım gerekmeksizin hayatlarını sürdürebilmelerini sağlıyor. 20 yıl önce görüşünü neredeyse kaybeden emekli asker Mark Cornell bu insanlardan biri.

Kuzey Amerika’da bugün 140 kişinin kullandığı eSight, 15 bin dolarlık fiyat etiketine sahip. Firmanın yakın gelecekteki amacı, başlığı daha küçük boyutlara getirmek ve fiyatını da azaltmak.

Bebeğini kucağına aldıktan sonra onun gülüşünü, küçük dilini ve gülümsemesini görmenin inanılmaz bir şey olduğunu belirten Kathy Beitz, teknoloji sayesinde engellerini aşan insanlardan biri. Kendisine verilen eSight başlığıyla bebeğini büyütecek olan Beitz, kendisi gibi genç kadınlar için de aynı zamanda bir ümit sembolü.

Beitz’in bebeğini ilk kez gördüğü anın videosunu YouTube’da izleyebilirsiniz.

Not: Bu makalenin orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Merak ettiğimiz bir soru: Hava durumu tahmini nasıl yapılıyor?

Her gün birçoğumuz hava durumu tahminlerinin bizi yanılttığından şikayet ediyoruz veya beklenmedik yağışların mağduru oluyoruz. Kış aylarında meteoroloji tahminlerindeki doğruluk payının neden düştüğüne baktığımızda, hem doğal hem de insan kaynaklı nedenler karşımıza çıkıyor. İnsan kaynaklı faktörlerin başını çeken meteoroloji uydularının yetersizliği, önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye fırsat oluşturabilir.

Hava durumu tahmini, modern teknoloji ve bilimin kullanılmasıyla belli zaman ve coğrafyada hava olaylarının nasıl olacağını anlamaktan geçiyor. Atmosferi gözlemleyen uydulardan yer ölçüm cihazlarına kadar uzay ve yerdeki birçok donanım havanın değişimi hakkında an be an veri iletiyor ve bu veriler gelecekteki hava durumunu öngörmemizi sağlıyor. Ancak teknoloji geliştikçe, tahminlerin sapma oranının artması gibi anormal bir durum söz konusu.

Özellikle kar veya yağmur yağışı beklenen günlerde hava durumu tahminlerinin neden pek tutmadığı, iki şekilde açıklanabilir: İlk olarak, iklim değişikliğinin de etkisiyle aşırı değişken hale gelen atmosfer olayları tahminleri yanıltabiliyor. İkinci sebep, aslında çok gelişmiş olduğunu düşündüğümüz teknolojinin hava olaylarını takip etmekte zorlanmaya başlaması.

Geleneksel yöntemlere devam

Gözlem uydularının devreye girmesinden önceki dönemlerden günümüze uzanan ve gelişen teknolojiyle sürdürülen geleneksel hava durumu tahmini yöntemleri arasında atmosfer basıncını, sıcaklığı, rüzgar hızını, nemliliği ve yağış oranını ölçmek yer alıyor. Uzmanlar, sabit veya mobil hava istasyonları ve hava balonlarıyla yapılan meteorolojik gözlemlerden elde edilen veriler, en son sayısal modellerle bir araya getirilerek mevcut meteorolojik analizin üretilmesinde kullanılıyor.

Atmosferin bilgisayarda oluşturulan simülasyonları olarak bilinen sayısal hava durumu tahmin modelleri, fiziksel olaylar ile akışkan dinamiklerin belli bir aralıkta gösterildiği süreci temsil ediyor. Eğer girdi olan veriler fazlasıyla karışıksa, akışkan dinamiklerin nasıl gelişeceğini çözümlemek için süperbilgisayarlara başvuruluyor.

Kısaca değindiğimiz süreçte, yer ve havadaki gözlemler en az üç saat arayla, düzenli olarak yapılıyor. Figürler, semboller veya sayısal değerler olarak hava istasyonlarına kod halinde iletilen verilerle, yer ve hava katmanlarına ait haritalar hazırlanıyor. Sonuç olarak, önümüzdeki 12-24 saatte belli bir coğrafyada hava durumunun ne olacağı belirlenmeye çalışılıyor. Doğruluğuna en önem verilen bilgi ise belli bir hava olayının yönü ve ilerleme hızı.

Uzun dönemli tahminler neden yanılıyor?

Meteorolojide, kısa dönemli hava durumu tahmini 48 saat; orta dönemli tahmin 3 ila 7 gün; uzun dönemli tahmin ise bir haftadan uzun süreleri kapsıyor. Meteoroloji uzmanları için özellikle 10 gün ve sonrasını tahmin etmek oldukça güç; çünkü kar veya yağmur gibi olayları etkileyen faktörler çok ani olarak değişebiliyor.

Hava akımlarının daha düzenli olduğu yaz aylarında güneşli bir günün ertesinde yeniden sıcak bir günün geleceğini bilmek hiç zor olmasa da, jet akımlarının Kuzey Atlantik’te giderek güçlendiği ve orta enlemlerde hava akımlarının düzensizleştiği kış ve sonbaharda bir sonraki günü bilmek giderek zorlaşıyor.

Kışın etkisi artan ve ‘depresyon’ olarak bilinen orta enlem hortumları 30 ve 60 derece enlemleri arasında etki gösteriyor. Depresyonlar, tropik altı bölgelerden gelen sıcak havanın kutuplardan gelen soğuk havayla karşılaşmasıyla ortaya çıkıyor etkin oldukları enlemlerde hava olaylarının büyük kısmını etkiliyor.

Yüzlerce uydu gerçekten işe yarıyor mu?

Sputnik 1, 1957’de başlayan uydu çağında Dünya’nın yörüngesinde yer alan tek uzay aracıydı. Ekim 2013’e gelindiğinde, aralarında Uluslararası Uzay İstasyonu (UUİ) ve Hubble Uzay Teleskobu’nun da yer aldığı 1071 uydu Dünya’nın etrafını sarmıştı. Buradan yola çıkarak uyduların sadece belli konumlarda gizli saklı işler çeviren, sinyal gönderip alan cihazlar olduğu sanılmasın. Her gün 16 gün doğumuna tanık olan UUİ, binlerce saatlik video ve fotoğraf çekimi yapan insanlı uydu/istasyonlardan biri.

NASA, NOAA (ABD Ulusal Okyanus Atmosfer İdaresi) ve ESA (Avrupa Uzay Ajansı) tarafından atmosferi gözlemlemesi için kullanılan uyduların en ünlülerinden belki de ikisi, GOES-13 ve GOES-15. Her ikisi Dünya’nın iki farklı noktasında sabit konumlanan uydular, 2010’dan bu yana Dünya’nın 3’te 1’ini 7/24 gözlüyorlar. Pasifik Okyanusu ile Amerika kıtasının neredeyse tamamını gören uydular, bu bölgeler için hava durumu tahminlerinin ana merkezi görevini görüyor. NASA, birinin devre dışı kalması halinde GOES-14’ü uyku modunda yörüngede tutuyor.

ABD uyduları SOS veriyor

ABD’nin 1977’den bu yana uzayın derinliklerinde gezinen Voyager 1 ve 2’ye ve 10 yıldan fazladır Mars’ı gözlemleyen Opportunity uzay aracına kıyasla, meteoroloji uyduları mükemmel çalışmıyor olabilir. Sandy Kasırgası’nın yaşandığı 2012’de teknik arıza yaşayan, bir yıl sonra meteroit çarpması nedeniyle geçici olarak devre dışı kalan GOES-13, Amerika’yı yeterince iyi göremeyince NASA’nın da endişesi arttı.  Çünkü 2002 yılında 2 milyar olan meteoroloji uydu bütçesi, geride kalan 10 yılda 1.5 milyar doların altına indi. NASA yetkilileri, yapımı yıllar süren ve maliyeti 1 milyar dolar civarında olan meteoroloji uydularının 2020’de 20’den az kalabileceği endişesini yaşıyor.

Yörüngedeki uyduların yarısından fazlasına sahip olsa da, ABD’nin atmosferi gözlemleyen uyduları giderek güçten düşüyor. Yeni nesil alıcılarla döşenen ve üç yıl görev süresi verilen kutup gözlem uydusu Suomi NPP’nin yenilenmeyecek olması, bir başka önemli sorun. Görev süresi 2016’ya uzatılan uydunun yerini bir başkası almazsa, 50 yıldan uzun bir süre sonra ABD’nin kutupları gözlemleyen uydusu kalmayacak.

ESA’nın CryoSat-2 ve GOCE gibi Antarktika ve buzulları gözlemleyen uydularının yanı sıra, NASA’nın CO2 gözlemi yapan OCO-2, su olaylarını inceleyen Aqua, iklim değişikliğinin etkilerini ölçen Terra ve ozon tabakasını gözlemleyen Aura gibi onlarca uydusu göreve devam ediyor. Ancak tüm bu uydular her gün hayati önem taşıyan meteoroloji takibi için kullanılmıyor.

Türkiye nasıl öğreniyor?

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün sayfasında yer alan bilgiye göre, Türkiye’deki ‘kuvvetli meteorolojik olayların tahmini’ için mümkün olan tüm bilgiler bilgisayar modelleri hazırlamak için kullanılıyor 1(http://www.mgm.gov.tr/FILES/genel/sss/kuvvetlimeteorolojikolaylar.pdf).

Modellerin oluşturulmasında kullanılan bilgiler ise;

  • Yer ve yukarı atmosfer gözlemleri,
  • Okyanuslardaki sabit veya hareketli gemilerden elde edilen gözlem verileri,
  • Sabit veya hareketli şamandıra gözlem verileri,
  • Meteorolojik amaçlı olan Uydulardan elde edilen veriler,
  • Meteorolojik amaçlı Radar verileri,
  • Uzun menzilli uçuş yapan uçaklarda tak ılı olan meteorolojik sensörlerden elde edilen gözlem verileri.

Türkiye, askeri ve sivil amaçlı kullanılan Göktürk-2 uydusuyla meteoroloji bilgileri elde etmiyor. Ancak dünyanın 2020’li yıllarda zor duruma düşebileceği öngörülürse, hızla ilerlediğimiz uydu alanında meteorolojiye öncelik vermek oldukça mantıklı olabilir.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

‘Süper görüş’ yeteneği dünya algımızı değiştirebilir

Normal insan gözü 1 milyon rengi ayırt edebiliyor. Ancak aramızda tam 100 milyon renk görebilen kadınlar dolaşıyor. Bilim dünyası, insanın en saklı özelliklerinden birini daha iyi anlamak için bu kadınları arıyor.

ABD’li ressam ve öğretmen Concetta Antico, yıllarca bir dersin parçası olarak öğrencilerini parka götürdü. Onlara her zaman suyun üzerindeki parıltıları, taşların üzerindeki pembe tonları ve yaprakların kenarlarındaki kırmızı desenleri görüp göremediklerini sordu. Öğrencileri her defasında ona olumlu cevap verdi. Ancak, öğrencilerinin görgülü olmak için yalan söylediklerini anladığında, yıllardır kendisinde sezdiği farklılığın gerçek olduğunu da anladı.

‘Tekrakromasi’ adlı mutasyonu taşıdığı bilinen çok az insandan bir olan Antico, dünyayı algılayamadığımız milyonlarca renkle görebilme yeteneğine sahip. Bu özellik, ona hayata çok farklı bakma şansı verirken, ressam olması sayesinde bilim insanları onun dünyayı nasıl gördüğünü analiz etme şansı buluyor. Antico, “Çakıl taşlarıyla dolu bir yol size sadece gri ve karanlık görünebilir. Ancak benim gözümde turuncu, sarı, yeşil, mavi ve pembenin tonları dans ediyor” diyor.

Antico ve kendisi gibi tetkrakromasi mutasyonu taşıyan çok az sayıdaki insan, ‘hepimiz aynı renkleri görebiliyor muyuz’ sorusuna cevap arayan bilim insanları için oldukça zorlu bir deneyi temsil ediyor. Çünkü onları bulmak ve bu mutasyonun sırlarını araştırmak hiç de kolay değil.

100 milyon renk görebilmek

Ortalama bir insan, gözün ağ tabakasında bulunan ve mavi-mor, yeşil ve sarı-kırmızı dalga uzunluklarına duyarlı üç türe sahip koniler sayesinde 1 milyon rengi ayırt edebilme yeteneğine sahip.  Renk körü kişilerde bu konilerden biri hasarlı veya bulunmazken, tetrakromasi mutasyonu bulunan insanlarda üç değil, dört koni türü yer alıyor.

İnsanlar dışında köpek ve maymunlar dahil birçok memeli, renk reseptörleri olarak da adlandırılan konilerden ikisine sahip. Dikromat adını alan bu canlılar, üç koniye sahip ‘trikromat’ insandan daha az renk görebiliyor. İnsanları, morötesi ışınları da görebilen kuş ve böcek türleri geride bırakabiliyor. En tepede ise süper görüşe sahip tetrakromatlar yer alıyor.

Tetrakromasi, ilk olarak 1948 yılına Hollandalı bilim insanı HL de Vries’in renk körlüğü üzerinde yaptığı araştırmada değinilen bir terim. De Vries, araştırmasında iki normal koni dışında bir mutasyonlu konisi bulunan erkekler üzerinde gözlemler yaptı. Erkeklerin yeşil veya kırmızıya hassas olan mutasyonlu renk reseptörü, iki rengi ayırt etmelerini zorlaştırıyordu. Deneyde, renk körü erkekler kırmızı ve yeşil rengi karıştırarak sarının belli bir tonunu elde etmeye çalışıyordu. Denekler, trikromatlara kıyasla istedikleri sonucu elde etmek için kırmızı ve yeşil ışığın şiddetini ayarlayabiliyordu.

De Vries, sadece merakından yola çıkarak, deneklerden bir tanesinin renk körü olmayan kızları üzerinde deney yapmak istedi. Kırmızı ve yeşili herkes gibi ayırt edebilen kızlar, istenen sarı tonu elde edebilmek için normal bir trikromatın ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla kırmızı renk kullanıyordu. De Vries, renk körü olmamalarına rağmen bu duruma açıklık getiremedi. Ardından şu sonuca vardı:

Deneklerin ailelerinde renk körlüğü sadece erkekleri etkilediğine göre, erkeklerde normal iki koni ve mutasyonlu bir koni bulunurken, eşleri ve kızları üç normal koni ve bir mutasyonlu koniye sahip oluyordu. Bu ek koni, deneyde kızların daha az değil, tersine daha fazla gördüklerini ortaya çıkarmıştı. Kısaca, üç normal konisinin dışında dördüncüsü de aktif olan kadınlar vardı.

Süper görüş yeteneğine sahip ressam Concetto Antico. [Facebook]

On yıllar sonra varlığı doğrulandı

İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nden John Mollon, 1980’li yıllarda De Vries’ın çalışmasından ilham alarak tekrakromasiyi araştırmaya başladı. Bugün Newcastle Üniversitesi’nde nörolog olan Gabriele Jordon ile yaptıkları çalışmada, renk körlüğü ne kadar yaygınsa, dört koniye sahip kadınların da bir o kadar fazla olması gerektiği düşüncesini esas aldılar. Kısaca, dünyadaki kadın nüfusunun yüzde 12’si dört koniye sahip olabilirdi.

Dört koniye sahip olan kadınlar üzerinde yapılan deneylerin hep aynı sonucu vermesi, dördüncü koninin onu taşıyan herkeste aktif olmadığını ortaya koydu. Jordan ümidini yitirmek üzereyken, yeni bir deney yöntemi keşfetti. Karanlık bir odada bir deney cihazına bakacak olan kadınlar, üç renkli halkalar görecekti. Bir trikromat için hepsi aynı görülecekken, bir tekrakromat ekstra renk reseptörü sayesinde kırmızı ve yeşilin karışımı bir ışık görecekti. Jordan’ın 25 kadın üzerinde gerçekleştirdiği deneyler, bir olumlu sonuç verdi.

2012’de yapılan ve İngiliz basınından düşmeyen keşif haberlerinde, süper görüşe sahip ilk kadın ‘cDA29’ kod adıyla duyuruldu. Jordan, ‘sevinçten zıpladığını’ belirttiği keşfin ardından yapılması gereken birçok gözlem olduğunu belirtti: “Tekrakromasinin var olduğunu biliyoruz ancak tekrakromatik olmayı sağlayan özelliği keşfetmiş değiliz.”

Süper görüşlerini açabilirler

Ressam Concetta Antico’nun süper görüşe sahip olduğunu diğer önemli keşifle beraber 2012’de tespit eden Washington Üniversitesi’nden Dr. Jay Neitz, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 1’ini oluşturan dört koniye sahip kadınların süper görüşlerini aktif hale getirebileceklerini düşünüyor.

Antico’nun ‘daha zengin ve artırılmış’ görüş yeteneği kazanmasını sağlayan genlerin özelliklerini inceleyen Dr. Neitz, “Etrafımızda gördüğümüz renkli nesneler, trikromatların gözlerine uygun olarak üretildi… Bu nedenle dünyamız trikromatların gözlerine uygun olarak ayarlanmış olabilir” ifadesini kullandı. Kısaca, süper görüşe sahip insanlar görüşlerini kısıtlayan çevreleri nedeniyle özelliklerini fark edemiyor olabilir.

Dr. Neitz, insanların boyadığı sayısız nesnenin yanı sıra, doğanın da tetrakromatların üstün görüşünü ortaya çıkaracak kadar renk çeşitliliği sunmuyor olabileceğini belirtti.

İnsanlık gizli yeteneklerini öğrenecek

Dr. Neitz’in sözleri ele alındığında, tetrakromatların henüz tanımadığımız dünyalara özgü bir sır taşıdığı bile düşünülebilir. Asıl soru, süper görüş özelliğinin doğasında ne yatıyor?

California Üniversitesi’nden Kimberly Jameson’a göre, her tetrakromat 100 milyon rengi görme yeteneğine sahip değil. Concetta Antico, sanatçı olmasının da verdiği yetenekle bu özelliğini çok üstün kullanabilen en nadir örnek. Renkleri çok iyi tanıması sayesinde, çizdiği resimler kendi gözünden dünyayı nasıl gördüğünü çok net bir şekilde gösteriyor. Geceleri görüşü daha da artan Antico, aydınlığı normal insan gözüne kıyasla farklı algılıyor, renkleri yalın halleriyle görebiliyor.

Antico, renk körü olan kızı dahil, dikromat, trikromar ve tekrakromat olan herkesin görüşünü artırmak istiyor. Üzerinde yapılan genetik araştırmalar, tabloları üzerindeki analizler ve yeni keşfedilen tekrakromatlar üzerindeki deneyler, süper görüş özelliğinin doğası ve daha da önemlisi amacını anlamamızı sağlayacak.

Genlerimizde saklı olan süper görüş mutasyonu, insanın sadece teknolojiyle evrim geçirmediğine dair en güçlü örnek. Dahası, renk körlüğünden ortaya çıkan bu mutasyon, insanın aslında sahip olduğu her özellikle mükemmel olduğuna işaret ediyor.

Not: Bu yazının orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

K.Kore’ye 100 bin The Interview kopyası

Güney Koreli bir aktivist, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’a yönelik suikastı konu alan komedi filmi The Interview’ın 100 bin kopyasını balonlarla sınır ötesine taşımayı planlıyor.

K.Kore’den G.Kore’ye kaçan isimlerden biri olan Park Sang-Hak, DVD ve USB belleklerle dolu olan balonlarla The Interview filmini ‘düşman kardeşe’ taşımayı amaçlıyor. Aktivist, filmin 100 bin kopyasını taşıyacak balonların Ocak sonuna kadar hazır olacağını belirtti.

Park, balonların K.Kore’ye gönderileceği tarihleri 20 Ocak’ta Seul’da ABD merkezli İnsan Hakları Derneği’yle yapacağı görüşmede belirleyeceklerini söyledi. The Interview’ın kopyalarını taşıyan DVD ve USB belleklerin parasını derneğin ödediği belirtildi.

Bir haftada 18 milyon dolar hasılat

Hiçbir tehditten korkmadığını söyleyen Park, balonların ilk uçuşu için rüzgarın K.Kore yönünde güçlü olduğu Mart ayını düşündüklerini söyledi. Park, K.Kore vatandaşlarının büyük kısmının Çin’den alınan ikinci el DVD oynatıcılara sahip olduğunu ve ceza alacaklarını bilmelerine rağmen yurt dışından getirilen filmleri izlediklerini söyledi.

The Interview Noel günü internette ve ABD’deki sinemalarda gösterime girmişti. Filmin ilk hafta içinde internetten elde ettiği gelir 18 milyon doları geride bıraktı.

2014’te aramızdan ayrılan 10 teknoloji ürünü

Hızla gelişen ve hayatımızı da hızla değiştiren teknoloji, her yeni yıl öncesinde fazlalıkları da atma gereği duyuyor. Şirketlerin bahar temizliğiyle başlayan ve yılsonuna kadar devam eden temizliği sonunda, 10 önemli ürün teknoloji dünyasına elveda dedi.

Mobil cihaz ve uygulamaların başını çektiği elektronik cihaz ve yazılım furyasının ardından, 2015’te teknoloji dünyası bir üst seviyeye çıkmaya hazırlanıyor. Hayatımızı kolaylaştıran ve zaman öldürmemize yarayan sayısız cihaz ve uygulamanın ardından, hayatımızı değiştirecek teknolojilere adapte olmaya başlayacağımız bir yıla giriyoruz.

Nesnelerin İnterneti, giyilebilir cihazlar, yüz ve ses tanıyan akıllı asistanlar, 3D yazıcılar ve yapay zekası artan arama motorları, 2015’te başlayacak değişimin öncüsü olacak. Yeni teknolojilere yer açmak için, cihaz ve veri miktarı sürekli artan teknoloji dünyası rutin temizliğine bu yıl da devam etti. Aramızdan ayrılan yazılım ve uygulama ağırlıklı liste şu şekilde belirdi:

Windows XP

Microsoft’un Ekim 2001’de sunduğu XP, 13 yıl boyunca sayısız bilgisayarın ana ekranını yemyeşil çimen ve gökyüzüyle dolduran duvar kağıdıyla karşıladı. Windows 8’in gelmesiyle PC’lerdeki ömrünü tamamen dolduran XP, Nisan ayında resmen internetten kaldırıldı. Ancak XP’nin izi dijital dünyadan tamamen silinmiş değil.

ABD’deki en büyük ATM tedarikçisi NCR’nin Ocak 2014’te verdiği bilgiye göre, küresel alanda ATM’lerin yüzde 95’inde halen Windows XP kullanılıyor. Dahası, Microsoft Türkiye, ülkemizdeki PC’lerin yüzde 20’sinde halen emektar işletim sisteminin kullanıldığını açıklamıştı. Microsoft, 2015’te Windows 8’e Çin’de getirilen yasağı kaldırmaya çalışacak. Hacker’lara fırsat sunmamak için ATM’lerde işletim sistemi güncellenmesi de oldukça faydalı olabilir.

iPod Classic

Apple’ın 2000’li yıllarda en çok satan ürünlerinden biri olan iPod Classic, Eylül ayında Apple Store’lardan kaldırıldı. Teknoloji tarihinde ‘en çok satan MP3 çalar’ olarak adını yazdıran iPod Classic, 2009 yılında 54 milyonun üzerinde satılmıştı. iPod Touch serisiyle raflardaki bekleme süresi de uzamaya başlayan iPod Classic, zamanla giderek ufalan ve özellikleri artan yeni modellerinin yanında tutunamaz oldu. Ürün, 2014’ün ilk üç çeyreğinde 12 milyon satıldı.

Dahili belleği 160 GB’a kadar çıkan ve 40 bin parça saklama kapasitesi sunan iPod Classic, rengarenk seçenekleriyle 2000’lerin en heyecan uyandıran ürünlerinden biri oldu. Apple’a yeni ürünlerin Ar-Ge çalışması için iyi bir finans kaynağı olduğunu da söylemek yanlış olmaz.

Facebook Poke uygulaması

Facebook, WhatsApp’e 19 milyar dolar ödeyerek mesajlaşma uygulamaları konusunda ne kadar hırslı olduğunu göstermişti. Sosyal ağ, henüz bu hamleyi yapmadan önce, Aralık 2012’de ‘Poke’ adını verdiği bir uygulama hayata geçirmişti. Gelecek vaat eden Snapchat’e rakip olarak beliren Poke, arkadaşlarınıza birkaç saniye içinde ömrü dolan medya içerikleri ve mesaj gönderme imkanı veriyordu.

Poke, kısa zamanda beklentileri karşılamamış olacak ki, Facebook Kasım 2013’te Snapchat’e 3 milyar dolar teklif etti ancak reddedildi. Aylar sonra, WhatsApp teknoloji dünyasının tanık olduğu en büyük satın alımla Facebook bünyesine katıldı. Messenger ve WhatsApp ile istediği performansı yakalayan Facebook, Snapchat’in kopyası olarak adlandırılan Poke ortadan kaldırmak için istediği mazareti bulmuş oldu.

MSN Messenger

Chat kültürünün baş mimarları arasında yer alan MSN Messenger, en ağır darbeyi 2011’de Microsoft Skype’ı satın aldığında yemişti. Nam-ı diğer Windows Live Messenger olarak bilinen uygulama, 2012’de yeniden toparlanacağına yönelik açıklamalar yapılsa da, eski günlerini göremedi.

Microsoft, Nisan 2014’te MSN Messenger’ı internetten kaldırdı. Halen Çin’de az da olsa kullanılan mesajlaşma programı, geride sabahlara kadar süren yazışmaların oluşturduğu anılar bıraktı.

Orkut

Adını Google çalışanı Orkut Büyükkökten’den alan Orkut, aynı zamanda Google’ın ilk sosyal ağ denemesi olarak belirdi. Sosyal ağın ilginç kaderi, ABD’de değil ancak Brezilya ve Hindistan’da popüler hale gelmesini sağladı. Ancak Facebook’un 2011’de Brezilya’da hızla yükselmesi, Orkut’un en başarılı olduğu ülkede geriye düşmesine neden oldu.

Google+ yatırımlarına devam etmeye karar veren Google, her ne kadar başarısı devam etse de, 45 dilde hizmet veren Orkut’u 30 Eylül’de kapattı. Maalesef Google+’ın başında yer alan Vic Gundotra’nın Nisan ayında firmayı terk etmesi, yatırımları pek olumlu etkilemedi.

Xbox Entartainment Studios

Microsoft’un yeni CEO’su Satya Nadella’nın göreve gelmesinden kısa bir süre sonra 18 bin çalışanı çıkaracağını açıklaması, Xbox Entartainment Studios’un da sonunu getirdi. ABD’deki rakiplerine karşı gücünü artırmak için 2012’de CBS başkanı Nancy Tellum’un başına getirildiği birim, Nadella’nın açıklamasıyla ortadan kaldırıldı.

Oyunseverlerin yükünü taşıma sorumluluğu Xbox Live’a yüklenirken, içerik ve hizmet üretimiyle uğraşan video platformunun düzenli siber saldırıya maruz kalması, Microsoft’u fazlasıyla zorluyor.

Justin.tv

Kafasına taktığı kamerasıyla 2006’da başlattığı 7/24 yayımcılık projesini kısa zamanda YouTube benzeri bir platforma dönüştüren Justin Kan, bir sonraki girişimi Twitch ile alıp başını gidince emektar projesine ihtiyacı da kalmadı.

Amazon’a 970 milyon dolara satılan Twitch, bugün en popüler çevrimiçi video oyun platformu haline gelmiş durumda. Aynı zamanda Y Combinator kuluçka platformuyla da çalışan Kan, yıl içinde Justin.tv’yi sonlandırdı.

MacWorld Dergisi

Onlarca yıl Apple’ın çıkardığı tüm ürünler ve üzerinde çalıştığı ürünler hakkında haber sunan MacWorld, dijital yayımcılığının gücüne karşı koyamayarak Eylül ayında ömrünü doldurdu.

Derginin yayın yönetmeni Jason Snell, 17 yıl aradan sonra firmasını terk etmek zorunda kalırken, zoraki ayrılık Apple’ın iPhone 6 ve Apple Watch’u sunduğu 9 Eylül’de açıklandı. Apple’ı an be an takip eden onlarca teknoloji sayfası göz önüne alındığında, bunca yıllık çalışması için Snell’i takdir etmek gerekir.

Nokia X

Satya Nadella’nın gelişinin ardından yaşanan bir diğer belirgin değişim, Microsoft’un mobil cihaz birimini satın aldığı Nokia’nın Android tabanlı X serisi telefonlarını ortadan kaldıracağını açıklaması oldu. Nadella, şirket çalışanlarına gönderdiği mesajda, Nokia X’in Windows Phone ile çalışan bir Lumia ürünü haline geleceğini açıkladı.

Microsoft, yıl içinde telefonlarından Nokia adını tamamen silerken, Finlandiya’nın en ünlü markası mobil cihaz birimi olmadan da ürün sunabileceğini N1 tabletiyle kanıtladı.

Flappy Bird

Mobil oyun piyasasının en enteresan hikayelerinden biri, Flappy Bird’e ait. Angry Birds, Temple Run ve Candy Crush gibi en popüler oyunlardan biri olan Flappy Bird’ün yaratıcısı Dong Nguyen, elde ettiği başarının altından kalkamayarak yapımını çekme kararı aldı.

Vietnamlı yazılımcı, Şubat ayında Twitter’da yaptığı açıklamada, aşırı başarıyla gelen baskıyı kaldıramadığını ve oyunu çekeceğini belirtti. Oyunseverleri şaşkına çeviren açıklamanın ardından birçok kopya yerini aldı. Nguyen, kısa süre sonra Amazon uygulama mağazasında Android için Flappy Bird Family adında yeni bir oyun sundu. Ancak kendiliğinden yükselen ve yere çalışan kuşun anısı 2014’le sınırlı kaldı.

Not: Bu makalanin orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Türkiye ilk işlemci firması ile en karlı sektöre adım atıyor

ASELSEN ve Bilkent Üniversitesi, adı AB-MikroNano olarak belirlenen ilk çip firmasını hayata geçirdiklerini açıkladı. 30 milyon dolar yatırımla hayata geçirilen AB-MikroNano, savunma radarından elektrikli arabaya ve yüksek hızlı trenden 4G/5G telefonların geliştirilmesine kadar birçok alanda kullanılması planlanan çipler geliştirecek. Dahası, güneş ve hidroelektrik santralleri başta olmak üzere enerji sektöründe yeni nesil çipler sayesinde güç tasarrufu sağlanacak.

Türkiye’nin birçok alanda eşzamanlı gelişme gösterebilmek için çip teknolojisine eğilmesi, tek kelimeyle nokta atışı bir karar. Geç kalınmış olsa da atılacak adımları fazlasıyla kara dönüştürmenin bir yolu ise küresel çip sektörüne tedarikçi olarak girmek olacak.

Silikon olmadan cahil kalırsınız

Mobil cihazların beyni olan mikroişlemciler, akıllı telefon üretimi ele alındığında yarıiletken sektörünün uzun yıllar bir numarası olacak gibi görünüyor. Asya ülkeleri, 20’inci yüzyılda ekonomilerini şahlandıran çip sektörüyle, artan talep sayesinde ikinci baharı yaşamayı hedefliyor. Genel çerçeveden bakıldığında, Türkiye’nin çip sektörüne girmesinin mantıklı olduğunu Asya ülkelerinin geçmişine baktığımızda anlayabiliriz.

İlk olarak Japonya’nın 1970’te adım attığı sektöre 1980 ve 90’lı yıllarda sırasıyla Güney Kore, Tayvan ve Singapur giriş yaptı. Samsung ve Hyundai, Güney Kore’nin güçlü sanayisini çip üretimiyle iyice kalkındırırken, Tayvan TSMC ve UMC firmalarıyla yabancı firmaların tasarımı olan çipleri üretmeye başladı ve gelişmekte olan Asya ülkeleri arasında öne çıkmaya başladı.

En dikkate çarpan örnek ise 1990’ların sonunda Malezya’da yaşandı. Doğal kaynaklarıyla elde ettiği zenginliği teknoloji yatırımına dönüştürmeyi amaçlayan Sarawak eyaleti, 1996’da ilk çip fabrikasını kurdu ancak başarılı olamadı. 2001’de yapılan ikinci denemede, 1st Silicon adı verilen 1.7 milyar dolarlık çip fabrikası açıldı ve kısa zamanda iki tanesi daha inşa edildi. Kısa zamanda Asya’nın bağımlılığı haline gelen çipler, Türkiye gibi son kullanıcı ürünlerine yeni adım atmakta olan ülkelerin ihya olmasını sağladı.

1st Silicon’un 2001’de CEO’su olan Claudio Loddo, The Economist’e verdiği demeçte çip sektörünün önemini geniş açıdan özetlemeyi bildi: “Silikon gelişim getirir, geleceğin yatırımıdır… Eğer silikon olmazsa, insanlar aptal kalır.”

Çip üretimi neden bu kadar önemli?

Bu sorunun en güncel cevabı, elektronik cihaz kullanımının patlamış olması. Tüketici elektroniği üretiminin ne boyuta geldiğini anlamak için dünyanın en büyük ekonomisi Çin’e göz atmak yeterli. PCWorld’ün 2013 yılına ait verilerine göre, Çin tek başına 1.5 milyar akıllı telefon ve 340 milyon PC üretti. Statista’nın istatistikleri ise Çin’in Ocak-Ekim 2014 dönemindeki 1.4 milyara akıllı telefon ürettiğini gösteriyor.

Erişim kolaylığı ve düşen fiyatlar mobil cihaz piyasasındaki rekabeti büyük firmalar için iyice zorlaştırırken, çip piyasasına yatırım yapmak çok daha mantıklı bir hamle olarak beliriyor. Artan taleple, PC ve akıllı telefonlarda kullanılan DRAM ile mobil cihazlar ve dijital kameralarda kullanılan NAND flaş bellek çiplerinin üretimi de artışa geçti.

Elektronik cihaz üretimindeki patlamanı yanı sıra, Eylül 2013’te yaşanan bir fabrika yangını, çip piyasasının ne kadar hassas olduğunu da gözler önüne serdi. Güney Kore firması SK Hynix’in Çin’in Wuxi kentindeki fabrikasında çıkan yangın, bir hafta içinde bellek yongası fiyatlarını yüzde 42 artırdı. Normal üretime geçmesi en az bir ay süren SK Hynix fabrikasında 4 Eylül 2013’te yaşanan yangın, üretimi en az bir ay aksatırken, 1.60 olan 2 Gigabit DDR3 RAM fiyatı, birkaç gün içinde 2.27 dolara çıktı.

Sony, Dell ve Apple gibi devleri etkileyen yangın, mobil cihaz ve PC piyasasındaki çip talebinin ne kadar yüksek olduğunu gözler önüne serdi. Gelecekte yine ‘yanmak istemeyen’ elektronik üreticileri, aynı zamanda kar potansiyelini görerek piyasaya yatırım yapmaları gerektiğini anladı.

Samsung rotasını değiştirdi

Mobil cihaz ve televizyon seti üreticisi olarak tanıdığımız Samsung, çip piyasasına yaptığı yatırımı artırması gerektiğini anlayan ilk firmalardan biri. Güney Kore devi, 2020’ye yaklaşırken ağırlığını vereceği sektörü de bilgisayar ve mobil cihaz çipleri olarak belirlemiş durumda.

Akıllı telefon piyasasında düşük bütçeli ürünler sunan markalar nedeniyle fazlasıyla kan kaybeden Samsung, 2017’den itibaren dikkatini mobil cihazların ‘beynini’ üretmeye odaklayak. Toplam işletme karının yüzde 60’ını çip üretiminden elde Samsung, 14.7 milyar dolar yatırımla Pyeongtaek kentinde kurulacak en son teknoloji çip fabrikasını 2017’de faaliyete sokacak.

DRAM üretiminde dünyada bir numara olan Samsung, Çin ile yaşanan rekabette Güney Kore’nin lokomotifi olacak. 2015’te mikroçip üretiminden 56.8 milyar dolar gelir hedefleyen Çin, 2020’de 32-28 nanometre (nm) çipler başta olmak üzere bir numaralı üretici olmak istiyor.

Doğu Asya ülkeleri 2015’te sert bir rekabete hazırlanırken, Batılı firmalar işgücü ve dönüşüm maliyeti nedeniyle Doğu’nun gerisinde kalıyor. AMD’nin zar zor ayakta kalmayı başardığı sektörde tökezleyen bir diğer dev olan IBM, Ekim ayında tüm çip operasyonlarını Abu Dabi merkezli Globalfoundries’e bıraktı. 10 yıl boyunca IBM için 22, 14 ve 10 nm çipler üretecek olan Globalfoundries, 1.5 milyar dolar alacağı anlaşma kapsamında IBM’in patentlerine erişim hakkı da kazanacak. IBM’in ABD’deki tesislerini devralacak olan şirket, 5000 bin işçinin yükünü sırtlama karşılığında oldukça değerli teknik bilgi ve üretim gücüne ulaşacak ve küresel rekabete Ortadoğu damgası vuracak.

 

En güvenilir sanayi

World Semiconductor Trade Statistics raporlarına göre, küresel yarıiletken sektörü 2014’te 4.1 büyürken, bu oran 2014’te ise yüzde 4 olacak. İstikrarlı büyümenin temelinde ise tüm ülkelerin piyasaya olan güveni yatıyor.

Global Semiconductor Survey’in 2013’te 193 üretici genelinde yaptığı ankete göre, 2014’te en önemli çip sektörü yüzde 56 ile ABD, yüzde 55 ile Çin olarak gösterildi. Donanım ve son kullanıcı ürünlerinin merkezleri, tedarikçilerin de ana müşterisi olarak beklentileri karşıladı. Hindistan ve Güney Kore, yüzde 31 ile tüketicilerin en gözde üçüncü ‘piyasaları’ olarak belirdi ve biri son kullanıcı, diğer sanayi devi ülkeler tahminleri yine doğruladı.

Yarıiletken üreticilerinin gelecek üç yıl içinde en çok büyüyeceğini tahmin ettiği sektörler, Türkiye’nin önündeki potansiyeli de özetliyor: Mobil teknolojiler (yüzde 66), alternatif ve yeşil enerji (yüzde 63), sanayi (yüzde 62), otomotiv (yüzde 60), tıbbi ürünler (yüzde 55), kablolu iletişim (yüzde 55).

Grafen’e dikkat

Elektronik cihazların hafızası ve karar mekanizması olarak işleyen sayısız nano modülden meydana gelen mikroişlemciler, silikondan yapılan incecik yarıiletken levhalar üzerine yerleştiriliyor ve cihazlara monte ediliyor. Kalınlığı giderek incelen ve kısaca çip (veya mikroçip) dediğimiz levha, silikondan yapılıyor.

Ancak Samsung ve Nokia’nın başını çektiği grafen araştırmaları, 2015’ten sonraki dönemde teknoloji dünyasının çehresini değiştirebilir. Samsung’un üzerinde çalıştığı grafen alan etkili transistör (GFET) başarılı olursa, mobil cihazlar, bilgisayarlar ve giyilevilir cihazlar gibi birçok üründe silikon ortadan kalkabilir. Dahası, IBM ‘100 GHz’ işlemci hızındaki grafen CPU geliştirilmesi üzerine çalışıyor.

Kısaca, 1970’li yıllardan günümüze sağlam temellere oturmuş olan çip sektörü, silikonun yerini grafenin almasıyla takla atacak. Savunma, uydu, haberleşme, ulaşım ve enerji sektörlerinin yanı sıra mobil cihazlar için nm ölçekte çip geliştirmeye başlayacak Türkiye, grafeni de yakında takip etmeli. Aksi takdirde, zaten geç kalınan bir diğer teknoloji alanında yeterli teknik bilgi elde edilemeden sil baştan yapmak zorunda kalabiliriz.

Not: Bu makalenin orijinali Turkcell Blog’da yayımlanmıştır.

Gizlilik odaklı uygulama platformu geliyor

Kullanıcı bilgilerini şifreleyen Blackphone için hazırlanan uygulama platformu 2015’te hayata geçiyor. Platforma sadece güveliği onaylayan uygulamalar kabul edilecek.

Telefon görüşmelerinden metin mesajlarına kadar tüm işlemleri şifreleyerek gerçekleştiren Blackphone telefonları için hazırlanan uygulama platformu Ocak 2015’te hayata geçiyor. Blackphone CEO’su Toby Weir Jones, platforma konulacak uygulamaların çeşitli güvenlik testlerini geçmek zorunda olduğunu belirtti.

Donanım geliştiricisi Geeksphone ile şifreli iletişim teknolojileri geliştiren Silent Circle firmalarının geliştirdiği Blackphone, kullanıcı bilgilerinin casusluk yapılarak çalınmasını önlemek için akıllı telefonların tüm fonksiyonlarını şifreleyerek sunuyor.

Guardian’a açıklama yapan Jones, ‘lokasyon, e-posta ve sosyal medya bilgileri gibi verilere erişim sağlamak isteyen tüm uygulamaların denetimden geçeceğini ve bilgi toplama amacının sorulacağını’ belirtti.

İki ayrı telefon halinde gelecek

Kanadalı Graphite Software firmasının geliştirdiği ‘Spaces’ yazılımını kullanacak Blackphone, bu sayede sosyal ve iş amaçlı kullanılmak üzere iki farklı telefon özelliği sunacak. Kullanıcının sosyal ve iş hesabında yer alan uygulama ve bilgiler, diğer hesapta bulunmayacak.

Blackphone, BlackBerry’nin sunduğu güvenlik içeriğiyle, sadece son tüketiciler değil, kamu ve devlet kurumları tarafından da tercih edilen bir ürün haline gelmeyi amaçlıyor. Jones, Blackphone’un ağırlıklı olarak iş hayatında güvenliği ön plana çıkaran kullanıcılara pazarlanacağını, bu niş sayesinde diğer tüketicilerin de ilgisini çekebileceklerini belirtti.

Gizlilik konusunda tüketicilere gereken bilinçliliği kazandırmanın uzun bir süre alacağını belirten Jones, gelecekte güvenlik ve özel uygulamaların artacağını savundu.