En Yeni İçerikler

Yıldızların içinde parazit kara delikler saklanıyor olabilir mi?

Karanlık madde araştırmalarında bilim insanları birçoğumuzun milyon yıl aklına gelmeyecek bir yere daha bakıyor: Yıldızların çekirdekleri.

Astronomi dünyasında son yıllarda öne çıkan tartışmalardan bir tanesi, Güneş benzeri yıldızların içerisinde onları içten içe yiyen küçük kara delikler olabileceği. Kozmosun ilk zamanlarında oluştuğu düşünülen bu kara delikler bir şekilde yıldızların içerisinde kozmik yaşamlarına devam etmeyi başarmış olabilir.

Max Planck Enstitüsü ve Yale Üniversitesi’nden astrofizikçi Earl Bellinger’in 2023 başında yayımladığı bir makale, yıldızların çekirdeklerinde saklı parazit kara deliklerin milyarlarca yıldır materyal yiyerek yaşamlarına devam ediyor olabileceğini öne sürdü. Araştırma, olası parazit kara deliklerin yıldızlar üzerinde nasıl bir etkisi olabileceği ve onları nasıl fark edebileceğimize yönelik ilk bilimsel makalelerden birini temsil ediyor.

Bellinger ve meslektaşlarına göre, parazit kara delikler sanıldığından çok daha uzun bir yaşam süresine sahip olabilir. Yoğunluğu düşük kara delikler bir yıldızın evrim sürecinde neredeyse hiç etki yapmayacakken, daha büyük olanlar yuttukları materyal ile bu süreci daha farklı etkileyebilir. Araştırmaya göre, içlerinde kara delik bulunan yıldızlar tamamen kendilerine özgü bir iç yapıya sahip oluyorlar ve bu yıldızları astro-sismoloji sayesinde keşfetmemiz mümkün.

Haliyle astronomi dünyası için bugüne dek peşinde koştukları çeşitli boyutlardaki kara deliklerin ardından keşfedilmeyi bekleyen yepyeni bir kara delik türü beliriyor. Samanyolu’nun merkezinde yatan süper dev kara delik Sagittarius A dahil, boyutları Güneş’in milyarlar veya milyonlarca katı olan birçok farklı boyutta kara delik bulunuyor.

Ancak bugüne dek bilinmeyen kara delik türü boyutları gezegenler, uydular ve asteroidler çapında değişenler. Bilinen kara deliklerin neredeyse tümü yıldızların ömürleri tükendiğinde içlerine çökmesiyle yaşanan süpernova patlamaları sonucu oluşuyor. Ancak mikro boyutlu olanların kütlesi kara delik kadar yoğun bir nesneye dönüşmelerine izin vermeyecek kadar düşük. Öte yandan, bilim insanlarına göre mikro kara deliklerin oluşmasını sağlayacak bir yol var.

Birçok bilim insanının günümüze dek öne sürdüğü düşünceye göre, çok küçük boyutlu kara delikler Büyük Patlama’nın ardındanki saniye veya saniyelerde Evren henüz çok sıcak ve yoğunken, ek yoğunluğun uzay-zamanın kaçması mümkün olmayan bir yamasına çökmesiyle/dönüşmesiyle oluşmuş olabilirler.

Bu ilk ve ilkel kara deliklerin nereye kaybolmuş olabileceği bir gizem iken, kara madde olarak tanımlanan Evren’in ek çekim kuvvetine bir açıklama sunabilirler. Bazı bilim insanlarına göre, parazit gibi nötron yıldızlarının çekirdeklerinde oturuyor ve bir bağırsak solucanı gibi materyal yiyor olabilirler.

Bellinger ve meslektaşları yaptıkları araştırmada iç parazit bir kara deliğin nötron yıldızlarında değil ama Güneş benzeri bir yıldızda barınıp barınamayacağını inceledi. Ünlü astrofizikçi Stephen Hawking, Güneş’in ilkel bir kara delik barındırıyor olabileceğini öne sürmüştü. Diğer bilim insanları tarafından yapılan araştırmalar da, var olmaları halinde parazit bir kara deliğin yıldızları ‘içten içe yiyeceğine’ işaret etmişti.

Yaptıkları analizde, Bellinger ve ekibi 0.8 ve 100 Güneş kütlesi arasındaki bir yıldızın, kendi boyutu kadar bir ilkel kara deliğin etrafında bulunması halinde ne olacağını araştırdı. Aynı zamanda, çekirdeklerinde ilkel kara delikleri parazit olarak bulunduran Güneş benzeri yıldızlara dair ilk sayısal evrimsel simülasyonları gerçekleştirdiler.

Analizlere göre en küçük boyuttaki kara delikler için boyutlarını büyütmek ve içinde barındıkları Güneş’i yok etmeleri için milyarlarca yıla ihtiyaçları var. Öte yandan, cüce gezegen boyutundaki bir parazit kara delik yıldızının çekirdeğini yemeye başladığında etrafında yüksek miktarda ısı ve parlaklık oluşturan bir disk oluşturuyor. Milyarlarca yılın ardından, söz konusu yıldızı nükleer füzyon değil, parazit kara deliğin etrafındaki materyal diski canlı tutmaya başlıyor. Hatta, böyle bir senaryoda yıldızın neredeyse tüm parklaklığını bu diskin oluşturacağı düşünülüyor. Bu varsayım, Hawking yıldızı olarak ifade ediliyor.

Bir Hawking yıldızının, sıradan bir yıldıza göre birkaç farklılığı olacağı belirtiliyor. Birincisi, dış tabakalarının bir kırmızı yıldız şeklinde şişeceği tahmin ediliyor. Bu durum, Güneş’in füzyon tepkimesi sona yaklaştıkça maruz kalacağı süreç olarak biliniyor. Öte yandan, sıcaklık beklenenin altında kalacak ki, bugüne dek Samanyolu’nda tespit edilen bazı soğuk kırmızı devler bu tahmini doğruluyor (Bu yıldızlar ‘red stragglers’ olarak da biliniyor).

Araştırmacılara göre bu yıldızlar bir ‘kara delik motoru’ aramak için de kullanılabilir. Bir yıldızın içinde büyüyen kara deliğin füzyonun haricinde yıldız içerisinde farklı akustik izler bırakacağı ve bu izlerin yıldızın parlaklığındaki değişim ile tespit edilebileceği tahmin ediliyor. Parlaklık değişimlerinin nasıl takip edileceği henüz bilinmese de, bilim insanlarının ileride araştıracağı sorulardan birini temsil ediyor.

Araştırmacıların ümidi, bu tarz araştırmalar ya parazit kara deliklerinin keşfedilmesi için bir fırsat sunacak ya da sayıları ve tespit edilme oranları üzerinde yeni araştırmaları tetikleyecek.

Bilim insanları aynı zamanda gelecekteki araştırmalarda yıldızların daha ileri evrimsel safhaları, yıldızların farklı kütle ve metal oranları hakkında sayısal sonuçlar ve yıldızsal populasyonlara yönelik araştırmaların da gerçekleştirileceğini not düştü.

Kaynak: Sciencealert
Ana görsel: JuliusH/Pixabay

Europa bir milyon insana hayat verecek kadar oksijene sahip

  • NASA Juno görevinde elde edilen veriler aracılığıyla ulaşılan en yeni bulgular, gaz devinin buzul uydularından Europa’nın her gün yaklaşık 1,000 ton oksijen ürettiğine işaret etti.
  • Her ne kadar bilim insanlarının beklediği miktarın altında kalsa da, tespit edilen oksijen yoğunluğunun bir milyon insanın hayatta kalmasına yeterli olacağı belirtildi.
  • Bu sene ateşlenecek ve 2030’da Jüpiter yörüngesine ulaşacak Clipper görevi ile Europa’nın yaşanabilirliği hakkında kesin bulgular elde edilmesi umuluyor.

Jüpiter’in buzul uydusu Europa’nın yüzeyine gaz devinden saçılan iyon yüklü parçacıklar çarptığında su molekülleri hidrojen ve oksijen olarak ayrılıyor. Mart 2023 başında yayımlanan en son araştırmada, Europa’nın yüzeyinde oluşan elementlerin derinlere inebileceği ve yüzey altında yaşamı destekleyebileceği belirtildi. Araştırmanın sonuçları Nature Astronomy dergisinde yayımlandı.

Galileo tarafından tespit edilen en küçük uyduyu temsil eden Europa (Ay kadar) o kadar ince bir atmosfere sahip ki, astronomlar tarafından atmosferden çok ekzosfer (exosphere) olarak tanımlanıyor (Dünya atmosferinin en ince dış tabakası da aynı ismi taşıyor). Europa’nın yüzeyinde en çok bulunan elementler su buharı izleri taşıyan oksijen ve hidrojen. Dünya’daki gibi bitkiler tarafından değil ancak Jüpiter’den saçılan kozmik materyallerin yüzeydeki buzu parçamalası ile oluşan oksijen, uydunun zamanla su yoğunluğunu kaybeden bir kartopuna benzetilmesine yol açıyor.

Juno tarafından toplanan en yeni verilere göre, Europa’da saniyede yaklaşık 12 gr oksijen üretiliyor. Bu da 24 saat içinde 1,000 ton demek.

Juno, araştırmaya ait verileri 29 Eylül 2022 tarihinde, Joavian Auroral Distributions Experiment (JADE) cihazı ile yüzeyden 354 km yükselikte topladı. Ortaya çıkan oksijenin Europa’nın derinliklerinde okyanusa da ulaştığı düşünülse de, bu miktarın ne kadar olduğu ve yaşamı ne kadar destekleyebileceği belirsiz. Dahası, Dünya’da olduğu gibi Europa’nın okyanusunda da oksijen ihtiyacı olmadan yaşayabilen organizmalar bulunabilir.

Europa’nın yüzeyindeki karbondioksit kalıntılarının okyanusundan geliyor olabileceği ve bu bulgunun yaşam ihtimaline işaret ettiği ifade edildi. Clipper görevi, buzul uydunun oksijen miktarı ve yaşanabilirliği hakkında kesin bilgiler toplamaya çalışacak ve insanlık için muhtemel bir kolonileşme sürecinin önünü açacak.

Kaynak: Earthsky.org
Görseller: NASA

Mars yüzeyinde dev yanardağ keşfedildi

ABD’nin Texas eyaletinde düzenlenen 55’inci Ay ve Gezegen Bilimi Konferansı’nda, bilim insanları Mars yüzeyinde dev bir yanardağ tespit edildiğini duyurdu.

Astronomlar, Mariner 9 ile 1971’de başlayan gözlemlerden bu yana gözlerimizin ucunda duran ancak milyonlarca yılın neden olduğu erozyon nedeniyle tespit edilemeyen bir yanardağı ortaya çıkardı. Yanardağ, Mars’ın en göze çarpan bölgelerinden birini temsil eden labirent benzeri kayalık alan Noctis Labyrinthus (Gecenin Labirenti) ve Mars’ın dev kanyonlarını temsil eden Valles Marineris’i (Mariner Vadileri) birbirine bağlayan sınırda yer alıyor.

Geçici olarak “Noctis Volcano” olarak isimlendirilen yanardağın koordinatları 7° 35′ S, 93° 55′ W ve yükseliği 9022 metrenin üzerinde. Yanardağın genişliği ise 450 kilometre. Karmaşık yapısı ve devasa boyutundan dolayı çok uzun bir süredir aktif olduğu düşünülen yanardağın güney eteklerinde, yakın geçmişten kalan volkanik kalıntılar yer alıyor. Ek detay, bu kalıntıların buzul buzu (glacier ice) üzerinde yer alması.

Dev yanardağı ile buzul buzu karışımının tespit edilmesi, Mars’ın jeolojik geçmişi hakkında birçok yeni bilgiye ulaşalacağına işaret ediyor. Yanardağın tespiti, bilim insanları tarafından geçmişte fark edilen buzul kalıntılarını incelerken yapıldı. Gözlemler, Noctis Labyrinthus’un doğusunda ovaların ve kanyonların katmanlar halinde birbirine karıştığı doğal bir yanardağ yapısı ortaya çıkardı. Merkezi bölge bir kemer şeklini almış yüksek ovalardan oluşurken, yanardağın dış etekleri alçalarak 225 kilometrelik bir alana yayılıyor.

Yanardağın merkezinde, bir zamanlar lav gölü içeren çökmüş bir volkanik krater, yani kaldera kalıntıları da tespit edildi. Yapının etrafında lav akıntıları ve mineral kalıntılarına dair izler yer alıyor. Yanardağın keşfedildiği bölgenin birçok hidratlı (su ile karışmış) mineral içerdiği bilindiği için bir yanardağın tespit edilmesi çok şaşırtıcı olmadı. Araştırmacılar, yanardağın bölgenin jeolojik yapısı hakkındaki tüm bulguları doğrulayan bir tespit olduğunu düşünüyor. Yanardağın yanı sıra, yaklaşık 5,000 kilometrelik bir alanda ‘kabarcıklı yüzey’ bulunuyor. Yanardağın aktif olduğu zamanlardan volkanik materyalin buzul ile teması ile yaşanan buharlaşmadan geriye kökü olmayan külah benzeri yapılar kalmış durumda.

Noctis volvano’nun çok uzun süre jeolojik değişimlere maruz kaldığı, bu değişimlerin ağırlıklı olarak çatlama, termal erozyon ve buzul erozyondan kaynaklandığı belirtildi. Bu etkileşimler zamanla katmanlar halinde volkanik materyalin birikmesiyle sonuçlandı. Çatlakların ve fayların zamanla gelişmesiyle yanardağın farklı bölgelerinde lavlar yükselmeye başladı ve termal erozyonu tetikledi. Sonuç olarak dev miktarlarda gömülü buz yüzeye çıkarken yanardağın bazı kısımları tamamen çöktü. Takip eden buzullaşmalar ise bugün görülen karman çorman şekilleri oluşturdu.

Noctis volcano gözler önüne serilmiş olsa da, geçmişine ait birçok soru cevaplanmak için bekliyor. Örneğin kaç yaşında ve halen aktif mi? Ek olarak, ekvatoru ve kutup bölgeleri buzul ile dolu olduğu bilinen Mars’ın ileride insanların kolonileştirmesi için ideal bir bölgesi tespit edilmiş olabilir. Bilim insanları, su ile buzun milyonlarca yıldır etkileşim halinde olduğu bölgenin Mars’taki en mükemmel astrobiyoloji noktalarından biri olduğunu ifade ediyor.

Mars’ın kutuplara kıyasla daha sıcak ve buzul içeren ekvator bölgesi, gelecekte robotik ve insanlı görevler için ideal olabilir.

Kaynak: Phys.org
Görseller: SETI Institute

Almanya’da yiyeceklerin simetrik şekilde bölündüğü bir yarışma programı yok

Sosyal medyanın anlamı günümüzde ne olursa olsun sadece trend olabilmek, trende kapılabilmek ve 15 dakikalığına da olsa bunu başarınca kitle artırmak ve yola aynı şekilde devam etmek şeklini almış durumda. Akıp giden gereksiz ve anlamsız içeriğin de hesabını yapmak, yanlış bilgilendirmeyi ve manipülasyonu ölçmeye çalışmak da boş bir çabadan öte değil. Haliyle vereceğimiz son bir örneği sadece dijitalde doğru bilgilendirme adına bulunsun diye paylaşmak istiyorum.

X’te (bir zamanların Twitter’ı) geçtiğim hafta rastladığım kısa bir video, Almanya’daki sözde bir yarışma programında elindeki pretzel’i (Brezel Alman simidi) mükemmel bir şekilde ikiye bölmeye çalışan sözde bir yarışmacı gösteriyor. Ardından simidin iki yarısı eşit olup olmadığını görmek için iki ayrı tartıya konuyor.

Dexerto adlı bir haber platformunun hesabında paylaşılan video, bir haftada 65 milyondan fazla izleyici çekerken çok sayıda influencer’ın yüksek etkileşim elde etmesi için malzeme sundu. Örneğin, 1.5 milyon takipçili @kirawontmiss’in “gecenin ikisinde uykum tutmayınca izlemek istediğim şey” ifadesi ile paylaştığı video bir 425,000 beğeni de bu şekilde aldı.

Herkesin aklına Almanya’daki TV programının ne olduğu sorusunu yerleşirken, Almanya’daki X kullanıcıları nihayetinde olayın doğruluğunu sağladı. Söz konusu video, 2017-2018’de yayınlanan ‘Schlag den Henssler’ (Henssler’ı Yen) adlı programın bir bölümünde düzenlenen küçük bir yarışmayı gösteriyor. Steffen Henssler’in sunduğu programda, yarışmacılar belli mücadeleleri başarıyla tamamlayıp €250.000 euro ödüle konmaya çalışıyor. Yarışma, bir benzeri oolan ‘Schlag den Raab’ programından (Stefan Raab sunuyormuş) alıntılanmış.

Her bir bölümü 4-5 saat süren yarışmada katılımcılara quizler, yetenek testleri ve spor vb. alakalı alanlarda sorular yönetiliyordu. Almanlar bu konsepti çok sevmiş olacak ki, ünlülerin katıldığı ‘Schlag den Star’ adlı bir versiyonu da var.

Kısaca, tamamen yiyecekleri ikiye bölmeye odaklanan bir yarışma programı yok ve X’te yayılan video yıllar öncesine ait. Sadece bir düzeltme, çünkü gerekli. Öte yandan, bir yarışmacının itina ile bir patatesi ikiye bölme çabasını izlemek isterseniz, buyrun Reddit bağlantısı.

Kaynak: Gizmodo
Ana görsel: X

United Launch Alliance bir ay içinde Blue Origin’in olabilir

Uzay ve havacılık ile savunma sanayisinin önde gelen iki ismi Lockheed Martin ve Boeing tarafından 2006 yılında ortak teşebbüs olarak kurulan United Launch Alliance (ULA), bir zamanlar SpaceX ile yarışmayı hayal ederken bugün bir alıcı alma derdinde. Beklentileri karşılaması beklenen en tatmin edici alıcı ise Jeff Bezos’un sahibi olduğu özel uzay turizmi şirketi Blue Origin olabilir.

ULA Vulcan roketinin bir sonraki sahibinin kim olacağına dair spekülasyonlar ne Boeing ne de Blue Origin tarafından onaylandı. Öte yandan, Ars Technica’ya konuşan kaynaklara göre Blue Origin ile varılan anlaşma bir veya iki ay içinde duyurulabilir.

ULA her ne kadar SpaceX’in gölgesinde kalsa da, ABD Hava Kuvvetleri tarafından yeni görevlerden mahrum bırakılmış değil. Tersine, CNBC haberine göre Kasım 2023’te her iki şirkete toplam bütçesi $2.5 milyar olan 21 görev atandı. ULA’in payına düşen 11 görevin bütçesi $1.3 milyar. Aynı dönemde, ABD hükümetinin görev verdiği uzay-havacılık şirketlerine özel sermaya şirketlerinin de ilgisi yükselmeye başladı. ULA için yapılan önerilerden birinin, bu kategoride yer alan Cerberus’tan geldiği de öne sürüldü.

Ars’a göre şatış her an yaşanabilir. Sebebi ULA çalışanlarının zaten iş aradığı bir dönemde Jeff Bezos’un $2.4 milyar stok satmış olması ve önümüzdeki 12 ay içinde 8 veya 9 milyar dolar stok daha satmayı planlaması. ULA için biçilen değerin ise 2-3 milyar dolar arasında olduğu belirtiliyor.

ULA, askeri sözleşmelerin yanı sıra ABD Savunma Bakanlığı’nın ulusal güvenlik sebepleri nedeniyle ‘sürekli tetikte’ kalınması için yaptığı yardımlardan oldukça faydalandı. Yine de, yeniden kullanılabilirliği ile Kuzey Amerika’nın yanı sıra küresel alanda tüm rakiplerine fark atan SpaceX sözleşmelerin büyük kısmını kapmaya başladı.

ULA-Blue Origin ittifakı SpaceX’e karşı kesinlikle daha güçlü bir rakip doğuracak. ULA Vulcan ve Blue Origin New Glenn roketlerinin de Blue Origin tarafından üretilen BE-4 roketi kullandığına dikkat çekelim. Blue Origin iddiaları doğrulayıp satın alımı tamamlaması halinde, ULA’in Florida Cape Canaveral Uzay İstasyonu ile California’daki Vandenberg Uzay Üssü’ndeki ateşleme platformlarının sahibi olacak ve son derece tecrübeli bir mühendis ekibini kadrosuna ekleyecek. Yine de, bu gelişmenin SpaceX’i korkutacağını düşünmek zor.

Kaynak: Ars Technica
Ana görsel: ULA/LinkedIn

Satürn’ün gizli okyanus dünyası Titan, hiç yaşam barındırmıyor olabilir

Yeni bir araştırmaya göre, okyanuslarının hacmi Dünya’nın sahip olduğu su miktarının 12 mislini temsil eden Titan, bu bolluğuna rağmen hiç yaşam barındırmıyor olabilir.

Satürn’ün en büyük uydusunu temsil eden Titan, aynı zamanda Güneş Sistemi’nde en büyük ikinci uydu (Ganymede’in ardından). Yüzeyindeki petro-kimyasallar ve karbon dahil birçok organik molekül ile Titan kimyasal açıdan son derece zengin bir yer. Öte yandan, yüzey sıcaklığı -179 dereceye kadar inen Titan’da kimyasal tepkimelerin fazlasıyla yavaş ve az olduğu da biliniyor.

Titan’ın derinliklerinde ise Dünya’nın okyanuslarının 12 misli hacmi kadar dev bir okyanus olabileceği tahmin ediliyor. Derinliği 100 km kadar olduğu varsayılan okyanus ise haliyle yüzeyden çok daha sıcak bir yer. Yine de, sıvı suyun bulunması bile bazı araştırmacılar için Titan’da kesin yaşam olduğuna işaret etmiyor.

Astrobiology dergisinde yayımlanan araştırmada yeralan Kanada Western University’den Catherine Neish, Titan gibi yüzey altında okyanus taşıyan Ganymede ve Europe gibi uyduların beklendiği gibi organik yaşam barındırmayabileceğini öne sürdü.

Araştırmacıların teorisine göre, Titan’daki okyanusların yaşam barındırır hale gelebilmesi için yüzeydeki büyük miktardaki organik moleküllerin fiziksel olarak okyanusa erişebilmesi ve yaşamı üretip onu sürdürülebilir kılacak prebiyotik kimyayı tetiklemesi gerekiyor.

Organik materyal okyanuslara nasıl ulaşacak? Kuyrukluyıldız çarpışmaları ile. Bu tarz çarpışmalar yüzeydeki buzu eritip organik molekül ile dolu göller oluşturabilir. Sıvı suyun buzdan daha yoğun olması, yüzeyde batmasına, emilmesine sebep oluyor (sıvı donduğunda hidrojen bağları molekülleri birbirinden itiyor ve buzun yoğunluğu sıvı halinden az kalıyor). Neish’in başında olduğu uluslararası araştırma ekibinin gerçekleştirdiği simülasyonlar, yeterli miktarda organik molekülün derinlere erişmesini sağlayacak sayıda çarpışma yaşanmadığına işaret etti.

Bir fil kadar bile değil

Neish’in ekibi en basit amino asidi temsil eden glisinin her yıl ancak 7,500 kg kadar Titan’ın okyanuslarına eriştiğini hesapladı. Miktar ilk başta yeterli görünebilir. Ancak bir diğer ifadeyle, bir yetişkin erkek Afrika filinin kütlesinin Dünya’nın 12 misli hacmindeki bir suyun üzerine serpilmesini temsil ediyor.

Simülasyonlara göre, yüzeyde eriyen materyallerin en fazla %65’i Titan’ın derinliklerine ulaşıyor. Ancak mevcut materyal bolluğu göz önüne alındığında bu miktar okyanuslarda yaşamı tetiklemek için yeterli değil. Öte yandan, okyanus tabanında yer aldığı düşünülen hidrotermal bacalar, Titan’ın çekirdeğinden aldığı ısı ve molekülleri püskürterek oldukça zengin kimyasal tepkimeler tetikliyor olabilir.

Yine de, araştırma ekibi Titan’ın derinliklerinden gelen yaşam kaynakları konusunda da şüpheli. Söz konusu maddelerin ağırlıklı olarak biyomolekül oluşturmaya gücü yetmeyecek aromatik bileşenler olduğu düşünülüyor.

Ancak keskin bilimsel yaklaşım Titan’a ait ümitlerimizin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. Titan’da 2034’te göreve başlaması beklenen Dragonfly helikopteri, Satürn’ün okyanus uydusuna ait büyülü manzaraları ortaya çıkaracak (bir sorun yaşanmadığı takdirde). Ardından, Titan’ın potansiyelini kendi gözlerimizle göreceğiz.

Kaynak: Space.com
Ana görsel: NASA

NASA ilk kez asteroidlerin yüzeyinde su keşfetti

Astronomlar, NASA’nın kısa süre önce emekliye ayrılan SOFIA ‘hava gözlemevinden’ geriye kalan verileri inceleyerek ilk kez asteroidlerin yüzeyinde su tespit etti.

Asteroidlerin yüzeyinde ilk kez su varlığını doğrulayan bilim insanları, suyun Güneş Sistemi’ndeki oluşumu ve dağılımı hakkında yeni ipuçlarına ulaştı. Keşif, bütçe sebebiyle çalışmalarına son verilen Kıızlötesi Gözlemler için Stratosferik Gözlemevi (SOFIA) tarafından toplanan veriler ile ortaya çıkarıldı. Bir uçağın taşıdığı gözlemevi, yüksek irtifalarda gökyüzünü gözlemlemek için kullanılıyor ve NASA ile Almanya Uzay-Havacılık Merkezi tarafından yönetiliyordu.

SOFIA’nın FORCAST (Soluk Nesne Kızılötesi Kamerası) tarafından Iris ve Massalia adı verilen iki asteroid üzerinde yaptığı gözlemler, yüzeylerinde su varlığına tespit eden spesifik bir ışık dalgaboyu ortaya koydu. Sonuçların açıklandığı araştırma yapılan açıklamada, “asteroidlerin gezegen oluşum süreçlerinden geriye kaldığı ve bileşenlerinin güneş nebulasının neresinde oluştukları ile bağlantılı olduğu” belirtildi. Yapılan keşif ile suyun Dünya’ya nasıl ulaştığı hakkında da daha net bilgilere ulaşma şansımız olabilir.

Su molekülleri geçmişte düzenlenen Dünya’ya numune taşıma görevlerinde tespit edilmişti. SOFIA, su moleküllerinin ilk kez asteroid yüzeyinde de bulunduğunu ortaya çıkardı. Geçmişteki benzer bir gözlemde, SOFIA Ay’ın güney yarımüresindeki en büyük kraterlerinden birinde de su izine rastlamıştı. Ay’ın yüzeyindeki tespitin ardından astronomlar benzer gözlemleri asteroidler üzerinde yapmaya karar verdi ve önemli bir sonuç daha elde edildi.

Henüz geçtiğimiz yıl sonuçları açıklanan Ay gözlemlerinde, SOFIA 1 metreküplük alanda yaklaşık 0.354 litre su tespit etmişti. Ay’ın yüzeyinde saklı kalan suyun içinde bulunduğu materyal ile kimsayal bağ içinde olduğu anlaşılmştı. Aynı durum, asteroidlerin yüzeyindeki su molekülleri için de geçerli. En son keşifte, suyun astereoid yüzeyinde silikat tarafından emildiği düşünülüyor.

Sırasıyla 199 ve 135 kilometere çapındaki Iris ve Massalia, Güneş’ten 2.39 astronomik birim (1 AU=Güneş-Dünya mesafesi) mesafede yer alıyor.

Araştırmada, kuru silikat asteroidlerin Güneş’e yakın oluştukları, buzul materyallerin ise çok daha uzak mesafelerde bir araya geldiği belirtildi. Güneş Sistemi’nin iç kısımlarındaki suyun Güneş’in ısısıyla buharlaştığına kanısı yaygınken, elde edilen yeni bulgular suyun ve diğer elementlerin Güneş Sistemi’nde nasıl oluştuğu ve yayıldıkları konusunda yeni bilgiler sunacak.

Planetary Science Journal dergisinde yayımlanan araştırmada, Iris ve Massalia gibi asteroidlerin oluşumlarından milyonlarca yıl sonra bile silikat veya muhtemel diğer materyaller içinde su varlığını koruyabileceği anlaşılmış oldu. Dahası, Dünya’ya suyu taşıyan gök cisimlerinin muhtemelen asteroidler olduğu kanısı da giderek güçlendi.

Kaynak: Space.com
Ana görsel: NASA/Carla Thomas/Southwest Research Institute

Çin’in gizemli uzay aracı ‘Shenlong’ yörüngede neler yapıyor?

Eğer ABD uzayda gizli işler çeviriyorsa, Çin geri kalır mı? Uzmanlara göre, Aralık 2023’te üçüncü kez yörüngeye ateşlenen ve ‘Shenlong’ (İlahi Ejder) adını taşıyan robotik uzay aracı, yörüngede konuşlandırdığı küçük uzay araçları ile bilinmeyen bir görev için sinyaller yayıyor.

Ay’a birbirinden başarılı görevler düzenleyerek derin-uzay keşfinde ne kadar ilerlediğini gözler önüne seren Çin, 2020’den bu yana Shenlong uzay aracı ile test amaçlı yörünge uçuşları gerçekleştiriyor. Görevin temel amacı, yeniden kullanılabilir robotik uzay araçları geliştirmek ve uzay görevlerindeki maliyeti belirgin ölçüde düşürmek.

Shenlong, en son olarak geçtiğimiz Aralık ortasında Long March 2F roketi ile Çin’in kuzeybatısında yer alan Jiuquan Uydu Ateşleme Merkezi’nden yörüngeye fırlatıldı. Çin medyasına göre, Shenlong belli bir süre yörüngede kalacak ve bu sürede yeniden kullanılabilir teknolojiler ‘onaylanacak’ ve çeşitli deneyler gerçekleştirilecek.

Shenlong en son ateşlemesinden önce Ağustos 2022’de uzaya ateşlenmiş ve 276 gün yörüngede kalmıştı. Uzay aracının yerden ne kadar yükseklikte hareket ettiği veya ne gibi deneyler gerçekleştirdiğine dair bilgi verilmemişti. Ek olarak, uzay aracına ait fotoğraflar hiçbir zaman kamuya sunulmadı.

Taşıdığı gizlilik ve bilinmeyen görevinin tanımına bakıldığında, Shenlong’un ABD’nin gizli uzay aracı X-37B ile birçok benzerlik taşıdığı görülüyor. X-37B en son görevine hava koşulları nedeniyle üç kez ertelenmesinin ardından 28 Aralık 2023’te SpaceX Falcon Heavy roketiyle (ana görsel) ateşlendi. Yedinci görevine Falcon Heavy ile ateşlenmiş olması, X-37B’nin çok daha yüksek bir irtifada görev yapacağına işaret ediyor.

Uzayda sessiz bir düello mu yaşanıyor?

ABD Uzay Kuvvetleri (U.S Space Force) tarafından kontrol edilen görev, ABD Ulusal Güvenlik Uzay Ateşleme programı altında düzenleniyor. X-37B hakkında yapılan nadir açıklamalardan birinde, Uzay Kuvvetleri’nden General B. Chance Saltzman basına ‘Çin’in Shenlong uzay aracını X-37B’nin ateşleme tarihlerine denk getirmeyi istediğini’ söyledi ve bir rekabet yaşandığına işaret etti.

X-37B ve Shenlong’un şu an yörüngede hareketi en çok takip edilen iki uzay aracı olduğunu ifade eden Saltzman, Çin’in ateşeleme tarihindeki seçimin bir tesadüf olmayacağını söyledi.

Küçük bir otobüs büyüklüğünde olan ve ABD’nin Uzay Mekiği (Space Shuttle) görevlerindeki uzay araçlarını anımsatan X-37B, yörüngede çeşitli taşıma yükleri konuşlandırabiiliyor ve bilinmeyen deneyler gerçekleştiriyor. En son görevini Kasım 2022’de tamamlayan X-37B, yörüngede 900 günden fazla kalmıştı.

Çin’in gizemli uzay aracı ise yörüngeye ilk kez Eylül 2020’de ateşlendi ve sadece iki gün sonra yüzeye geri döndü.

Shenlong yörüngde neler çeviriyor?

Saltzman’ın belirttiği gibi X-37B ve Shenlong’un sadece uzay ajansları değil ancak bağımsız astronomlar tarafından da takip edildiği aşikar. Shenlong’u gözlemleyen amatör astronom Scott Tilley’e göre, ateşlenmesinden sadece dört gün sonra Shenlong yörüngeye ‘altı nesne’ yerleştirdi. Söz konusu gizemli nesnelere NESNE (Object) A, B, C, D, E ve F isimleri konurken, Tilley’a göre NESNE A Shenlong’un ilk görevlerinde yaydığı sinyallere benzer sinyaller yaymaya başladı.

Space.com’a açıklama yapan Tilley’e göre, NESNE A’dan yayılan sinyal kısıtlı miktarda veri ile düzenlenmiş ve sinyaller kendisine yakın bir nesneden de kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu aşamada kesin bir delil bulunmuyor.

NESNE D ve E ise herhangi bir veri taşımayan ‘yer tutucu’ (placeholder) sinyaller yayıyor. Tilley, ilk iki görevde gözlemlenen sinyallere kıyasla, NESNE D ve E’nin sinyal yayılımları çok aralıklı, uzun sürmeyen ve veri taşımayan türden. Tilley, bu bilgilere ulaşabilmek için çanak anten ile uzay aracının yörünge geçişlerini defalarca takip etmek zorunda kaldığını da not düştü. Fazlasıyla hassasiyet gerektiren gözlemlerde astronomlar Shenlong ve konumladığı nesneleri gökyüzündeki hareketleri tahmin ederek yakalamaya çalışıyor.

Tilley ve Shenlong’u gözlemleyen diğer astronomlar da sinyallerin konuşlandırılan nesnelerden veya yakınlarındaki diğer nesnelerden geldiğini belirtti. Shenlong’un takip ettikleri yörüngede bilinen başka bir (bilinen) nesne olmaması ve elde ettikleri sinyallerin özel olarak düzenlenmiş olmalarının yanı sıra geçmişteki Çin görevlerinde görülen 2280 MHz (megahertz) frekansında olması dad tespitlerini doğruluyor.

Kısaca, ilk iki görevine kıyasla, üçüncü görevde tespit edilen radyo sinyalleri daha farklı ve NESNE D ile E’de yayılan sinyaller yeni (önceki görevlerde çok kesik aralıklı olmaları halinde ıskalanmış olmaları ihtimali de göz önünde bulunduruluyor). E ve D arasındaki etkileşime daha çok dikkat çeken Tilley, ikisinin eliptik bir yörüngede ilerlediğini, NESNE A’nın ise dairesel bir yörünge izlediğini belirtti.

Shenlong’un Eylül 2020 ve Ağustos 2022’de gerçekleştirdiği görevlerde, uzay aracının küçük bir nesneyi konuşlandırdığı tespit edilmişti. Taşıma yükünün küçük bir uydu, hizmet modülü veya yörüngeye yük bırakmak için yapılan bir test olabileceği öne sürüldü.

Shenlong’un neler çevirdiği bilinmez ancak ABD’nin derin uzay teknolojilerindeki önlenemez yükselişi karşısında Çin’e temnkinle baktığından şüphe yok.


Kaynaklar: Reuters/Space.com
Ana görsel: Bill Jelen/Unsplash

Ay görevleri sorunsalı: Son 20 yıldaki görevlerin sadece yüzde 45’i başarılı oldu

Her ne kadar insanlık ilk kez 1969’da Ay’a ayak basmayı başarmış olsa da, Dünya’nın uydusunu keşfetmek ve kolonileştirmek beklenildiğinden çok daha zor olacak gibi görünüyor. Son yılda gerçekleştirilen Ay görevlerinin yarısının bile başarılı olamaması, uzay-havacılık alanında teknoloji ve işbirliğinin çok daha ileri seviyeye gelmesi gerektiğini gözler önüne seriyor.

Bolca su ve Helyum-3 içeren Ay, insanlığın ilk çıkış noktası ve ilk alternatif yaşam yeri olacağı gibi Mars’a yapılacak yolculukların da ilk etabını temsil ediyor. Yine de Ay görevleri bir bütünlük sergilemekten uzak iken uyduya ateşlenen yörünge ve yer araçları beklenmedik sorunlarla karşılaşıyor. Ortaya çıkan kafa karıştırıcı tabloyu görebilmek ve değerlendirme yapmak için öncelikle geçmişteki görevlere kısaca bir göz atmamız gerek.

Ay’a yörünge veya yer gözlem aracı göndermeyi başaran ülkeler arasında Rusya (ilk olarak Sovyetler), ABD, Çin, Hindistan ve Japonya yer alıyor. En son Ay görevini temsil eden ve ‘baş aşağı’ şekilde başlayan SLIM de ne kadar hayatta kalacak bilinmiyor. Son 10 yılın görevlerine kısaca baktığımızda benzer durumların yaşandığını görüyoruz:

Chang’e 3 (Aralık 2013): Bir sonda ve keşif aracı taşıyan Chang’e 3, 14 Aralık 2013 tarihinde Mare Imbrium’a iniş yaptı. 90 gün sürmesi planlanan görevde yer keşif aracı Ay yüzeyinde 10 km mesafe kat etti ve topladığı verileri Dünya’ya iletti.

Chang’e 4 (Aralık 2018): Ay’ın Dünya’dan uzak kalan yüzünde (karanlık tarafı değil) iniş yapmayı başaran ilk görev Aralık 2018’de başladı. 12 Aralık tarihinde uzay aracı Von Karmen kraterine iniş yaptı ve Queqiao adlı ikinci bir uydu sistemi ile Dünya ile iletişim sağlandı (Ay’ın öte yüzünden doğrudan bağlantı sağlanamıyor). Chang’e 4’ün gövdesinden yere iniş yapan Yutu 2 aracı Ay’ın Dünya’dan uzakta kalan yüzeyini ilk kez inceledi ve bolca fotoğraf gönderdi.

NASA Ay Yörünge Kaşifi Uydusu tarafından çekilen görüntüde Chang’e 4’ün konumu ve Yutu 2’nin kat ettiği mesafe görülüyor. Kaynak: NASA

Beresheet (Şubat 2019): SpaceIL özel uzay-havacılık şirketi ile İsrail Uzay-Havacılık Sanayi (Israel Aerospace Industries) tarafından geliştirilen ve Ay’a düzenlenen ilk özel görevi temsil eden Beresheet (‘Başlangıçta’ anlamı taşıyor), Şubat 2019’da ateşlendi. Beresheet her ne kadar Ay yörüngesine başarıyla ulaşsa da Nisan 2019’daki iniş denemesi çakılma ile sonuçlandı.

Chandrayaan-2 (Temmuz 2019): Hindistan’ın Ay’ı keşfetmek için gerçekleştirdiği ilk görevi temsil eden Chandrayaan-2, Temmuz 2019’da ateşlendi. Yörünge aracı, sonda ve keşif aracından oluşan Chandrayaan-2, Ay’ın yüzeyindeki bileşen farklılıklarını ve yapısını, aynı zamanda su varlığını incelemeyi amaçlasa da, Ay’ın güney kutbuna inme denemesinde başarısız oldu ve yüzeye çakıldı.

Chang’e 5 (Kasım 2020): Çin Ulusal Uzay İdaresi (CNSA), Ay keşiflerine Kasım 2020’de ateşlenen Chang’e 5 ile devam etti. Ay’dan numune toplamayı amaçlayan uzay aracı Mons Rumker bölgesine başarıyla iniş yaptı ve yaklaşık 1.731 kg regolit (Ay yüzeyini kaplayan kum ve çakıl) topladı. Robotik kol, numune kepçesi ve matkap taşıyan yer keşif aracı, numuneleri elde ettikten sonra yerden ateşlenerek yörünge aracına bağlanacak sondaya topladıklarını iletti. Sonda başarıyla yörünge aracı ile kenetlendi ve numuneleri Dünya’ya geri dönüş için hazırlanan kapsüle yerleştirdi. Modül, Dünya’ya dönmeden önce beş gün Ay yörüngesinde turladı ve sonrasında yolculuğua başladı. Çin, karmaşık ve zor bir görevi başarıyla tamamlamayı başardı.

Chang’e 5 uzay aracının yörüngeden görünüşü (NASA/GSFC/Arizona State University).

Omotenaşi (Kasım 2022): NASA SLS roketi ve Orion uzay aracı ile ateşlenen Omotenaşi, bir küp uydunun (CubeSat) başarıyla Ay yüzeyine inip inemeyeceğini sınamayı amaçlıyordu. Omotenaşi CubeSat’ın amacı Ay civarındaki ve yüzeyindeki radyasyon yoğunluğunu ölçmeyi amaçlıyordu. Her ne kadar NASA’nın derin uzay görevleri için hazırlanan roketi ve kapsülü ile ateşlenmiş olsa da, roketten ayrılmasının ardından görevin Dünya ile bağlantısı kayboldu.

Hakuto-R 1 görevi (Aralık 2022): Özel uzay-havacılık şirketi ispace’in başında yer aldığı görev, SpaceX Falcon 9 roketi ile ateşlendi. Amaç, Nisan 2023’te Ay’ın Dünya’ya bakan en kuzey doğu noktasındaki Atlas Krateri’ne iniş yapmaktı. Birleşik Arap Emirlikleri (UAE) tarafından geliştirilen Raşid adlı bir yer keşif aracı taşıyan Hakuto, yazılım sorunu nedeniyle Ay yüzeyine iniş yapamadı.

Chandrayaan-3 (Temmuz 2023): Hindistan’ın aynı ismi taşıyan programının üçüncü görevi olarak Temmuz 2023’te ateşlenen Chandrayaan-3, Vikram adlı Ay iniş aracı ve Pragyan keşif aracını içeriyordu. Hindistan Uzay Araştırma Organizasyonu (ISRO) adına büyük bir başarıyla sonuçlanan görev, Hindistan’ı Ay’a ulaşmayı başaran dördüncü ülke olmasını sağladı. Ay’ın güney kutup bölgesini inceleyen görevde sülfür dahil birçok diğer elementin tespiti yapıldı.

Luna 25 (Ağustos 2023): Sovyet Rusya’nın başarılı günlerinin aksine, Rusya’nın son yıllarda birçok derin uzay görevinde beklenmedik başarısızlıklar elde ettiğine tanık olduk. Bunlardan bir tanesi, Chandrayaan-3 görevinden sadece bir ay sonra ateşlenen Luna 25 oldu. İlginç detay, Rusya’nın 1976’dan bu yana ilk kez tekrar Ay’a gitmeye karar vermesiydi. Başarılı olması halinde Ay’a Chandrayaan-3’ten daha önce iniş yapması beklenen Luna 25, bir yıl görev yapması beklenirken Ay yüzeyine çakılarak bu beklentileri sona erdirdi.

Peregrine Mission One (Ocak 2024): NASA’nın Ticari Ay Taşıma Yükü Hizmetleri (CLPS) programı kapsamında Astobotic şirketi tarafından inşa edilen Peregrine Lunar Lander, 4 Ocak 2024’te ateşlendi. Her ne kadar ilk görevini gerçekleştiren Vulcan Centaur roketi başarılı olsa da, deneme amaçlı Ay’a gönderilen mürettebatsız Ay Modülü yüzeye iniş yapmayı başaramadı. Roket yakıtının sızması nedeniyle yaşanan teknik sorun Astrobotic tarafından kısmen giderilse de, yumuşak iniş imkanı ortadan kalkınca Peregrine uzay aracı yörüngede yeniden konumlandırıldı ve Dünya’ya çakıldı.

SLIM (Ocak 2024): Japonya Uzay-Havacılık ve Keşif Ajansı (JAXA) tarafından düzenlenen ve en son Ay görevini temsil eden SLIM, Ay yörüngesinde 25 Aralık 2023’te ulaştı. Nokta atış inişi teknolojisi sebebiyle ‘Moon Sniper’ olarak da adlandırılan SLIM, 19 Ocak 2024’te yüzeye iniş yaptı, baş aşağı olarak. Güneş panelleri tam olarak açılmadığı için Dünya ile iletişiminde sorun yaşanan SLIM, buna rağmen yer keşif aracını indirip yüzeyden veri ve fotoğraf göndermeyi başardı.

SLIM uzay aracının yörüngeden çekilen fotoğrafı (NASA/Goddard/Arizona State University).

Kaynak: Statista

İlk görevler

Ay yüzeyine inişle sonuçlanan ilk başarılı görev, Şubat 1966’da gerçekleştirilen Luna 9’du. Sadece birkaç ay sonra ABD Surveyor 1 ile Haziran 1966’da Ay yüzeyine dokundu. Yaklaşık 50 yılın ardından, 2013’te Çin Chang’e 3 ile Ay’a ulaşan üçüncü ülke oldu. Hindistan Chandrayaan-3 ile Temmuz 2023’te Ay’a ulaşan dördüncü ülke olurken, Japonya’a baş aşağı iniş yapan SLIM ile Ocak 2024’te listeye beşinci olarak adını yazdırdı.

Ay görevlerinin 2020’lere girilmesi ile daha temkinli hale geldiği söylenebilir ancak başarı oranının da düştüğüne dikkat çekmek gerekiyor. NASA’nın Ay Olay Raporu (Moon Fact Sheet) tarafından 2019’da sunulan verilere göre 1966 ile 2018 arasında gerçekleştirilen 109 Ay görevinden (bazı kaynaklarda 120 sadece 61’i başarılı olurken, 48’i başarısızlıkla sonuçlandı. söz konusu kaynağa göre 1958-2018 arasındaki başarı oranı yaklaşık yüzde 55.

Ay rekabeti Soğuk Savaş’ın hissedilmeye başladığı yıllarda büyük bir hızla başladı. Ağustos 1958 ile Kasım 1959 arasında ABD ve Sovyet Rusya 14 görev düzenledi. Sovyetlerin Luna 1, Luna 2 ve Luna 3 görevleri başarı gösterirken, Temmuz 1964’te ABD’nin ateşlediği Ranger 7 görevi Ay’ın yakın çekim ilk fotoğraflarını elde etti. Yüzeyden çekilen ilk fotoğrafları ise Sovyet Luna 9 Ocak 1966’da elde etti. Mayıs 1966’da, ABD Surveyor-1 ile Ay’ın yüzeyini fotoğraflayan ikinci ülke oldu.

1958 ve 19779 yılları arasında Ay, Sovyet ve ABD görevlerinin hedefiydi. Söz konusu 21 yıllık süreçte iki ülke toplam 90 görev düzenledi. Öte yandan, 1980-1989 yılları Ay’ın unutulduğu ve hiçbir ülke tarafından uzay aracı gönderilmeyen dönem olarak tarihe geçti.

Japonya, Ay keşif macerasına 1990’da ateşlediği yörünge aracı Hiten ile dahil oldu. Eylül 2007’de ateşlenen ve bir diğer yörünge gözlem aracını temsil eden Selene, Japonya’nın ikinci göreviydi.

2000-2009 dönemi toplam altı Ay görevine tanık oldu: Smart-1 (Avrupa), Selene (Japonya), Chang’e 1 (Çin), Hindistan (Chandrayaan-1), Lunar Reconnaissance Orbiter ve LCCROSS (ABD).

2009-2019 döneminde düzenlenen görevlerde Çin ve ABD ağırlığı görülürken, 2008’de Chandrayaan-1 görevini düzenleyen Hindistan çalışmalarını artırdı, İsrail ise Ay’a ulaşma çabalarına giren en yeni ülke oldu.

SLIM, 2024’ün başlamasıyla gelecekteki Ay görevlerinin fazlasıyla zorlayıcı olacağına dikkat çeken, bir o kadar ilham veren bir görevdi. 2030’lara uzanan süreçte, kutup noktalarından su çıkarmayı hedefleyen ABD ve Çin’in başını çekeceği mücadelenin neler göstereceğini düşünmek heyecan verici.

Kaynaklar: ET, The Conversation, Orbital Today, The Hindu, Astronomy
Ana görsel: NASA/Unsplash

Io’nun volkanları hiç görülmediği kadar yakından fotoğraflandı

Beş yıl süren bir yolculuğun ardından 2016 yazında Jüpiter yörüngesine ulaşan Juno uzay aracı, Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeninin yörüngesinde gerçekleştirdiği 58’inci yakın geçişte ‘volkanik cennet’ Io’nun bugüne dek en yakın mesafeden çekilen görüntülerini Dünya’ya iletti.

Juno’nun Io’ya olan ilgisi geçtiğimiz yıl içinde artmaya başladı. Juno, Güneş Sistemi’nde volkanik faaliyetlerin en fazla olduğu gök cismini temsil eden Io’ya geçtiğimiz yıl en son 30 Aralık’ta yaklaşmıştı. Dünya’ya iletilen en son karelerin bazıları ise 3 Şubat’ta gerçekleşen ve Juno’nun volkanik uyduya 1,500 kilometre sokulduğu yakın geçişe ait.

NASA, en son iki yakın geçişin Io’nun jeolojik faaliyetlerini daha iyi anlamayı amaçladığını belirtti: “Io’nun volkanik motorunun nasıl çalıştığını, uygunun kayalık ve dağlık yüzeyinin altında bir küresel lav okyanusu bulunup bulunmadığını anlamayı amaçlıyoruz.”

Juno bugüne kadar tespit edilen ve birçoğu halen aktif olan yüzlerce yanardağına sahip. Juno tarafından elde edilen ve NASA ile bağımsız gökbilimciler tarafından işlenen fotoğraflarda beliren dağ benzeri yapıların neredeyse her biri ara ara lav püskürüyor. Fotoğraflardaki karanlık beliren alanlar ise ağırlıklı olarak lavların kapladığı bölgeler.

Fotoğrafların keyfini çıkarırken bu görselleri işlemek konusunda NASA ve diğer uzay ajanslarına yardım eden bağımsız gökbilimcilere de teşekkür borçluyuz.

Yanardağlardan yükselen dumana ait yakın çekim. NASA/JPL-Caltech/SwRI/MSSS/AndreaLuck CC by 2.0

Kaynak: NASA

Kaynak: NASA/JPL-Caltech/SwRI/MSSSKaynak: NASA/JPL-Caltech/SwRI/MSSS

Kaynak: NASA

Ana görsel: NASA/JPL-Caltech/SwRI/MSSS/AndreaLuck CC BY 2.0